- Kategori
- Deneme
Bir teselli...

Şu an Gökhan Türkmen’den “Çatı Katı” şarkısını dinliyorum. Aslında bu şarkıya beni yönlendiren Sıla oldu. Yüreğimde ve beynimde bayıldığım bir duygusal burukluk var.
Hani işkence çekercesine kendinizi yalnız hissedip delice aşk talep ettiğiniz anlar olur ya, kendimi öyle hissediyorum, bu şarkıyı dinlerken ve yalnızlığın muhteşem lezzeti, vücuduma ve benliğime sarılıyor. Hem geçmişle, hem bugünle, hem de yarına karışacak bir paylaşımsızlık halindeyim şu an. Ve yalnızlık duygusundan ölürken, öldüğünde bile, bu durumdan kurtulamayacağın sencilliği içindeyim yalnızlığın.
Aslına bakarsanız, her aşkın bir şarkısı vardır. Ve hatta bazı şarkılar vardır ki, aşka bile feda edilmeyecek kadar güzel ve yalnız senindir. Ve Gökhan Türkmen, öyle bir adam ki, bende hayata dair yaşama inancı uyandırıyor. Ve sürekli diyor ki,” Anıl abi, kesinlikle geç kalmadın”. Evet, kalmadığımı biliyorum ve ona göre yaşıyorum.
Ben televizyon çok az seyreden biriyim ve dün akşam nadir anlardan birini, “Kara Para Aşk” dizisi için kullanıyorum. Ömer ve Elif arasında yaşanan elektriği o kadar iyi hatırlıyorum ki, bazen diyorum yoksa senaryoyu ben mi yazıyorum? Nasıl diyorum, bu kadar tutturuyor ve sonra da diyorum aşk, demek ki, böyle bir şey. Acaba diyorum, bu dizide bari, aşk sürecek mi yoksa bizim gibi ellerinden kaçırıp yıllarca, bir dilenci gibi, acı mı çekecekler? Ve bir kere kaçtı mı da geri gelme ihtimali yok çünkü yıllar sonra her insan farklılaşıyor ve keza duyumsamaları da öyle, değişiyor!
O yüzden, bazen bir şarkı dinlediğimizde hayatımızdaki zamanların içerisinden geçişler yapıp kendimizi genç halimizle hatırlayabiliriz de! Mesela Güz Özlemi sıkça söyler; “ seninle konuşurken seni hep eski enfes vücutlu halinle hayal ediyorum”. Belki ben de, farklı düşünmüyorumdur halimi, belki de ben de o zayıf-fit Anılmış gibi bazen güzel genç kızlara bakıyorumdur. Ve onlardan elektrik alamayınca farkına varıyorumdur artık kim olduğum konusunda!
Ya da bütün bunların hepsi benim sizleri kandırmak için kullandığım kurmacalarımdır. Çünkü şu bir gerçek; artık insanların gözlerinin içinden yaşadıkları hayatlara bakıyorum: göz ışımalarına, yüz dinginliğine, enerji yüksekliğine, pozitif heyecanlarına! Yoksa şekil –şemal, itiraf ediyorum, benim için bir şey ifade etmiyor!
Müzik benden kaçtıkça duygularım da hemen beni terk ediyor ve ayılıyorum o aşk aleminden. Ve o duyguları yaşamamış gibi güncelleşiyorum. Ve yalnızlığın o keyifli bahçesinden, hayata dair, cümleler bulup bilgiler ve yaşamlar dokuyorum insanlık adına! Mesela bu sabah İŞİD’in aldığı yenilgiler için, ne yazık ki, çok bir şey hissetmiyorum. Nitekim yıllardır o bölgede oynanan oyunu çözmüş biri olarak, insanlık adına utandığımı itiraf etmeliyim. Farkındaysanız, herhangi bir milli duygu beslemiyorum orada olanlara karşı ve inanın, en az onlar kadar biz ve yönetimimiz de suçlu!
Diğer taraftan bu sabah hesap açtırırken karşıma çıkan bıçkın-cabbar bankacı kızı hatırlıyorum. İşinin ehli olduğunu her saniyesinden anlıyorum. Sadece kulağına fısıldıyorum, duyar ya da duymaz, “idealist olup kendine yazık etme e mi? Yaşamı önemsemesen de, yine de, kendin için yaşamalısın ve bunu sakın ha unutma!”.
Evet, genç insanlara, öğrenmeye aç insanlara, süregelen bir kıyak çekişim var! Bunu onları korumak için yapıyorum. Biz yolumuzu çizerken bize böyle telkinlerde bulunmadıkları için, hayatı öğrenmek üzere, bu kadar çok, hayatın içine girdik ve yara aldık. Oysa önümüzde gerçek rol modeller olsaydı Türkiye’de ve gerçekten başarılı, bu kadar aptalca, harita mühendisliği yaparmış gibi, her ama, her şeyi, tanımlamak zorunda kalmazdık.
Örneğin geçen gün babam beni mükemmeliyetçi olmakla suçladı. Ben de ona çok basit bir örnek verdim ve dedim ki “peki baba, hiçbir ek ücret almadan, sen niye, her elemanından fazla olarak, haftanın altı buçuk günü, devlete çalıştın; sen yoksa mükemmeliyetçi değil miydin?”.
Evet, ne görürsek, onu yapıyoruz ve sonradan palavradan konuşuyoruz olmadığımız kişiliklere dair! En azından ben kendime yalan söylemiyorum, neysem, oyum!
Ve bu yüzden beni okurken rahatsız oluyorsunuz bazen, niye bu adam şeffaf bu kadar?
Kendime yalan söylememek için!
Bakın müzik bitti, ben yine kocaman bir beyin oldum. Bu hikayeleri anlatırken didaktik bir kaygım olduğu doğrudur. Ve ben bunu red etmiyorum!
Ama geçmişe göre çok farklıyım çünkü kendimi ispatlama, kişiliğimi gerçekleme kaygım yok! Oysa idealist insan olarak, gençken, gittiğim her yolu tek-tek tarif etmek, ne yaptığımı anlatmak zorundaydım. Aksi takdirde bana deli diyorlardı
Artık deli değilim... Maşuk da değilim... Sevgi böceği de değilim...
Sadece, ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmış, bir insanım. Erdal hocam da hatırlar, artık, idealist de değilim. Bundan sonra bu hayatı, bahşedilen yıllar mertebesince, en iyi yaşamaya çalışacak biçare bir kulum o kadar!
Kim olursan olur san ol, olduğun kişi, yaptıklarıyla ve yapmadıklarıyla, hem kendine, hem de Allah’a hesap verecektir. Ve bu hepimiz için geçerlidir...
Gökhan Türkmen’den buralara nasıl geldim, ben de bilmiyorum? Bazen oluyor, bazı insanlar için, sonradan yaşamaya başladığı ikinci hayat, bir teselli oluyor.
Benim için öyle, bir teselli!