Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Haziran '10

 
Kategori
Çocuklar ve ilkler
 

Benim küçük şairim

Benim küçük şairim
 

Gazetecilik yanında eğitim danışmanlığı yaptığımı da zaman zaman belirtmişimdir yazılarımda.

Eğitim danışmanlığını yapmış olduğum ilköğretim öğrencilerimden birisinin velisi bir gün bana;

“ Oya Hanım iyi ki ilköğretim öğretmeni değilsiniz. Aksi taktirde asla öğrencilerinizi mezun etmezdiniz.” Demişti.

Haklıydı. Mezun etmezdim elimde olsa. Öğrencilerimde öyle bir şansım olmasa da hayat hiç mezun olmayacağım ve de mezun etmeyeceğim üç afacanla ödüllendirdi beni. Onların hayatıma katılmasıyla hayatın renkleri daha bir canlı, daha bir anlamlı oldu.

İlk yeğenim Angel’ı havalında ilk kucağıma aldığım anda eski ben olamayacağımı anladım. Ve öylede oldu ilerleyen zaman sürecinde. Hayatın hiçbir evresinde endişe ve korku kavramlarını yaşamayan benliğim bu duygularla tanıştı. Birisine sorumluluk duygusunun ne demek olduğunu bilmeyen ben onların hayatıma katılmasıyla birisi için, onlar için sorumluluğun anlamını anladım.

Kısacası yarı uçuk hayatım teyzelik sıfatının tüm harflerinin üzerime giydirdiği elbisesiyle şekillendi. Hala uçukluklarım olsa da onlarla olgunlaştım. İyi ki varlar yaşamımda, yaşamımızda.

Tüm bunlarla birlikte birde bizlere gurur verici ödüller getirdiklerinde değmeyin keyfimize.

Bir süre önce Young Writers grubu yayınlarının İngiltere’de okullar arası düzenlemiş olduğu My First Riddle adlı şiir yazma yarışmasında 14000 kişi arasında okulunu temsilen teyzesinin kuzusu Angel Pınar Thomas kazanarak 7-11 yaş grubunda hem okuluna hem de bizlere haklı bir gurur yaşatmıştır.

Great Britanya’da düzenlenen bu yarışma sonrası Young Writers Grubu Yayınları Angel’ın annesi yani kardeşimden telif hakkı izni ile çıkaracakları kitapta şiirine yer vereceklerini, bunun içinde kendilerinden izin almak istediklerini belirten bir mektup yollamıştır.

Yani benim küçük şairim sadece bir yarışmayı kazanmamış aynı zamanda daha şimdiden 8 yaşından itibaren Uluslararası bir yayında yerini almıştır. Üstelik telif haklarını da kazanarak. 30 Haziran 2010’da çıkacak kitabını ve kendisinin Türkiye’ye gelmesini heyecanla bekliyorum.

Böylesine bir gururu bize yaşattığı için onu geldiği anda yiyeceğim çünkü. :)

Bizim ailemizde hatta sülalemizde benim dışımda yazıyla ilgilenen hiç kimse yok. Bu başarının benim için ikinci gurur nedeni de bu. Yeğenimin yazıya, edebiyata olan merakı. Ve bu konuda küçük yaşta sağladığı başarı.

Daha bebekliğinden itibaren onu kitaplarla tanıştırdık. Anahtarlık şeklinde karton resimli nesne tanıma kitaplarını bebek arabasına bağlardık. Çocuklar ilk önce nesneleri ağızlarıyla tanırlar ağzına aldığında yırtılmayan, bozulmayan bu kitapların içinde var olan resimlerde ilgisini çekince ilk kitaba olan merakta böylece başlar, başladı. Büyüdükçe çevresinde kütüphaneleri geniş ve okuyan aile fertlerini gören çocuklarda zamanla bu konuda meraklarını genişletirler, genişlettiler.

Hiç zorlamadık onları ama küçük önemli ayrıntılarla da bu sevgiyi aşıladık onlara.

Starr’a da aynı yaklaştık, Güntülü’ye’ de. Zaten Star ablasıyla yarışta olduğu için bizim çok fazla bir şey yapmamıza da gerek kalmıyor.:)

Bir arkadaşım onları çok esprili buluyor. Bana onlarla yaşadığım anları yazıya dökmemi tavsiye ediyor. Kim bilir belki bir gün onlarla yaşadıklarımı kaleme alırım. Türkiye’ye geldiklerinde kendilerini başkalarına tanırken kullandıkları Ayşe Fatma isimleriyle başlarım ya da babalarını kızdırmak için maçlarda babalarının aksi takım seçerek karşısına geçip sinir etmelerini. O kadar çok eğlendirici ve dinlendirici yönleri var ki anlatmakla da yazmakla da bitmez.

Türkiye’ye geldiklerinde onlarla vakit geçirmek benim için büyük bir zevk oluyor. Zaten geldiklerinde de çoğunlukla ben de kalıyorlar. Angel’a da, Star’a da ve burada ki yeğenim Güntülü’ye de benim evimde sınırlar yoktur. Ama kurallar vardır. Bilgisayarı özgürce kullanırlar ama bana sormadan da bir siteye giremezler. Resim yapma özgürlüklerine de sınır koymam. Yok, burası kirlendi, yok boya oldu dertleri olmadan özgürce hayal dünyalarını yansıtırlar. Bu sınırsızlığı evime gelen öğrencilerime de vermişimdir.

İki yıl önce Angel’a Paint programını kullanmayı öğrettim. Bunu yaparken kendi aramızda da bir oyun geliştirdik. Ona verdiğim konu üzerinde çizim yaptırdım, bazen de tam tersi yaptığı çizimi yazıya döktük. Her yaptığı çizimi adlandırdık, öyküler yazdık. Ya da öyküler üzerine çizimler. Ona, onlara ait bu materyallerin hepsi hala bilgisayarımda bir dosya halinde durur. Geldiğinde eski çalışmaların durduğunu görmek onlara mutluluk verir. Bazen o çalışmaların üzerinde yeniden çalışırız.

İşte şimdi de bunların meyvesini alıyoruz. Çocuklarınıza ebeveynler olarak zaman ayırın. Onların sizlerle paylaştıkları her ana ihtiyaçları var. Sizlerle paylaştıkça zamanı daha yaratıcı olurlar, daha çok öz güven kazanırlar. Onlara önemli olduklarını hissettirmek onlarla paylaşımdan geçer. Zamansızlıktan zaman ayıramıyoruz bahanesinin arkasına saklanmak onlara büyük haksızlıktır. Ben bir teyze olarak zamansızlık içinde zaman ayırabiliyorsam sizler anne baba olarak buna mecbursunuz. Bunu onlara borçluyuz çünkü. Onlara ayırdığınız her zaman bir gün mutlaka meyvesini verir, sizlere ve onlara olumlu olarak döner.

Tekrar yarışmaya dönecek olursak Young Writers Grubu Yayınları bu çalışmasıyla çocuk yaşta yüreklendiriyor minikleri. Erken yaşta çocukları yazar yapmaya çalışıyor. Her çocuk önemlidir sloganıyla onların hayatlarına yeni bir yol çiziyor. Doğrusuda bu zaten. Her çocuk önemlidir, her çocuk bizimdir. Sadece doğru yerden yakalamasını, yaklaşmasını bilmeliyiz.

Peki, bizim ülkemizde durum ne?

Hepimizin de bildiği gibi içler acısı. Telif hakları konusunda o kadar geriyiz ki düşün emekçilerine gerektiği değeri vermiyoruz.

Üstelik birde onların eserlerini çalarak kendimize mal ediyoruz. Bu da yetmiyor “Sen Orhan Pamuk musun ki telif istiyorsun?” diyerek haklıyken haksızlığa uğratıyoruz.

Ülkemiz her konuda eksik bunu biliyoruz. Ama en çok insana ve ona ait olanlara verdiği önemde eksikten de öte.

Beni en çok acıtanda bu. İnsana, kendi insanına ve ona ait olanlara verdiği değer. Bu yasalarla korunması gerekirken, yasalar açıkça bunu koruması gerektiğini belirtirken ne yazık ki durum hiçte öyle değil. İşte bu yüzden kendi ülkemde çocuk olmak, genç olmak büyük bir şansızlık diyorum zaman zaman. Hatta genellikle böyle düşünüyorum.

Onlara ne aydınlık yarınlar verebiliyoruz, ne de kendi aydınlanmalarında önlerini açıyoruz.

Ülkemde çocuk olmak, genç olmak velhasıl insan olmak, insanca yaşamak o kadar zor ki.

“Telif hakkı da neymiş sus otur Oya” denilse de susamıyorum işte.

Başka bir ülkenin kendi çocuklarına, insanına verdiği önemi izlerken nasıl susayım, susabileyim.

Üstelik bu çocuklardan birinin yarısı benim ülkeme, bana aitken. Nasıl susayım…

Canım bebeğim önün hep açık olsun, başka bir ülkede kazansan da bu başarıları, biz hep senin gurunu yaşayacağız. Belki bir gün bizde insana gerekli önemi vermeyi öğreniriz ne dersin, ne dersiniz?

oyatekin@gmail.com

Not: Burada yazılan tüm yazılarım elektronik imza ve zaman damgası güvencesi altında yasal hakları korunmaktadır. Hiçbir şekilde basılı ya da elektronik bir ortamda (CD, Internet vs.) kaynak gösterilse bile izin alınmadan kullanılamaz.

 
Toplam blog
: 295
: 3718
Kayıt tarihi
: 01.10.06
 
 

Milliyet Bloğa nasıl geldim ve nasıl yerimi aldım bilmiyorum. Sanırım uzun yıllar okuduğum bölüml..