- Kategori
- Öykü
Bekleme odası

Bekleme odasındaki siyah deri koltuklardan birine oturmuş, elimde dergi, bekliyordum. İçerisi oldukça basık bir yerdi. Tavan en fazla iki buçuk metre yüksekliğindeydi. Batan güneş pencerenin önündeki jaluzinin deseniyle beraber duvara yansıyordu. İlk geldiğimde direk olarak gözüme gelen güneş artık oldukça alçalmıştı. Nereden bakılsa yarım saattir buradaydım ve sıra hala bana gelecekmiş gibi görünmüyordu. Ofis aslına bakılırsa klasik bir dişçi ofisiydi. Sırf ortam dolu görünsün diye konulmuş taklit resimlerle doluydu içerisi. Odanın tamamını kaplayan yer yer lekelerin göze çarptığı açık kahve halıfleks aslında insana steril bir ortamda bulunmadığını anımsatıyordu ama sigortanın karşıladığı en iyi yerdeydim, bunun için bile sigorta şirketine uzun süre dil dökmem gerekmişti. Hatta o kadar ileri gitmiştimki telefonda, karşımdaki kadına flört girişiminde bile bulundum. Sonunda çabalarım sonuç vermişti lakin.
Elimdeki National Geographic’i bırakıp sehpanın üstünde duran Focus’un eski sayılarından hatta bu dünyada olup olmadığından şüphe ettiğim bu köhne dişçi ofisinde sararmış sayfalarıyla rahat bir üç-dört sene geçirmiş dergiyi elime aldım. Etrafındakileri izlemek için bire bir yöntemdir dergi üzerinden bakış atmak. Soldaki çift kişilik deri sofada bir buçuk kişilik yer kaplayan vücudundaki tüm katları sayabileceğiniz kırmızı bir penye giymiş, gözlüklü, alnı geniş, saçını arkada toplamış bir kadın oturuyordu. Elindeki Cosmo’ya o kadar gömülmüştü ki normalde büyük ihtimalle saklamaya çalıştığı gıdısı umrunda değildi. O, yarım kişilik yerede sığışmaya çalışan bir adam vardı.O da oldukça zayıf üstünde büyük siyah kareleri olan bej bir gömlek vardı. Adamın çelimsiz incecik vücudu yanındakiyle karşılaştırınca oldukça komik duruyordu. Tam olarak karşılaştıramasamda kadının bir göğsü adamın kafasından büyüktü sanırım. Çok net göremesemde adamın yer yer beyazlamış sakalları suratına karakter yüklüyordu. Hemşire seslendi: “Aykut Özdemir!” Sağ tarafta deri ceketli iyi saç kesimli elli beş altmış yaşlarında biri ayaklandı ve hemşirenin açtığı kapıdan içeri girdi. Yarım minderin hükümdarı, Aykut’un boşalttığı yere geçmek için atak yaptı. Kalkışı biraz zor olsada bunu başardı ve kıçını rahata erdirdi iki albino çocukla gelmiş sarışının yanında. Kadının ağzında dev bir sakız vardı hiç durmadan çiğnediği. Albinolar yerlerinde durmak bilmiyorlardı. Kadının yüz kaslarından anlaşılıyordu sakız durumunun devamlılığı. Bir anda göz ucuyla bana baktı ve bununla beraber kafamı dergiye yeniden gömdüm. Bir süre bekledim kafamı çıkardığımda halen bana baktığını fark ettim. Apar topar dergiyi masaya bıraktım. Bacak bacak üstüne atıp kollarımı bağdaştırdım. Gözaltı torbaları, dağınık saçları ve tüm çirkinliğiyle kötü bakışlar atıyordu bana sarışın. Sonunda bir hamlede ayağa kalktım. Kıçımın silüetini siyah deride bırakıp tuvalete yöneldim.
Şaşırtıcı derecede büyük ve temizdi dişçinin tuvaleti. ”Tek çalışanlar hademelermiş anlaşılan.” diye geçirdim içimden. O tuvalete girdiğinizdeki rahatsız edici tuvalet kokusu ve ıslak yerlerle karşılaşmayı bekliyordum halbuki. Bunun yerine ilk defa kullanıma açılmış kadar temiz bir tuvaletle karşılaştım. Elimi bakterilerden arınmışlığına güvendiğim lavabonun kenarına koyup, her detayı temizlenmiş aynada kendime baktım. Spora başladığımdan beri bir kaç kilo vermiştim gömleğim biraz bollaşmıştı. Saç kesimimden memnun değildim kafam büyüktü, onu olduğundan daha büyük gösteriyordu. Biraz da kollarım için çalışsam fena olmazdı. Oldukça zayıflardı. Tam pazularımı sıkmış aynada kendime bakarken içeri bir adam girdi. Hemen toparlandım ve tuvaletten çıktım. Albinolar ve kadın gitmişti ben geri döndüğümde. Belli ki içerideydiler. Yerim doldurulmuştu olabildiğine sarı ve çillerle kaplanmış yüzü olan bir adam tarafından. Albinolar ve sarışının yerine oturdum. Deri koltuk havasını çıkarana kadar tısladı. Herkes bana bakarken iri ve makyajlı hemşire seslendi “Barkın Büyükbeyaz!” Hemen ayağa kalktım. Kısık bir sesle: “Bulutbeyaz olacaktı.” dedim. Hemşire omuz silkti: “ Herneyse doktor seni bekliyor. ” dedi. Küçük adımlarla kafam eğik kapıdan içeri yavaşça ilerledim.