Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Nisan '22

 
Kategori
İlişkiler
 

Bilge çınar, mavi bank ve o!

OTUZLU yaşların çıkışına yakın bir yerlerdeydi. İki eski dostu şemsiyesi ile rüzgar, kol kola girip onu parka bıraktılar. Ilık yaşlarla buğulanmış zavallı bakışları siyah gözlük camından, bir saat kadar önce gördüğü o senede bakıyordu sanki. Beş ağaçtan birinin altındaki banka oturmadan, ateş rengi kaşkolu tahta sıraya dolandı, yazgısı gibi. İsyankar saçları kireç olmuş yüzünü, bir örümcek gibi sarmıştı. Bakışlarında, az önce kan dolaşımını durduran o kağıdın beyaz zemini titreşti. Üzerinde yine içselliğini aynı renkte çürüten mor yazılar... Kahrolası bir otomobil alım satımının bilmem kaçıncısı. Ya da beş… Borçluyu, denizin yolladığı hüzünlü rüzgar kaçırmaya çalıştı ama, kadın yine yakaladı eşinin adını... Otomobiline doğru baktı. Göz pınarlarındaki yaşların tükenmediğini anlar ya insan…O da aynı fotoğrafın içine sığınıp, ağladı ağladı. Damlalar mercek olup, altı hafta önce yaşadığı herşeyi ona yansıtıyordu. Bir kez daha izleyecekti. Başını göğe kaldırdı. Bakışlarını çınarın dallarına astı. Düzenli soluklar alıp bıraktı. Ve film başladı:Güney’in “Kıskananlar Çatlasın” sınıfından bir tatil köyünde, eşiyle tükettiği on dört günlük o masmavi yaz dinlencesi. İkinci günün sabahı eşiyle birlikte kahvaltıda yaşlı bir kadın ile tanışmaları.

Elde edilmek istenen ilgi, kaçılacak bir sorguya dönüşür

ONLARA; kısa süre sonra kadının kızıyla, sevimli minik torununun da katılması... Böylece iki aile bir gülün vazo ömründen daha kısa sürede kaynaşmışlardı. Hepsine mutluluk saçan tasasız hayat, doyasıya coşuyordu cüzdanlardan taşa taşa. On dört gün geçip gidince, “başlayan her şey yine bitti” ve ait olunan yerlere dönüldü.Günler yaşandı, günler geçti. Yeni başlamakta olan bir günün sabahı, koca kentin bedeninden damla damla büyüyen sapsarı bir ışık sızarak ortalığı kapladı. Çamurlaşan topraktan, savrulan yapraklara; dalgaların kaynaştığı denizlerden, insanların manyaklaştığı caddelere dek! Yine gelmişti… Sararttığı yapraklar yaz anılarının üzerini kapattı. Hayalleri alıp ulaşılamayan bir yerlere sakladı. Yine egemen oldu kente ve insanlara. Sonbahar!... O günlerde bir yazar, okurlarıyla şöyle dertleşecekti: “Ne zaman yere düşmüş bir yaprak görsem, içimden onu alıp dalına geri koymak gelir”. Hüznün böylesine yoğunlaştığı ortamdan, kocası da payını aldı ve ayak bileğinde bir alçı ile kapanıverdi eve... Eşinin her ay sonu yaptığı bir iş için bu kez kadın galeriye uğradı. Kocasının armağan ettiği otomobilin beşinci taksidini yatırmaya.

Kötülük, adıyla söz edilemediği için bir virüs gibi yayılıyor

PARA yattıktan sonra cam kapıyı saygıyla açtılar.Üçüncü adımı atan ayağı henüz yere değmeden ismini duyunca geriye döndü. Yürüdü. Seslenilen bankoya yaklaştı. Bir soru sordular. Yanıtlayamadı. O bir soru sordu. Yanıtlanamadı… Ortada bir senet daha vardı ödenmesi gereken… Sağlık durumunun bozularak böyle bir riski aklına bile getirmeyen kocası, aynı gün ikinci bir otomobil almıştı. Aynı marka, model ve renkte. Plaka serisinin dahi aynı olduğu sır dolu, hiç görmediği bir otomobil… Kime almıştı? Şaka gibiydi her şey. Ancak en kötüsünden. Duvardaki digital saat yirmi beş kırmızı saniye bile yazamadan, kan dolaşımının yavaşladığını anladı. Ya da durduğunu… Hayat bir türlü bedenine, ciğerlerine, yüreğine, aklına ulaşamıyordu. Dünya görüş alanından çıkmıştı. Gözleri karardı, kapandı. Yönetemediği vücudu ona yardım etmeye çalışan kolların güvencesine girdi. Büyük orkestranın en arkasında yer alan timbal grubu, havada korkunç titreşimler bırakarak çalınıyordu. Gaddar vuruşlara, kadının tüm beyin kıvrımları daralıp genleşerek tepki verdi. Ziller kıvılcımlar saçarak delice çarparken onlarca keman, yayların sürterek acıttığı kızarmış sırtlarıyla ona “bulunduğu yerin dünya olmadığını” haykırıyorlardı: “Cehenneme ayak bastın sen!”

Sevdiğin herşeyi geride bırakıyorsun

OBUALAR fırlayan yılanları yeniden onun bedenine sokmak için soluk tükettiler. Timballerin titreşimiyle yıpranan havayı nefesliler, adeta bir göktaşı etkisiyle sıkıştırıp paramparça yapınca…Sahne ışıkları orkestradan ayrıldı. Kışkırtıcı sessizlik yaşanıyordu şimdi. Adeta "Big Bang" türünden müthiş bir patlama, görkemli bir ışık sütunu fırlattı çevreye. Şefin aydınlanan yüzünde kadın, kocasını gördü. Elindeki batonu hızla çeken maestro zilleri susturmuştu. İşaretiyle birlikte arpist, solosuna başladı. Zengin bir anlatım gücüne ulaşan çalgı, zamanı okşuyordu. İpek saçaklı telin çıkardığı sesler, usta parmakların her çekişinde yaşananları kışkırtıcı ezgilerle yorumlamaktaydı. Solo biterken lila renkli tuvaletinin içinde selam veren arpiste bakmaya çalıştı… Tatil köyündeki o kadını, tuvaletinin eteğine yapışmış sevimli çocuğunu da tanıdı... * Yaşlı parkın girişinde, yine yaşlı bir grup bilge çınar yaşar. Karşıdan bakınca birbirlerine sarılıp söyleştiklerini hissedersiniz. Önlerinde tahta sıralar vardır, farklı renklerde. Tümünün de bir dolu öyküsü… Kapının solundaki bilge çınar, mavi tahta sıradaki tüm dertlilerin içseslerini dinlemiştir yıllarca. Her anlatışında, öykünün sonuna şu notu düşer: “Bu mavi banktan kalktıktan sonra o şanssız kadını bir daha gören olmadı.”

 

 

 
Toplam blog
: 86
: 39
Kayıt tarihi
: 09.12.08
 
 

1951 / İstanbul. Öğretmen bir ailenin tek çocuğu. Sade bir düzen içinde soluk alıp veren o "eski ..