- Kategori
- Pazarlama
Beyin fırtınası

Hasta
İlaç mümessilleri
-Meraba Mahmut!
-Ne lan?... ben, bu beyaz önlüğü giymek için altı senemi verdim. Ne demek Mahmut?
-Pardon, iyi günler doktor bey!
-Yaa.. sen de amma alıngansın be. Şaka yaptık. Ne var ne yok.
-Valla işler iyi değil. Bu ay kotayı doldurmadık. Prim yok!
-Oğlum, söylediğinden fazlasını yazdık.
-Abi sen yazdın ama, şeffaf sürahilerden vermedim diye, Marduk mızıkçılık yaptı, yazmadı.
-Hani lan bana araba parfümü verecektin?
-Bi dakka... tüh... anasını satiym... almayı unutmuşum. Söz abi, yarın getirecem. Yazacaksın di mi?
-Önce parfümü görelim.
-Valla söz, yarın getire...
-Hastalar bekliyor hadi, hadi tamam... Ayşenur Güdüük! Gel bakalım... Neyin var.
-Benim mi doktor?
- Kimin olacak, senin tabi!
-Ben, gidene sordun sanmıştım da...
Bu bir gizli kamera veya gizli teyp kaydı değildir. Gerçekten olmuş bir olay da değildir. Amerikanın Muhafazakar Hudson Enstitüsü'nün Türkiye için kurguladığı 50 ölümlü Beyoğlu senaryosu gibi, "ilaç mümessillleri ve doktor ilişkileri konulu, " tasarlanmış bir senaryodur. Çünkü bu ülkede Sinagok ve Anafartalar faciası hiç yaşanmamıştır. Danıştay'a hiç saldırılmamıştır ve kimse ölmemiştir. Biz onları rüyamızda görmüşüzdür!
Evet bu bir senaryodur. Gerçeklerle uzaktan yakından alakası olmayan, hayali bir diyalogtur. Herhangi bir hastane polikliniğinin önünde, hastalarla beraber sıra bekleyen ilaç mümessillleri hiç olmamıştır. Doktorları, kurdukları yakınlık ve verdikleri eşantiyonlar sayesinde, temsil ettikleri firmanın ilaçlarını, hastalarına yazmaları konusunda asla etkilememişlerdir. Bu tamamen bir komplo teorisidir. Ben aşağıya, bu senaryo ile ilgili görüşlerimi yazıyorum. Eğer sizin de bu konuyla ilgili, "lehte ve aleyhte" görüşleriniz varsa aşağıdaki, "yorum yaz" kutucuğunu tıklayıp, görüşünüzü yazabilirsiniz.
Şimdi konumuza dönelim. Yukarıdaki diyalog gerçek olsaydı ne olurdu? En başta, klinikte sıra bekleyen hastalara haksızlık yapılmış olurdu. Çünkü her sabah klinikler önüne gelen firma temsilcileri en az, bir hasta kadar doktoru meşgul edeceklerinden, muayeneler aksardı. Mümessillerle arasında oluşan yakınlıktan ve hediye takdiminden dolayı doktor, temsilcilerin arzusuna uygun ilaçları yazmaya istek duyabilirdi. Çünkü doktorlar da insandır, onların da diğer insanlar gibi zaafları vardır.
Bazı ilaç mümessilleri, ay sonunda satıştan prim alabilmek ve statülerini yükseltebilmek için doktorlardan, aylık kotayı dolduracak kadar ilaç yazmalarını isteyebilirlerdi. Doktorlar da bu istekleri kırmayarak hastalara, gereğinden fazla ilaç yazmak gibi bir yola başvurabilirlerdi. Bu, doktorlara daha fazla eşantiyon getirirdi ama ilaç israfına ve gereksiz harcamaya sebep olurdu.
Ayrıca mümessillere ödenen aylık ücretin, kullandıkları arabaların, tükettikleri benzinin ve dağıtılan eşantiyonların maliyeti ilaç bedellerine eklenebilirdi. Böylece ilaçlar hastalara, daha fazla bir maliyetle ulaşabilirdi.
Bu şekilde bir ilişki, ilaç firmalarını, ilaç mümessillerini, ilacı çok seven hastalık hastası vatandaşları, eczacıları ve belki bir miktar da bunu yapan doktorları memnun ederdi. Fakat Emekli Sandığı'nı , Bağkur'u, Sosyal Sigortalar Kurumu'nu; dolayısıyla hacet kapısı olan devleti ve bütçesini hiç memnun etmezdi. Çünkü bu kurumların sağlık ödemeleri için ayırdıkları paralar, daha yıl yarılanmadan tükenirdi.
Türkiyede böyle bir sıkıntı olmadığına göre, (!) 100 ila 150 liralık Mr'nin, 500 ila 700 (1)liraya fatura edilmesinde, gerekli gereksiz tetkiklerin yapılmasında, sağlığımız için, bol bol ilaç yazılmasında bir mahzur olmasa gerektir. Gördüğüm kadarıyla herkes hayatından memnundur. Öyleyse fazla söze mahal yoktur.
(1)-Haberlerden dinledim
Resim: www.paramedikal.org/