- Kategori
- Tarih
Bataklıklar Geri Çekildiği Zaman

1938 yılında, yeni yeni ayaklara sahip olmaya başlayan bir balık türüne ait, canlı bir "coelacanthe" yakalanmıştı...
1928 yılında, Grönland Adası'nın doğu kıyılarına yakın bir adada, gerçek ayakları olan bir balık taşılı bulunmuştu... Bu balık taşılının kafatası ve kuyruğu balıklarınki gibi olmasına rağmen, kollarını ve bacaklarını omurgaya bağlayan güçlü kemikleri, hattâ beş parmağı bile vardı!
1935 yılında Kanada'da, karalara ilk çıkan kurbağaların atalarının kafatasına hayli benzeyen büyük ve iri bir kafatası keşfedildi. Ne var ki, vücuduna ait hiçbir parça ele geçirilemediğinden, bu garip yaratığın hayvanlar alemindeki yeri saptanamadı.
İnsanoğlu, geçmişin izleri bulunan toprakları araştırırken, hayatın bugüne kadar izlediği yolun üzerinde birtakım bellilik noktaları keşfeder. Lâkin bu canlı varlıklar zincirinde ne yazık ki birçok halka eksiktir.
Bunun yanı sıra bazı noktalarda kimsenin şüphesi kalmamıştır... Yaşamın belli bir döneminde, yüzgeçleri ayağa dönüşen balıklar sulardan karalara çıkmışlar ve gün geçtikçe cesaretlenmişlerdir.
O çağlarda suyun dışında besin bulamama problemi yoktu. Çünkü bitkiler, birkaç yüz milyon seneden beri masayı kurmuşlar, misafirleri yemeğe bekliyorlardı! Lâkin, gelen misafirler gidici değil, kalıcı olmuşlardı! Bu yeni gelenler, kendileri gibi karaya henüz ayak basmış böcekleri de çerez olarak tüketiyorlardı. Hem bu tarihöncesi hayvanların torunları olan sürüngenlerle kurbağagiller, atalarının sinek avcılığı merakını günümüze kadar getirmişlerdir.
Bu hayvanların şeklini hayâlimizde canlandırmak istersek, kurbağaları ölçü olarak almamamız gerekir. Çünkü kurbağalar, iribaş denilen yavru durumundan ergin duruma geçerken kuyruklarını kaybederler. Ayrıca kurbağaların derilerinin üzeri çıplaktır; halbuki kıtaları fetheden atalarının gövdeleri çoğunlukla kemikli pullarla kaplıydı. Zırhlarına, kocaman kafalarına, çok güçlü dişlerine bakılırsa, bu canavarları timsahlara benzetebiliriz belki. Fakat bunlar iki solunumlu değil, sadece suda yaşayan hayvanlardır.
Bu eski yaratıkların, hiç değilse küçük cüsselilerine verilebilecek en iyi örnek, şimdiki su semenderleridir. Bir metreyi geçen canavarları, birkaç metreyi bulan dev hayvanları hayâl edebilmenin hattâ sözde "görmenin" en iyi çaresi, tarihöncesi çağları konu edinen filmlere gitmektir!
Zamanla karada "hava almaya" alışan, günden güne cesaretlenen bu yaratıkların deniz kenarında gezindiklerini sanmayın sakın. Yer tarihinin "Birinci Zaman"ında, yâni bundan 250-350 milyon yıl evvelki dönemde yeryüzünün büyük bir kısmı bataklık ormanlarıyla kaplıydı. Dev kurbağagiller toprağın, suyun ve bitki örtüsünün birbirine karıştığı bu bataklıklarda yaşamaktaydı. Ancak Birinci Zaman'ın sonuyla İkinci Zaman'ın başlarında iklim koşulları değişti, havalar ılındı, bataklıklar geriledi, bir kısmıysa kurudu. Bunun sebebi, birçok yerde büyük dağ kitlelerinin ortaya çıkmasıydı. Böylece, bataklık sakinleri bundan böyle daha az nemli, hattâ kuru bir ortamda yaşamak zorunda kalmışlar, bu iklim şartlarına ister istemez alışmışlardı.
Burada asıl önemli olan değişiklik, bu hayvanların yumurtlamak için bir daha suya dönmemeleri ve yumurtalarından bir daha suda büyüyen iribaşların doğmamasıdır. Bu şekilde kurbağagillerden yavaş yavaş sürüngenlere geçilmiştir.
İşte yeryüzündeki bu iklim değişikliği yeni bir çağın başlamasına neden olmuş ve Yer tarihinde İkinci Zaman adını alacak olan bu yeni dönemde karalara hakim olan sürüngenler, çoğu dev yapılı, birçok türe ayrılmıştır.