Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ağustos '08

 
Kategori
İstanbul
 

Benim İstanbul'um; Hıyar, Kompresör, Haliç ve vapurda sigara keyfi

Benim İstanbul'um; Hıyar, Kompresör, Haliç ve vapurda sigara keyfi
 

Gözlerimi kapatıp, İstanbul’u düşündüğümde her zaman bir masal dünyası hayal ettiğimi zannetmeyin. Dokuz yıl İstanbul’da yaşayan ve şehrin altını üstüne getiren birisi olarak, İstanbul’un “saman altından ne sular yürüttüğünü” de iyi bilirim. İstanbul denilince gözümün önünde beliren ilk renkli ve cıvıltılı görüntülerin ardından, günlük yaşama dair oldukça sıradan ve pespaye görüntüler de kendisini hemen belli eder. İsterseniz aklıma gelen birkaç noktayı aktarayım;

1990’ların başında İstanbul’un günlük yaşamının içine dalınca ilk garipsediğim şeylerden birisi “hıyar” oldu. Evet, diğer adı salatalık olan sıradan bir sebzeden bahsediyorum. Hani benim taşra memleketimde bile adı salatalık olan bu sebze, İstanbul’un o zamanların en büyük marketinde “hıyar” ismi ile satılması garibime gitmişti. Ama küçük dilimi yutmama sebep olan ikinci şaşkınlığı, bahar ayları ile birlikte kentin merkez noktalarında, el arabalarında tek tek “hıyar” satılması ile yaşadım. Hani manavda satılan “hıyar”ın yarım kilosunun fiyatına bir adet soyulmuş ve tuzlanmış “hıyar” satılması ve üstüne üstlük ciddi bir taleple karşılaşması gerçekten şaşırtıcıydı. Tabi benim dünyanın en büyük metropollerinden birisi bildiğim İstanbul’un bir semtinde yetişen “hıyar”ın oldukça ünlü olması da, “İstanbul dediğin koca bir köy” ifadesini oldukça haklı kılıyordu.

Bu nedenle olsa gerek İstanbul deyince aklıma gelen nesnelerden birisi de “hıyar”dır.

Eğer İstanbul’a ait ikinci bir simge hatırlamam istenirse, bu büyük olasılıkla kompresörlü asfalt deliciler olur. Daha doğrusu nesnenin kendisinin değil, sesinin simgeleştiğini söylemem gerek. İstanbul’da çok fazla alarmlı saat kullandığımı hatırlamıyorum. Çünkü bu asfalt delicilerin sesi günün ilk ışıkları ile başlar ve hayatın sokaklardan çekildiği anlara kadar devam ederdi. Elbette bu delicilerin sesine eşlik eden ikinci simge çukurlar olurdu. “Ben mi acaba İstanbul’un altyapı sorunlarının tavan yaptığı bir dönemde bu şehirde yaşıyorum” diye hep merak ederdim. Çünkü oturduğum mahalle ve sokaklar neredeyse her hafta başka bir gerekçe ile delik deşik edilir ve iş makinelerinin sesleri hiç eksik olmazdı. İstanbul’dan kaçma gerekçelerimin arasına metro çalışmalarının hayatı artık dayanılmaz kılmasının etkisi oldukça fazladır.

Ama tahminlerim boşa çıkmadı. Bu kadar delik deşik edilen bir kentin zemininin sağlam olamayacağını söylemiştim o zamanlar. Ben kenti terk ettikten iki ay sonra depremin gerçekleşmesi hiç de boşa değildi yani.

İstanbul’un günlük yaşamına dair iki kötü özellik vardı ki, şu an ki etki düzeylerini bilemiyorum. Öncelikle, İstanbul’da özellikle kış aylarında sabah ve akşamüzeri vakitlerinde gökyüzünün hiçbir zaman pırıl pırıl olduğunu hatırlamıyorum. Genellikle puslu, kent üzerine kara bir duman bulutunun çöktüğü bir gökyüzü hatırlıyorum. Bu kötü havaya, bir de ağır bir kükürt kokusu da eklenirdi.

Ama koku deyince, özellikle Haliç’e yaklaşınca duyulan kokudan bahsetmemek mümkün değil. Ciddi ciddi beter bir kanalizasyon kokusu hâkimdi. Gerek Edirnekapı – Halıcıoğlu arasındaki Haliç Köprüsünden, gerekse de Unkapanı – Şişhane arasındaki Unkapanı Köprüsünden geçerken insanın burnunu tutmadan geçmesi neredeyse mümkün değildi. Üstelik bu kokuya Haliç’in bozbulanık rengi de eşlik ediyordu. Tüm bunlar Bedrettin Dalan’ın Belediye Başkanlığının hemen sonrasına denk geliyordu ve onun vaat ettiği “Haliç’i gözlerim kadar mavi yapacağız” söylemi yerine gelmemişti. Ama İstanbul’dan ayrıldığım yıllarda bu problemin kalmayacak düzeyde azaldığını söyleyebilirim.

Bu arada trafiğe değinmenin bilmem ki, bir orijinalliği var mı? İstanbul’da yaşayan 12 milyonun tamamının, her gün yaşadığı bir sorundan bahsetmek ayırt edici bir özellik olmaz herhalde. Ama trafikle ilgili komik ve ilginç bir şey dikkatimi çekmişti. O da korsan taksicilik. Bilmem ki, dünyada başka bir kentte böylesi bir uygulama var mı? Birkaç kez bu tip araçlara denk gelmiştim. Şoförün sürekli yalvar yakar, “ne olur benden kimseye bahsetmeyin” dediği yolculuklar oldukça ilginçti.

Ama tüm bunlara karşın, İstanbul’un tek bir keyif unsurunun bile tüm bu sıkıntıları görmezden gelmeye yettiğini söyleyebilirim. Örneğin Beşiktaş – Kadıköy vapurundan tarihi yarımadayı izlerken bir sigara nefesi çekmenin verdiği zevki, sigarayı bırakalı beş yıl olmasına karşın unutmak mümkün değil. Geçenlerde bir gazetede sigara yasağı uygulamasının, vapurların açık bölümlerinde de uygulanmaya başlandığını okuyunca, bende tek sigara içme isteği uyandıran bu hakkın ortadan kalkmasına açıkcası üzüldüm.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..