Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ekim '12

 
Kategori
Bayramlar
 

Bayramda annesizlik

Bir hafta oldu.

6 çocuk annesini kaybedeli tam bir hafta oldu. O 6 çocuktan biri benim kardeşim dediğim insandı. Yakın iki şehir kadar uzak olan iki semt aralığını hiç düşünmeden aşıp gittim yanına. Buz gibi iki kelimelik bir mesajla öğrendik. 'Annemi kaybettik.' yazan kısa, ruhsuz ama bir o kadar da acı dolu bir mesaj. 

Ağlamadı..

Ben bile dokunsalar ağlayacak durumdaydım ama o hiçbir şey yapmadı. Boş boş baktı sadece. Kınanacak bir durum yoktu aslında, herkesin acısını dışa vurma şekli farklıdır sonuçta. Aklıma gelen yüzlerce şey varken ses tellerim bana ihanet edercesine kıpırdamadı.

Sarıldım.

Uzun zamandır kestirmesini söylediğim yumuşak saçlarının arasında gezdirdim titreyen ellerimi. Ben ağlayamam kolay kolay. Yutkunamadığım saniyeler boğazımı yakar, gözlerim artık isyan eder akıt beni dercesine ama yapamam. Bu kendini tutmak kadar basit bir şey değil, sadece cesaret edememek. O anda o kadar önemsiz gelen onlarca sebebin beni doldurmuş olmasıyla bir ağlasam susmazdım zaten biliyorum. Sadece 'ağlamak istediğinde bana gel, omzum sana ayrıldı' dedim espriye vurarak. Sadece teşekkür etmesi beklenebilirdi ama gülümsedi en çocuksu haliyle. Öyle güzel gülümsedi ki hem de o anda hem hayatın adaletsizliğine hem de dert saydığım tüm olumsuzluklarıma küfrederken buldum kendimi. Ben de gülümsemeye çalıştım yanan gözlerimi o saflığına dikerek. Bütün bir akşamı o tek bir damla gözyaşı döksün de rahatlasın diye dileyerek geçirdim.

Ertesi gün geldi, malum cenaze töreni..

Erken saatte şehrin içerisinde ama bir o kadar da dışında olan bir köye gittik. Bu sefer başkaydı. Yine ağlamadı ama bu sefer gözleri bir başka bakıyordu. Ağlama potansiyeliyle dolu dolu ama bir o kadar da gülümsemeye çalışır gibi bakıyordu. Bu durumun en büyük etkeninin kendisinden 3 yaş küçük kız kardeşi olduğunu düşündüm. Cami tanıdıklarıyla doluydu ama bir o kadar da tanımadık vardı, malum köyde herkes birbirinin iyi-kötü gününe koşar ya..

Kimisi ağlamaklı gözlerle bakma şartlanmasıyla gelmiş, kimisi kendi havasında, kimisi acı çeken kimiyse gözyaşlarının sahteliğini saklayamayan insanlar bir yandan da benim kim olduğumu bilmeden yanlarına aldılar. Benim gözümse sadece arkadaşımın kız kardeşini görüyordu. Acısını saklamaya çalışır gibi kendini tutmaya çalışması o kadar göze çarpıyordu ki..

İlgi çekmeye çalışır gibi görünmemek için sussa da içinde kopan fırtınaları tahmin edebiliyordum. O an sadece o fırtınada kaybolmamasını diledim. Başta konuşamadım onunla, ne diyebilirdim ki? Geçecek desem şu anda ona küfür gibi geleceğinden emindim. Sus demeye hakkım zaten yoktu, hiç kimsenin olmadığı gibi. Hoca sordu.

-Nasıl bilirdiniz?

Bilmeyenler bile iyi bilirdik dedi hep bir ağızdan.

-Hakkınızı helal ediyor musunuz?

Hakkımız olup olmadığını sormadan.

Basmakalıptı her şey..

Gözyaşları hariç.

Dua okunurken o kızın gözyaşlarını nasıl yuttuğunu gördüm. O sırada sırtını sıvazlayanlar, sanki hiçbir şey olmamış gibi susturmaya çalışan yaşlı kadınlar.. Onunla yalnız kalmak için fırsat kolladım ve en sonunda dolaşmayı teklif ettim. Sadece bir baş hareketiyle onayladı, konuşamazdı, sesi titrerdi. Varsın titresindi, ama o güçlü durması gerektiğinin bilincinde olan nadir olgun çocuklardandı. Yürüdük, bir şey diyemediğimden yalnızca sırtını sıvazladım. Durdurdum yolda. Çok da klişe olmamasına dikkat ettiğim acıtmayacak birkaç söz ettim. Ağlamıyordu ama anladığı, onayladığı belliydi. Kömür karası ve o kömürün yanmış kırmızılığının birleştiği iri gözlerle bana bakmasını sağladım. Utanıyordu acısından. Kendimden örnekler verdim, hatta sanırım biraz abarttım, acının alışılmış! yüzünü fark etsin diye. Bana baktı, güvenmişti sanırım. 'Bugün kendine izin ver istediğin kadar ağla, ama bir daha asla ağlama. Ne kendini ne de anneni daha fazla üzme!' diyebildim. Yutkunmam gerekmese belki de sesimin çatallığı bana olan güvenini kaybettirecekti. Sarıldım, karşılık verdi. Omzuma yaslanmasını sağladım. Hıçkırarak ağlamaya başladı. Bir yandan da hiç bir zaman annesininkinin yerini tutmayacağını bile bile saçlarını okşadım. İyi gelmişti sanırım. Bir iki dakikalık o patlama bile rahatlatmış, yalnız olmadığını hissettirmişti. Hayallerinden bahsettirmeye çalıştım. Çocuk gelişimi okuyordu. Çok iyi bir işi ve ilerde çok iyi bir anne olacağını söyledim. Vasatlaşmıştı konuşmamın seyri. Sustum, tekrar sarıldım. Daha hafif bir tonla bir iki dakika daha ağladı ve kalabalığa geri döndük. Herkes bir tarafa dağılmıştı. Sanırım bu cenaze sonrası verilen yemeğin kerametiydi. Biz de sakin olan alana doğru ilerledik. Yemek yemesini sağlamalıydım. Masalara geçtik yine yanında olmaya özen gösterdim. Yemeğe dokunmayı bırak bakmıyordu bile. Gözleri yine sulanmıştı. Yemezse zorla yedireceğimi söyledim espriye vurarak. Gülümsemeye çalıştı. Birkaç dakika sonra bazı akrabalarının da zoruyla bir şeyler yedi. Küçük çocuklarla ilgilendi, kafası az da olsa dağılmış gibiydi. Ayrılmadan önce abisinden numaramı almasını ve ne zaman isterse bana ulaşabileceğimi söyledim. O artık benim de kardeşimdi. Bunu yapay bir zorunluluk göstergesi olarak değil de gerçekten isteyerek yapıyor olmam beni şaşırtmıştı, sanırım büyüyordum..

Oradan ayrıldıktan sonra bir süre kendime gelemedim. Eve gitmek ve sadece uyumak istiyordum ama tabiki uyuyamadım. Ve aradan bir bir hafta geçtikten sonra, yani dün bir mesaj aldım. 'Napıyorsun ablacım?' yazıyordu. Başta kim olduğunu anlayamadım, numarası yoktu ama sonra anladım kı manevi kardeşim Fatma'ymış. Onunla normal sohbet etmeyi sıradan şeyler konuşmayı çok isterdim ama standart bir insan gibi öğütler verirken buldum kendimi. Anladım ki insan ne kadar zorlarsa zorlasın ölüm denen vaka kendi başında değilse çok klişe konuşuyor ve bu da çok yardımı dokunur bir şey değil. Fatmayla başka şartlarda tanışmayı çok isterdim ama artık elden gelen bir şey yok. Onun acısı benim de acım. Hem canım arkadaşımın hem de Fatmamın acısına ortak olmak onlarla olup rahatlamalarını sağlamak benim için her şeyden önemli. Ve bu yazıyı yazmaktaki amacıma gelecek olursak..
Bugün bayram.

Kimimizin annesi yanında, kiminin uzakta, kimininse cennette. Ama onlar hep bizimle ve mesafelerin içimizi sızlatmak dışında bir anlamı yok. Benim annem de benden çok uzaklarda, yanımda olmasını ve gerçek bir bayram geçirmeyi çok isterdim ama hayat çok önceden öğretti her isteğimizin olmayacağını. Diyeceğim o ki: annenizle zaman geçirmek için çok geç değilse gidin sarılın ve sevdiğinizi söyleyin.

Onlar elbette ki biliyor sevildiğini ama duymaları için geç olmasını da beklememek gerek değil mi ?

 
Toplam blog
: 25
: 274
Kayıt tarihi
: 13.08.12
 
 

Bir müzik aç sokakların şenlensin. Özgürsün, yollar senin. Git gidebildiğince. Giy en şatafatlı e..