- Kategori
- Bebek - Çocuk
Bebek olmak ve gülebilmek yeniden...

Ağlar ya hani hep bebekler... Yanlış biliniyor aslında onlar ağlarken de gülerler bana göre. Çünkü ağladıkları anda yanlarına koşacak bir melek vardır her zaman. Benim de vardı bir zamanlar. Şimdi de var aslında ama her ağladığımda yanıma koşmuyor. Sorunum o anda çözülmüyor, çözülemiyor. Kendi başına kalıyorsun bazı zamanlar. İstemeyerek belki. Belkide kendi cezanı çekiyorsun, yanlış yaptığın bir şey yüzünden. Bebekken yanlış bir şey yaptığında kızılır sana. Bir şey kırdığında falan... Evin sahibine mahcup olmuş bir şekilde çocuğunu azarlar anne. Belki de kendini tatmin edebilmek için ve ev sahibine "Bakın ben cezasını veriyorum" diyebilmek için. Halbuki çocuktur yapar yani. Sen bağırırsın o küçücük şeye. Kırılır onun küçücük kalbi. O an sevmez seni hiç. Sen de sinirin geçince anlarsın zaten, o kadar küçük bir şey için, hayatında ki en küçük ama en değerli şeyi kırmaman gerektiğini. O inanılmaz şeyin kırdığı bir cam parçası, daha çok yaralar onun yüreğini. Annesi, onun en değerli varlığı kızmıştır ona. Başka kimi tanıyordur ki bu hayatta zaten meleği ve babasından başka...
Annesi çalışıyorsa o minik şeyin, bekler eve gelene kadar meleğini camda. Huysuzlanır, arar en değerli varlığını, tek koruyucusunu. Gelince annesi eve, dünyanın en mutlu insanıdır o. Hayatında duyduğu ilk koku, şimdi tekrar burnundadır. Belki bu bir göçebenin kendi evinin kokusu kadar mutluluk verir ona. Sorumluluklarımızdan uzakta, sevdiklerimizin yanındayken mutfaktan gelen koku kadar lezzetlidir onun için. O koku, onun hattaki en pahalı şeydir aslında. Minik elleriyle sarılır annesine. Annesi de o an dünyanın en mutlu insanıdır. Karşısında umudu, sevimliliği, mutluluğuyla bir kopyası durmaktadır. Bütün dertler unutulur, oynamaya gidilir küçük melekle...
Kahkaha atar belki de o minik şey, bizim bile atamadığımız içtenlikte. Güler hayata, oynar oyununu, sütünü ne zaman içeceğini düşünerek. Öyle ya tek derdi odur onun. Ne bir iş, ne bir sınav, ne bir sorun kafasında yoktur. Annesiyle, babasıyla, sütüyle ve kahkahasıyla büyür yıllar boyu. Kahkaha atınca küçücük şey, bizi de saçma bir mutluluk sarar. Sanki hiç kahakaha atan olmamış gibi karşımızda. Birbirimize gösteririz "Bak ne güzel gülüyor" diye. Sonradan düşününce aptalca gelir belki, ama onca sorumluluğun altında onun kahkahası bize bir çıkış yoludur. Hayatta çalışmaktan daha önemli şeylerin olduğunun farkına varırız bir an. Onun kahkası br özlem uyandırır içimizde. Eski günler hatırlanır. Bizim de o kahkahaları attığımız günler... Sonra hüzün! Nerede kaldı miniğin kahkahası peki? Bu kadar mıydı mutluluk? Bak karşında duruyor o kocaman kahkaha. Küçücük bir bedene sığamayacak kadar büyük, şehvetli, daha 2-3 tane çıkmış dişlerini göstere göstere attığı o kahkaha minik bebeğin... Daha üstü var mı hayatta? Daha neşelisi? Daha büyüğü?
Herkese kocaman bir kahkaha diliyorum içimden... Bir bebeğin vücuduna sığan ama bizim sıkışmış bedenlerimize sığamayan büyüklükte bir kahkaha...