Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Eylül '09

 
Kategori
Bayramlar
 

Bayram özlemi ile mutlu bayramlar!

Bayram özlemi ile mutlu bayramlar!
 

Hatırlıyorsunuzdur bayram öncesi tatlı telâşları… Çocukluğumuz da bir başka, gençliğimizde daha bir farklı, evliliğimizde ve şu an!

Bayramlar heyecandı. Başucumuzda uyuduğumuz ‘bayram kıyafetlerimiz, ayakkabılarımız’ olurdu. Sabah erkenden uyanır, giyinirdik. Bayram namazından büyüklerimizin dönmesini bekler, annemizin hazırladığı kahvaltı sofrasına gülen gözlerle otururduk. Mis gibi börekler, poğaçalar, huzur eşlik ederdi ‘bu güne kıyasla’ mütevazi sofralarımıza… TRT-1 de Mustafa Kandıralı ile bayram sabahları neşe doldururdu şimdilerde ‘salon’ olan oturma odalarımıza..

Sabırsızlıkla kalkmayı beklerdik sofradan. El öpmek için sıraya girer, kolalı mendiller içerisinde harçlıklarımızı alırdık. ‘Tokalaşmazdık’ büyüklerimizle… El öptüğümüz de ‘el öpe öpe bu hale geldik’ diyenler olmazdı. Harçlıklarımızla mahallenin bakkalına koşardık. Zambo ciklet, akide şekeri, balon alırdık. Kapımızın önünde ki eşiklere oturur, arkadaşlarımızla paylaşırdık. Arife gününden ya da bayram sabahları kabristan ziyaretlerine giderdik! Sevinçle hüznün farkını yaşar, küçücük beynimizle muhakeme yapmaya çalışırdık. Sadece kendi yakınlarımızın değil, başkalarının mezarlarının önünden geçerken de ‘büyüklerimizden öğrendiğimiz’ dualardan okurduk aklımızda kaldığı kadarıyla. Çünkü annemiz, babamız da okurdu! Komşu büyüklerimizin ellerini öpmeye giderdik. Beklentisiz…Tertemiz kıyafetlerimiz ‘bu güne özeldi’. Ailelerimizin de öyle. Döpiyesli annemiz, takım elbiseli, kravatlı babalarımızın yanında, ikram edilen şekerleri ‘avuçlamadan’ bir tane alır ‘teşekkür’ ederdik… Sonra lunaparklar… Macuncu, pamuk şekerci, atlı karıncalar, dönme dolaplar, salıncaklar.. Çocukça, çocuk gibi, insanca, uygarca, özümüze uygun…

Gençliğimizde de hiç isteksiz değildik bayramlarda. ‘Benim uykum var uyuyacağım’ demez fırlardık yataktan. ‘Beni bayram namazına kaldırmayın.’ demezdi delikanlılar babalarına. Bunu baskı addetmezdi hiç kimse! Baba, yanındaki delikanlı ile gurur duyardı. Dünki küçücük oğlu büyümüş, gelenek, göreneklerine uygun, halâ büyüklerinin elini saygı ile öpen genç bir adam olmuştu. Kızlar evde annelerine yardımcı olur, gelen misafirlere şeker ikram eder, kahve yanında likör, ardından tatlıları servis ederdi. Genç olmanın, aile olmanın sorumluluğunu taşırdık, ailemizle zaman geçirmeyi ‘özgürlüğümüzün kısıtlanması’ olarak düşünmezdik. Hristiyan, Musevi dostlarımız vardı. Onlarda özel günlerde kiliseye, sinagoga gider, bizler gibi aynı masa etrafında aile bireyleriyle yemek yer, dua ederdi. Biz onlara Hristos anesti (Alithinos anesti! ) derdik, onlar bize ‘İyi Bayramlar’…

Sonra evlendik… Çalışıyor olmamızın, bu günlere gölge düşürmesine izin vermedik! Annemizin yaptığı gibi börekler açamasak da, ‘bayram namazından dönerken poğaça, simit’ rica ettik eşlerimizden.. Tatlı yapacak zamanı yarattık. Gelen olmasa da ‘bayram yemeği’ hazırladık. Kumaş mendil göreneğini devam ettirdik, komik bile olsak! (Şimdilerde hoş kapıya gelen çocuk da yok artık! ) Her zili çalana harçlık veremesek de şeker ihmal etmeyi unutmadık! Biz gelenek göreneklerimize göre yetiştirdik evlâtlarımızı. Sonra ne oldu? Bir de baktık ki yaşadığımız toplum başkalaşmış!

Bayramlar ‘tatil’ ilân edildi. Din sürekli istismar edildiğinden ‘Dini Bayram’ kavramı antipati oluşturmaya başladı. Bayram namazına gidenler ‘beni de onlardan zannedecekler’ kaygısı ile vazgeçti. Gençler ‘of ya uykum var, sabahın köründe neden kaldırıyorsun’ demeye başladı. Kadınlar eşlerine ‘ bütün sene çalışıyorum gelene gidene hizmet edemem. Hem burada kalınca daha çok masraf oluyor.’ diye tuhaf bir gerekçe sundu. Genç kızlar, delikanlılar ‘zorla’ eve gelenlerin yanına çıkıp, tokalaşıp odalarına çekildi. Anne, baba elleri öpülsün diye bekledi. Bayram sabahları baba namazdan döndüğünde eşi ve çocukları halâ uyuyordu! Dönme dolaplar boş dönüyordu… Ne ölüye saygı kalmıştı ne diriye! Ama yabancı dostlarımız halâ sinagoga, kiliseye gidiyor, özel günlerde ibadet ve kutlamalarını yapmaya devam ediyorlar… En gencinden en yaşlısına kadar…

Anadolu’mu bu yüzden çok seviyorum. Anadolu çocuklarını gençlerini de… Saygı kavramlarını yitirmedikleri gibi, bayramları bayram gibi yaşayıp yaşatabiliyorlar… Büyük şehirlerde yaşayanlar kadar yozlaşmış değiller!

Bayramlar; birlik ve beraberliğin, dostluğun, sevginin, sevincin, hüznün paylaşıldığı, pekiştiği günlerdir. İnsan olmanın ayrıcalığını yaşatır bizlere. Kırgınlıkların giderilmesi için fırsattır.

Tüm blogger arkadaşlarımın, dostlarımın, değerli okuyanların Ramazan Bayramını kutluyor; ülkeme huzur, bolluk, bereket diliyor; bu topraklar üzerinde yaşayan ve bizimle aynı sevinci paylaşan tüm etnik kökenli dostlarımıza teşekkür ediyorum…

Saygılarımla.

Nur Zeynep Çelik.
18.Eylül.2009

 
Toplam blog
: 347
: 1365
Kayıt tarihi
: 31.10.07
 
 

İstanbul 25 Temmuz : /… İşletme tahsil ettim. Özel ilgi alanım olduğu için 2 yıl Psikoloji okudum..