- Kategori
- Aşk - Evlilik
Bamb-AŞK

“Sus- tu-rul-dum
Koşarken sırtımdan vuruldum
Bağlanmış ellerim
Dağlanmış her yerim
Duvarlar örülmüş üstüne
Öldürmüşler seni doğmadan önce
Sus- tu-rul-dum”
Böyle sözleri, Pop müziğinden bekleyemezsiniz, oysa bir rock grubu, gururla sunar size!
Bu sözler hali hazırdaki Türkiye’mdeki benleri anlatıyor.
Ve Redd devam ediyor:
“Biraz gevşetebilsem göğüs kafesimi
Dokunup durdurabilsem
Attığın yeri
Boşalttığın yere
Ne koyduysam dolmuyor
Dakka başı bir oh
İçimden hiç eksik olmuyor
Her neyse işte
Özledim seni
O kadar!”
İnsan, bu şarkıları dinlerken, bu sözleri okurken ve bu hayatı şarkılarmış gibi yaşarken, bir tuhaf oluyor. Evet, şarkılar hayat kadar ağırken, yaşamı bu kadar hafifçeymişçesine yaşamak, gerçekten zor zanaat!
Bir annenin süt kokan memesi kadar masum değildir bir kadının erkeğe duydukları! Ve oysa hem erkek, hem kadın, masumca olmadıkları gibi, belki hiç olmadıkları gibi, sihirli, büyülü ve bazen kirli aşk oyunları oynarlar; birbirlerinin diline dolanırlar! Ve hatta bazen, birbirlerinin terlerini sıkıp, zeminlerini kaygınlaştırıp, kendilerinin üzerlerinden kayarak, yaşama anlık vedalarla ve coşkuyla, yaşamamak üzere, aynı anda ve aynı yerde, başka hülyalara koşarlar. Ve bazıları, daha da edepsiz, ipsiz ve gözleri kapalı, petrol kuyularının içine girer ve patlarlar ve eğer kadınsa, yanarlar içlerindeki ateş bitinceye kadar. Birileri buna aşk der, birleri; sevgi, diğeri ise ilgi der; iltimas, ya da ben derim; şehvet!
“Io so che cosa dolore”, yani Türkçesi; “Ben gerçekten acı nedir bilirim”
Hayat bir müsabakadır; bir erkekle, bir kadın arasına sıkışmış! Ve dolayısıyla, kazananı yoktur!
“Vincero e perdero!”; “Kazanıp kaybedersin”!
Şimdi de Pinhani devam ediyor:
“Ne olur sende fazla üzülme
Hep kendine yenilme
Konuşmadığımız her ne varsa
Seninle
Bir damla gözlerimde!
Belki yanlış yoldayız
Kaybolduk-Kaybolduk
İzleyince
Kendimizden yorulduk
Her hatada telafi
Gerekli
Değil mi
Bizi durduran gurur mu
Kibir mi”
Ne olur fazla, üzülme, hep kendi kendine yenilme!
Benim gençliğim, aşklarım, bu şarkılar arsında gidip geldi. Bazen bu sözleri ben yazdım, bazen de onlar!
“Bir damla gözlerinde!”
Hayalimdeki aşkı ararken, bazen cennet vadisinde pınarlardan su içtim, bazen de- Eflatun’un Şarap şarkısındaki gibi-
“Gökyüzünü kaybetmiş
Bir kuş gibi
Üzgün, Yorgun
Kırgınım hayata
Yine atsalar yere düşmez
Tenhalarım var,
Kalbimde
Aynadaki
Hatta sudaki aksim bile kayıp”
Ne kadar çok hayat yaşadım ben aşka dair, niye bu kelimeler yüreğimde tükenmiyor, ya da kalbimdeki aşkın acısı niye hiç kaybolmuyor ve yüreğimin içindekilerle sonsuz duygular, sevgisiz ve susuz ve aç kalıyor?
Mevlana’yı anlamaz mıyım? Şems’i de öyle, keza çok iyi anlarım! Hani aşk şarabını beraber içmişlerdi! Gerçi onların dininde günahkârdılar bu şarabı içerken!
“Duru su gibi,
Bazen volkan gibi”
Bazen deli rüzgâr gibi!”
“Acelen ne
Bekle Firuze”
Tabii ki ve tartışmasız, Sezen Aksu versiyonu!
Ve en son olarak Gece Yolcuları “Gökler Ağlıyor” diyor.
“Sensiz geçen ilk gecemde
Gökler ağlıyor”
“Senin boşluğun büyük
Yapayalnız bu dünyada
Nasıl, nasıl, nasıl… Nasıl katlanırım!”
İşte öyle! İşte öyle katlanılır!
Çünkü o insan hiç yoktur ki, o kadar duygulu, aşk dolu, masalsı, tensel gerçek, gerçekten yoktur!
Var olan, o aşk ve sevgi dolu memelerinden dünyaya fışkıran anne sütüdür! Ve o da yoksa her şey yalandır!