Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Aralık '08

 
Kategori
Güncel
 

Ben, Ruhi Su'dan özür diliyorum

Ben, Ruhi Su'dan özür diliyorum
 

1915 mağdurlarından Ruhi Su


20. yüzyılın başlarının ulusalcısı Enver Paşa, Turan hayallerine dalmamış olsa şimdi başımızda bir Ermeni sorunu olur muydu, kestirmek zor.

Biz Türklerin, hata yaptığımız yönündeki eleştirilere karşı geliştirdiğimiz en güçlü savunma aracı, ya başkasının da aynı hatayı yaptığını ileri sürüp aradan sıyrılmak, ya da hata öncesinde hataya yol açan süreçlerin varlığını, hatayı kaçınılmaz göstermek için ortaya sermektir. Elbette bu mantıkla hata hata olmaktan çıkar, sürecin içinde gelişen doğal bir eyleme dönüşür.

Ermeni tehciri meselesi de bu ülkede aynı yönteme tabii tutulur. Ermeni tehciri öncesinde, Ermenilerin Türklere yaptığı saldırılar, Rus ordusu ile işbirliğine girişmeleri, toplumlar arası çatışmalar vs, tehcir kararını doğal kılmaya yönelik gelişmeler olarak öne sürülür.

Oysa ki, Ermeni tehcirine karar veren hükümetin Harbiye Nazırı ve fikrin sahiplerinden olan Enver Paşa, aynı zamanda Sarıkamış faciasının da sorumlusuydu.

Aralık 1914 Erzurum’un Köprüköy’üne, yanında bir Alman generali ile gelen Enver Paşa, coğrafyanın, iklimin ve askerlerinin durumunu görmesine rağmen şu tamimi yayınlar;

“Askerler! Hepinizi ziyaret ettim. Ayağınızda çarık, sırtınızda paltonuz olmadığını gördüm. Lâkin karsınızdaki düşman sizden korkuyor. Yakin zamanda Kafkasya’ya gireceğiz. Orada her türlü nimete kavuşacaksınız. İslâm Alemi’nin bütün ümidi sizsiniz.”

Ve bu tamimin ardından 125 bin mevcutlu 9. Ve 10 kolordu, giyimsiz kuşamsız, erzaksız donanımsız askerlerle kış şartlarında Sarıkamış ve Allahüekber Dağlarına salındı. Ve bu iki koca ordu, düşmana tek bir kurşun bile sıkamadan ve 90 bin askerin soğuktan ölmesi ile büyük bir hezimete uğradı. Hayaller kafkasların soğuğuna rağmen eriyip gitmişti.

Tehcir kararı ise, Osmanlı'nın devletinin vasıflarını yitirdiğinin ve tükendiğinin ifadesiydi. Zaten aradan 3 yıl geçtikten sonra o devlet tarih sahnesinden silinecekti.

Sınırlarını koruma, o sınırlar içindeki vatandaşlarının güvenliğini sağlama, vatandaşları arasında iyi ile kötüyü, suçlu ile suçsuzu, haklı ile haksızı, muhtaç ile güçlüyü ayırt etme becerisini yitiren bir devletin ve onun hayalperest, kendi 100.000 askerini bile, bir hırs uğruna göz kırpmadan ölüme gönderebilen idaresinin, Ermenilere yönelik kararı ne yazık ki bugün bile içten içe bu toplumu yaralıyor.


1914’de yine Turan hayalleri ile, yaklaşan dünya savaşı için gizlice Almanya ile ittifak sözleşmesi yapan ve Osmanlıyı ittire ittire savaşa sokan İttihat ve Terakki yöneticileri, doğu cephesini de aynı mantıkla devreye sokmuşlardı.

Her iki adımda da başarısız olan ve daha da güçsüz hale gelen bir devletin, bu durumun acısını ve yine bu durumun ortaya çıkardığı riskleri, bir toplumu bu topraklardan silerek gidermeye çalışmasını, bugün mazur göstermek, haklı ilan etmeye kalkmak, “başka çare yoktu” demek, hatta daha da öteye gidip, bir devletin varlığını yok sayarak olayı iki toplum arasında yaşanan bir gerginliğe dönüştürmek çok da inandırıcı değil açıkçası. Bu inandırıcı olmayan söylem, bu ülkeyi dünya kamuoyunda da köşeye sıkıştırmaktan başka bir işe yaramıyor zaten.

Tehcir kararı, kendi tercihleri ile kendi elini zayıflatan, ardından bu hükümsüzlük ortamında yaşanan kargaşayı bahane edip, hatayı başka bir hatayla kapatma çaresizliğine, basiretsizliğine ve savaşın yarattığı vicdansızlığa kapılan bir devletin uygulamasıydı.

Şu ana kadar, yazının içinde, 1915’de yaşanan olayı yalnızca bizim ülkemizin resmi tezi ile yani tehcir sıfatı tanımladım. Bu konuda net fikir oluşturmuş da değilim. Olayı Ermeni tezi açısından değerlendirmekte de zorlanıyorum. Bu konuda beni en çok rahatlatan nokta ise içinde bulunduğum toplumun bir kusuru. Nerede okumuştum hatırlamıyorum. Okuduğum yazıda şuna benzer ifadeler vardı; “Türkler soykırım yapamaz, çünkü soykırım tanımında katliamın sistematik ve süreğen yapılması vardır. Türkler ne bir işi sistematik olarak yapabilirler, ne de başladıkları bir şeyi tam olarak bitirebilirler, başladıktan kısa bir süre sonra heveslerini ve ciddiyetlerini yitirirler.” Yazının çok da haksız olduğunu düşünmüyorum.

İşin bu yanını bir kenara bırakacak olursak, ben yaşananları büyük bir acı, büyük bir hata, hatta büyük bir felaket olarak değerlendiriyorum. Ermenilerden, ne şekilde ve hangi sebeple olursa olsun onlara bu coğrafyada yaşama hakkı vermediğimiz için, kendimizi kendi irademizle onlardan mahrum bıraktığımız için, ermeni ismini bu ülkede hala bir küfür malzemesi yaptığımız için özür dilemeyi mantıklı buluyorum. Ama elbette bu benim kendi adıma ürettiğim bir özür, kimseyi bağlamaz. Ama yok, bu kadar muğlak bir özür olamaz derseniz, onu annesiz ve babasız bıraktığımız Ruhi Su’dan ve 90 yıl sonra bile ona bu ülkede yaşama imkanı vermediğimiz Hrant Dink’ten özür dilerim. Keşke benim dedem Ruhi Su'nun anne ve babasını, keşke ben Hrant Dink'i koruyabilse idik.

Bu özrün, ne bu ülkeyi dünya konjektüründe zora sokan bir yanı, ne bu toplumu yaralayan, küçülten bir anlamı olduğunu düşünüyorum. Aksine kendisini kirleten, zehirleyen bir yarayı pansuman etme çabası olarak değerlendiriyorum.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..