Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Ekim '08

 
Kategori
Öykü
 

Beyaz sihir

Beyaz sihir
 

Sıcak bir yaz günüydü ilk karşılaştığımızda. Seni boğan buharlı şehirden yeni gelmiştin sana hayal edemeyeceğin kadar uzak olan bu şehre.

Yüzünde geldiğin şehrin yorgunluğu vardı, gözlerinde ise hayal kırıklıkları. Tükenmişliklerin sonbaharında son bir gayretle günlerini sayacaktın bu uzak şehirde. Sonra başka uzaklara dalacaktı gözlerin.

Herkesin kendisine biçilen zamanı yaşayıp, sonra arkasına bakmamacasına geride bıraktığı bu uzak şehirde, tam da bana ayrılan sürenin sonuna gelmiştim uzak bakışlarını yakaladığımda.

Farketmemiştin beni, fazlasıyla uzaktaydı gözlerin. Merhabalaşmaların, adımlarının aceleciliğinin izdüşümüydü. Belirli bir süre için gelmiştin, zamanını doldurup ayrılacaktın, istemesen de seni boğan o buharlı şehre geri dönecektin.

Yazdan kavrulan bu uzak şehrin insanlarına karışmamaya özen göstererek ince bir devinimle hareket ediyordun. Adımlarının izi kalıyordu bastığın yerlerde kimsenin görmediği, senin bile farketmediğin. Ayak izlerini takip ediyordum sana hissettirmeden.

Karışmamaya özen gösteriyor ama karışıyor gibi rol yapmaya çalışıyordun. Karıştıkça daha çok bağlanacaktın sanki bu şehre.

Varlığın yedi renkli bir enerji katıyordu bulunduğun yere. Bir süre, bulunduğun yerde yansıttığın beyaz sihri izlemekle geçirdim günlerimi sana hiç yaklaşmadan.

Sana yaklaşıp dinlemeye başladığımda epeyce dalmıştın o günlerin getirdiklerine. Günler günleri getiriyor, zaman daralıyor, gideceğin gün yaklaşıyordu. Bu karanlık ve uzak şehirdeki misafirliğin ayrılmak için olanca aceleci haliyle koşturuyordu.

Sana dokunup uzak, çok çok daha uzak şehirlerden bahsettiğimde gözlerinde parıldayan ışık yansımasıydı seni ele veren. O gün, orada biliyordum gelmeye ne kadar hazır olduğunu, geride bırakmaya ne kadar arzulu olduğunu ve en uzaklara uçmaya ne kadar istekli olduğunu.

Varlığın bir ışık bulutu gibi çevrelemişti ruhumu. Geçici günlerin tüketildiği bu uzak şehirde beni sana, seni bu kente bağlayan bakışımlı bir denklemin içine yuvarlanmıştık. Dengeyi bozmamak, yürüyüşüne ayak uydurmak, beyaz sihrini izlemekle geçti koca yaz.

Önce sen ayrıldın bu uzak şehirden. Zaman dolmuştu ve sonsuz bir evsahibi değildi bu şehir. Yaz sıcağının kavurduğu bir kaldırım taşı üzerinde el salladım sana.

Önce ben gelmiştim bu şehre, en son da ben ayrılacaktım. Seni uğurlamak görevi benimdi.

Sen gidince beyaz sihrinden yoksun kaldı şehir. Karanlığa büründü.

Bir köşe başında izledim kendimi ayrılırken bu kentten. Soğuk ama şefkatli bir başka şehirdi beni bekleyen.

Şimdi penceresi beyaz bir kış bahçesine bakan odamda oturup dışarıda yağan karı izlerken biliyorum, sensin her kar tanesinde ruhumu temizleyen.

 
Toplam blog
: 24
: 8110
Kayıt tarihi
: 27.07.08
 
 

Yazının icadından bu yana her insanın içinde bir parça da olsa var olduğuna inandığım yazma isteğimi..