- Kategori
- Aşk - Evlilik
Ben kadın mıyım?

Sketches of Akhmatova by Modigliani made in 1911
Hani, uğrunda dağlar delinen, şiirler yazılan, hasta olunan, çöller aşılan, en büyük inançların terk edildiği cinsiyetten miyim ben?
Tek tırnağına can feda edilen, adı başkasının ağzından geçti diye ortalık yıkılan, bir gözü baktı diye diğer göz tarafından kıskanılan o varlıkla aynı mıyım ben?
Bir göz süzmesine dünya feda edilen, baba ocağı mı yar kucağı mı diye sorgu sual bile edilmeyen, yollarına güller dökülen, “ana” olan, “yar” olan, yuvayı kuran, “at”tan sonra, “silah”tan önce gelen miyim ben?
Her tarafından çekilen bir kukladan farksızım. Eğer bu söz edilenlerin, üstteki okuduklarımızın tamamı kadın ise, bu işte bir yanlışlık var, ben başka bir cinsiyettenim.
Yine yalnız bir gece… Yine ben ve salon kanepesi. Çocuğumuz doğdu doğalı babasının gözü ondan başkasını görmüyor. En büyük sanat şaheserini yaratmış ve artık inzivaya çekilerek ölümü bekleyen yaşlı-hasta heykeltıraşlar gibi.
Ne kadar zaman oldu sevişmeyeli? Geçtiğimiz sene saymıştım, koskoca sene içinde iki kere sevişmiştik. Bu sefer sanırım 5’i bulduk. Önceki hafta bir ufak yakınlaşma oldu, canının ne kadar sıkkın olduğundan, hayatın ne kadar yorucu olduğundan, ayaklarının çok ağrıdığından falandan filandan söz etti. Dilimin ucuna geldi: “Merak etme, ben de artık seninle sevişmek istemiyorum” diye, sustum. Gülümsedim. Ona hak verdim. Hayat çok zordu, canı çok sıkkındı ve ayakları gerçekten ağrıyordu.
Ne kadar garip değil mi… Bir erkek var çevremde, durup dururken kur yaptı diye artık bana yaklaşmasına, konuşmasına izin vermem mümkün değil, bir tane erkek var, çevresinde bir kadının dört döndüğünün farkında değil… Üstelik uzak durduğum o insan bir başkasıyla evli ve ben, benim farkımda bile olmayan bir adamla evliyim.
Bir de sen varsın, müzmin bir hastalık gibi, nereye gitsem yanımdasın, birkaç tuşa bakıyor “alo” demeni duymam, ben bu kadar güzel hayaller içindeyken neden sesini duyayım, diyorum kendi kendime…
Burada, arada kalmış ölüler gibiyim. Ne öbür dünyaya gidebiliyorum, ne de bu dünyada kalabiliyorum. Ben, varlığımla, bu aile birliğine layık bir eş, iyi bir anne olmalıyım, diyorum her sabah kendi kendime. Cümle biter bitmez sen aklıma geliyorsun. Her şeyin benim tarafımdan biliniyor olması ve bende gizli kalması nedeniyle sanırım, bir vicdan azabı hissetmiyorum. Yüreğim sıkışmıyor, seni düşündüm diye. Hatta ilginçtir, senin beni o anda seyrettiğini düşünüyorum, bana “günaydın güzelim, ne güzelsin bu sabah, ne güzel bedenin var, damarların tüm vücudunu sarmış, kan her hücreni besliyor, ne kadar pırıl pırılsın, saçların ne güzel uzadı, doğumdan kalan izler ve şu hafif fazlalıklar ne de güzel yakışıyor sana. Sen ne güzel kadınsın, kadınsın sen, kadın gibi kadın!” dediğini düşünüyorum. Bununla mutlu oluyorum. Aynaya bakıyorum, “kadınım ben yahu!” diyorum. Gözlerimi bu gülümsemeyle boyuyorum. Yanaklarıma mutluluğun kırmızılığı oturuyor, makyaj yapmama gerek olmaksızın çıkıyorum evden. Tüm gün sadece tek bir aksesuar taşıyorum, yürekten gülümseme. O nedenle herkes bana “sen ne kadar alımlı, ne kadar hoş, ne kadar farklı bir kadınsın” diyor.
Tüm bunlar senin sayende oluyor. Bu nedenle seni seviyorum, bu dünyadaki ve öbür dünyadaki çağıranlarımdan uzakta, çalınmış bir zaman dilimi içinde.
Evet, varsın kimse benim uğruma dağlar delmesin, çölleri de aşmasınlar. Ben bu denli büyük bir yükün altına giremem ki. Varsın farkımda olmasın eşim. Ne yapayım, benim hayatım da böyle geçecek demek ki. Telefon icat olmamış olsun şimdilik benim hayatımda…