- Kategori
- Deneme
Bana mektup yaz, içinde; cinayeti işlenmiş hakiki bir aşk olsun…(Bölüm IV)
Sessizliğinle seslenme, sesinle yürek ver, yüreklendir.Korkuyorum sevgisizliğin cehenneminden
Uzun uzun konuştular.
Uzun konuşmalar sonrası, eşinin yurtdışına tek başına çıkmasına ilişkin ortak karar aldılar.
Adamın içi buna her ne kadar tam anlamıyla razı olmadıysa da eşinin çıkmak zorunda olduğu bu iş gezisine, içi burkularak “evet “ diyebildi. Oysa bu yolculukta diğerleri gibi rutin iş gezilerinden biriydi. Ancak adamın içinde bilmediği anlamlandıramadığı bir sıkıntı vardı bu kez.
Farklı mesleklerdendi. Her ikisi de meslekleri gereği birer iş toplantısına katılmak üzere Paris’telerdi. Toplantıları bitmiş ve kendilerini kentin Sein nehrine bakan kıyısında Eiffel kulesi önünde bulmuşlar ve ilk kez orada karşılaşmışlardı.
Yurtdışına çıkanlar bilirler; aynı dili konuşabildikleri biriyle karşılaştıklarında , buradakinden çok farklı olarak daha kolay ve içten insanlar birbirlerine “ Merhaba “ derler.
İşte bir “ Merhaba “ ile başlayan , uzun ve hiç bitmeyecek bir yolculuğa adım attıklarını bilmeden başlamıştı arkadaşlıkları.
Günü birlikte geçirmişler , kenti birlikte keşfe çıkmışlardı. Keşif boyunca ; o güne değin yaşadıklarına benzemeyen, tuhaf ancak bir o kadar da sıcak, her ikisini de sarıp sarmalayan bir duygu selinin heyecanlı, duygulu ve tutkulu bir sohbetin tarafları olmuşlardı..
Oysaki bir yabancıya güvenebilmek ikisi içinde zordu. Karşılaştıkları an itibariyle birbirlerine hiç yabancı olmadılar , garip bir şekilde, birbirlerini çok öncesinden tanıyorlar da orda karşılaşmak üzere birbirlerine söz vermişler gibi…
Birbirlerini anlayabilen, birinin başladığını diğerinin aynı yoğunluk ve içtenlikle tamamlayabildiği, birbirlerinden habersiz, ilk kez konuştukları her ne varsa sanki daha önce konuşmuşlar gibi birbirinin neredeyse aynı şeyleri düşünebilen iki bedende tektiler sanki…
Şimdi; adam suskun. İçindeki, o engel olamadığı gönül darlığından kurtulmak istercesine, peki diyebildi eşine, ancak belki de evlilikleri süresince ilk defa eşine içindeki gönül darlığından bahsedemedi çünkü yola çıkacak olan eşinin moralinin bozulmasını istemiyordu.
Bir gece öncesinde; yatağın ucunda oturmuş, eşinin valizini hazırlamasını izlerken düşünmüştü eşini, onu ne çok sevdiğini ve hayattaki en değerli varlığı olduğunu, onsuzluğun canını tahmin edemeyeceği kadar yakacağını…
Kadın; sanki bunları yüksek sesle söylediğini duyarcasına eşine doğru dönmüş ve yanına oturup, başını omzuna yaslayıp : “ sensizlik ; karanlık dipsiz bir kuyu gibi, sensiz eksik ve yarımım ben sevgilim, seni ne çok özlediğimi bilsen bu yolculuklar boyunca. Sen; benim bu hayattaki en değerli varlığım, gözlerine baktığımda dünyayı unuttuğumsun “ demişti…
Valiz hazırlanmış, kapının önünde duruyordu. Sabah erken uyandılar, birlikte yola çıktılar. Havaalanına geldiklerinde, sarıldılar sıkıca, birbirlerinin kokularını çektiler ciğerlerine, adam saçlarını okşadı eşinin, ellerini gezdirdi yüzünde, öpüştüler ve kısa bir ayrılığın yolculuğu başladı.
Kadın Roma’ya vardığında karşıladılar onu. Toplantıya katılmak üzere bir otelin seminer salonuna doğru yola koyuldular…
Büyülü bir şehirdi Roma. Tarihin derin izlerini taşıyan yapılar, müzeler, kliseler ve fakülteler önünden, kentin büyük caddelerinden geçerlerken kadının da içine bilmediği bir sıkıntı çöreklendi ve yumru oldu yüreğinde.
Oteldeydiler.
Otelin seminer salonuna doğru ilerledi. Pencerelerin kenarına tutturulmuş koyu bordo perdeleri, duvarlara monte edilmiş ruhani çizgiler taşıyan portreler, tarihin bilinmezliklerine götüren tuhaf oymalar ile işlenmiş ahşap sıralar ve önlerinde duran masalar. Kasvetli bir iç mimari ile dekore edilmiş seminer salonundaydı şimdi. Yüreğine çöreklenen sıkıntı giderek büyümüştü sanki. Seminer salonundaki yerini aldı ve konuşmasını yapmak üzere bekledi.
Konuşma sırası ona geldiğinde, adının anonsu ile birlikte ayağa kalktı, etrafındaki diğer konuşmacı ve dinleyicilere başıyla selam verdikten sonra kürsüye doğru yol almaya başladı. Kürsüye giden yol; duvarlarda duran resimlere gözü takıldıkça giderek uzadı, bir an hiç kürüye varamayacak gibi düşünürken ayağı halıya takıldı ve hafif bir sendeledikten sonra kürüyse varabildi en nihayetinde.
Kürsüden; karşısında duran topluluğa baktı, hemen hepsi bu kasvetli iç mimarinin kasvetini üzerinde taşıyan kıyafetler ile yüzleri asık bir ifadeyle bakıyorlardı sanki ona. Derin bir nefes aldı ve bu topluluğa aykırı bir tek ben varım galiba dedi içinden.Konuşmasına başladı. Eşi geldi gözlerinin önüne ve devam etti konuşmaya, konuştukça coşuyor, tüm enerjisi ve kuvvetini eşinden alıyor ve pozitif bir enerji yayıyordu seminer salonuna…
Konuşması bittiğinde ayakta alkışlanıyordu…
Konuşma sonrası tüm ısrarlara rağmen kokteyle kalamamış ve seminer salonundan ayrılarak otelin bahçesine çıkmış ve eşini aramıştı.
Eşiyle aynı heyecanda, sanki ilk kez birbirlerinin seslerini duyuyorlarmışçasına konuştular, eşinin destekleyen ve kendisini seven sesi onu kısa sürede olsa içindeki sıkıntıdan uzaklaştırmıştı.
Otel’deki odasına gitti. Odası da küçük dubleks tarzda yapılmış, koyu bordoya çalan ahşaplardan duvarları ve yukarıdaki kapısız odaya çıkan merdivenleri ve aynı sıkıcılıkta şifonyeri ile ruhunu daraltmaya yetmişti. Valizini açtı ancak eşyalarını dahi yerleştirmek gelmedi içinden.Hızla aşağıdaki banyoya yöneldi ve duşunu aldıktan hemen sonra kendini dışarıya attı. Resepsiyona gidebileceği yerleri sordu ve önce Collesiuma’ a gitmeye karar verdi..
Büyük bir cadde üzerinde duruyordu Collessium, gün henüz kararmamıştı ve öğle üstüydü saat 15.00 suları, giriş kapısını bulmakta zorlandıktan sonra biletini alarak girdi Collessium’a, kendisinden başka kimsecikler yoktu orada. Uzun dar labirent gibi yollardan avluya bakan alana doğru ilerledi. Avluda ; iki adam birbirleriyle hararetli bir tartışma içindeydiler. Anlayamadığı bir konuşma sürüyordu ancak çıkan ses tonlarından hiçte hoş olmayan bir pazarlığın olduğu anlaşılıyordu.
Tartışma kızışmış, kadın saklandığı balkondan çıkamayacak kadar ürkmeye başlamıştı. Adamlardan biri , diğerini tartaklamaya başlamıştı, karşılıklı tartaklamalar artmış, tekmeler, tokatlar havada sallanıyor, Romalıların Aslanları kölelerle kapıştırdığı bu avluda , iki adam birbirlerini dövüyorlardı. Bir anda, adamlardan biri, avlunun tabanındaki oyuktan aşağı düştü, diğeri ayaklarıyla adamın ellerini ezercesine zıplıyordu adamın elleri üzerinde, adam bir kuvvet tekrar çıktı yukarıya ve uzağında duran silaha uzandı eli ve diğerine ateş etti, adam yığıldı yere.
Kadın gördükleri karşısında dehşete kapılmış, nefes almadan sıkıştığı balkondan hareket etmiyordu. Vuran adam kaçmıştı, ölen adam ise duruyordu avlunun ortasında sere serpe. Kadın dumura uğramış, kanı donmuştu ve sıkıştığı yerde giderek küçülmüş, büzülmüştü çöktüğü yerde.
Ve akşam olmuştu, kararmıştı hava. Kadın hızla kalkmış ve koşmaya başlamıştı, karanlığın içinde elleri duvarlara çarpıyor, ayakları yerdeki tahtalara takılıyordu. Collesium’dan çıkmayı başardığında ise artık elleri, ayakları, yüzleri yara bere içindeydi.
Otele geldi. Savaştan çıkmış gibiydi. Kendisini odasına, yatağının üzerine attı ve başladı ağlamaya, avazı çıktığı kadar haykırıyordu, “neden böyle bir cinayete tanık oldu” diye… Bir ömür unutamayacağı bir korkuydu bu ve bunu nasıl anlatacaktı eşine, anlatmalı mıydı ? Anlatamazdı gördüklerini. Peki ama anlatamasa bile , eşi ; onun yüzündeki acıyı anlayabilecek kadar iyi tanıyordu kendisini. Anlatmalıyım dedi ancak eşimin benimle aynı acıyı yaşamasını istemiyorum ben dedi. Çıkmamalıydım bu yolculuğa, çıkmamalıydım dedi.
Eşi yanında uzanmış, başı ; eşinin o güvenli, sevgi dolu göğsünün üzerinde duruyormuşçasına başladı anlatmaya , anlattıklarını bir mektup ile eşine yazmaya …
Sevgilim,
Gelirken, içine çöreklenen sıkıntının sesini duydum ancak senin seslendiremediğin iç sesine ses veremedim. Bu yolculuk önemliydi ve sessizliğinin sesine ses veremedim bu yüzden…Biliyorum sevgilim, bencillik ettim sevgimize…
Gelirken senin içine çöreklenen sıkıntı, senden ayrıldığım an çöreklendi benim içime. Bu sıkıntı ile olsa gerek kendimi attım dışarıya ve inanılmaz , akıllara durgunluk verecek bir cinayete tanık oldum, günün ortasından gecenin karanlığına kadar. İçim karadı sevgilim, aklım durdu, kanım dondu. Kendimi; tanık olduğum bu durumdan ötürü kirletilmiş, yok olmuş biri gibi hissettim.
Şimdi, korkuyorum sevgilim. Korkuyorum sevgisizliğin cehenneminden , açgözlülüğün merhametsizliğinden, gözlerini kan bürümüş sorunlu canilerden. Korkuyorum sensizlikten, sesini duyamadığım sessizliğinden, bana sarılamamandan, nefesini nefesimde hissedememekten, buradan bir an önce yola çıkamamaktan , oraya varamamaktan, senin yanında olamamaktan.
Ellerimi tut, bırakma , sarıp sarmala beni şimdi ne olur, sesimi duy… Sessizliğinin sesini duyamamanın bedelini ağır ödedim burada. Sessizliğinle seslenme bana, sesinle yürek ver bana, yüreklendir, daha önce yaptığın gibi.
Sevgilim,
Gelirken içine çöreklenen sıkıntı, senden ayrıldığım an çöreklendi benim içime, sarıl bana, unuttur sevgisizliğin cehennemini , açgözlülüğün merhametsizliğini…
Yarın dönüyorum, döndüğümde ne kadar ben kalmış olur bende bilmiyorum.. Bildiğim tek gerçek seni seviyorum sonsuza kadar….
Yazdığını valizinin iç cebine yerleştirir ve sızar yatağının üzerine…
Havaalanına vardığında eşi karşılar, ellerini tutar sarılır sevdiğine. Kadın yol boyunca susar. Ellerinin içindeki yaraları saklar, yüzündeki çizikleri makyaj ile kapatmıştır. Evlerine vardıklarında , sarılırlar birbirlerine, kadın hıçkıra hıçkıra başlar ağlamaya. Adam şaşkındır, gülümser, neler oluyor diye sorar, kadın susar ve sarılır sıkıca eşine, bana sıkıca sarıl der.
Adam mutfağın penceresinden bakar bahçeye, gözleri dalar uzaklara, eşine sarıldığı o an’a, ellerini çekmişti eşi usulca, yol boyunca konuşmamıştı nedense, oysaki susmazdı hiç, evimize geldiğinde ağlamıştı birde. Şimdi ise eşim yatak odasında ben mutfakta . diye düşünür…
Adam yatak odalarına doğru ilerledi, eşi yüzükoyun uzanmıştı yatağın üzerine, yanına uzandı, elleriyle saçlarını sevdi önce, kadın yüzünü döndü eşine, adamın gözleri eşinin yüzündeki çiziklere takıldı, sesini çıkarmadı, eşinin yüzünü sevdi, ellerini aldı avuçlarının içine, avuçlarındaki çizikleri de gördü sonra, sesini çıkarmadı yine, eşini sevmeye devam etti. İnce narin dokunuşlarıyla dokunuyordu eşine.
Eşi ; kollarında uyudu adamın. Adam öylece baktı sevdiğinin yüzüne sevgiyle, aşkla, acısını yüreğinde hissederek.
Sabah kadın uyandı önce, baktı sevdiğinin yüzündeki masumiyete, parmak uçlarıyla dokundu yüzünün her bir noktasına, yaslandı eşinin göğsünün üzerine…
Uyandılar, kadın duşa gitti, eşi peşi sıra, bacaklarındaki çizikleri de gördü adam, baktı eşine. Eşi ağladı. Adam şaşkın ve çaresiz. Duştan sonra , birlikte oturdular, adam başladı önce konuşmaya :
“Biliyorsun ki sen ; benim ömrümsün, ömrümün uzun ve anlamlı yolculuğusun. Sen; benim sessizliğimin sesi oldun hep, gözlerimin buğusu, ışığı oldun hep, saçının bir teline gelen bir acı benim tüm benliğimi acıtır. Kalbim acır seninkinin acıdığı kadar. Sen ; benim canımın yarısı, sevdiğim, karımsımsın. Başına ne gelmiş olursa olsun, sen ; benim nefesimsin. Senin nefes alamadığın yerde ben de nefes alamam bilirsin. Hadi ne olur , içine düştüğün kabustan beni de uyandır kendinle birlikte “ der…
Kadın derin bir nefes alır ve anlatır olan-biteni gözyaşlarıyla. Adam gülümser, sevdiği kadına der ki ; mektubunu buldum, valizin iç cebinde ve okudum, sana söyleyemezdim okuduğumu , senden duymak istedim tekrar beni ne çok sevdiğini …
not : önerilerim ; Ayla Dikmen , Yaşar " ilke ve son aşkım olacaksın " http://www.dailymotion.com/video/x8e04s_ayla-dikmen-yasar-ilk-ve-son-askim_music
Sertab Erener " Aşk Ölmez " http://www.dailymotion.com/video/x2m3y5_sertab-erener-ask-olmez-biz-oluruz_music
Bülent Ortaçgil " Sensiz Olmaz " http://www.dailymotion.com/video/x15dya_bulent-ortacgil-sensiz-olmaz_music