Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Nisan '22

 
Kategori
İlişkiler
 

Kent ve Sevda Mağlubiyetleri !

Sorulmasi pek de arzu edilmeyen talıhsiz bir sorudur bu... Ama sormak ve duygusal patıkalarda izini sürmek zorundayız. Keza sıkça yaşanan bir durumdur; "Bir kentte kaç aşka birden yenik düşebilir bir insan?"

İşin Özü,

Aşk da, sevda da bir tür dans gibidir, iki kişiliktir. İçindeki uyumlu figürler ve hatalar da öyle, hep, birlikte yapılır!

Bu süreçte muradına erip de 'Olan'lar dik duran birer 'gül' ise, 'Olmuyorsa olmayanlar' yıkık birer gül dalıdır Her daim gözyaşları ile nemli "kaybedenler sahillerinde"...

Ya da yıkık birer çocuk bahçesine benzerler, kentlerin ırak ve tenha semtlerinde.

İşte o sahillerin ve bahçelerin anılar vurur bazen kıyılarına, dalga niyetine...Gecenin, hayallerle gerçekler arasına tülden perdeler geren o geç saatlerinde.

Ve en temiz öpüşler kondurulur yine aynı saatlerde, tüm o  kaybedenler sahillerinde ve yıkık çocuk bahçelerinde, neşeyle koşuşturan, doğ(a)mamış çocukların renksiz alınlarına.Nemli, tertemiz ve özlemli dudaklarla.

Yanıt olarak

Aslında: “Bir yenilgi yeterlidir. Ardından o kent terk edilmeli, başka bir kente gidilmelidir." denilebilir.

Bir kentte her aşk bitimi bir mevsim bitimi gibidir. Baharın ve yazın yitimi gibidir.

El ele gezilen geniş ve bakımlı bulvarlar, banklarında diz dize oturulan, yürüyüş yolları nazlı adımlarla arşınlanan o çiçekli parklar ve bahçeler her aşk mevsimi yitiminde de solar, silikleşir. Sanki küçülür ve daralırlar.

Önlerinde buluşulan, göz göze, söz söze gelinen albenili vitrinler zihinde, yıkık bir kentin virane ve soluk parçalarına dönüşürler.

Yolda yürürken sana ısrarla gül satmaya çalışan yoksul kız çocukları bile artık sana yüz vermez olurlar.

Aynı zamanda karşılıklı ve derin bir kültür ilişkisi olan aşka, sevdaya beşiklik eden kentin o canlı, sevimli, zeki ve her daim genç kültürel mekânları; sinemaları, tiyatroları, konser salonları, amfileri ve kitapçıları birdenbire asık suratlı, ciddi ve notu kıt hocaların mekânlarına dönüşüverirler. Özellikle de sinema koltukları... O heyecanlı ilk el ele tutuşmaların, kaçamak öpüşmelerin sıcaklığından sıyrılır, ışıksız ve kuytu bekleme salonlarının sevimsiz soğukluğuna bürünüverirler.

O ışıltılı vitrinlere yansıyan, hep coşkulu, esprili, konuşkan ve yarı çocuksu haller değildir artık. Anıların (b)eşiğinde konuşan sadece zihin ve yürektir. Onlar da konuşurken o kadar sessizdirler ki, konuşandan başka duyan olmaz.

Ama kent büyük, bağların eski ve derin, üstelik sevdiğin bir kentse kalış süren de uzadıkça uzar... Bir bakmışsın birkaç on yıl birden olmuş.

Şans, duygular ve aklın o rastlantıları çok seven düşeşleri bu uzun süreçte birden fazla kez denk düşebilir… Şans ve duyguların sıcak ve coşkulu tavla seanslarından aklın soğuk ve kuru satrancına geçiş evresi ise hep sancılı olur! İşte o anlarda yaşlar ne olursa olsun acemi aşk(ın) öğrencileri sınıfta çakıp her seferinde bütünlemeye kalabilir.

Doğanın, tarihin ve modern yaşamın nimetlerini cömertçe bahşettiği bir kent, kibrinden feragat etmiş bir sevgiyi, tenin gizemli mucizeleri ve hayatın neşesi ile birleştirip sürekli bir barış ve huzur hali olarak insanın önüne çok nadir olarak getirip koyabilir. O nadir anlarda senin canlı, keyifli ve ilişkiye hazır bir konumda olman mümkün olmayabilir.

İşte bu nedenlerle,

Bir kentte insan zaman içinde birkaç aşka birden yenik düşebilir!

Sabırlı, onurlu, yılmayan ve tekil yalnızlıkların dayanma süreci ve direnci artıkça bu sayı da artabilir... Süreç, nitelikli ve özgür çoğulluklarla yaşamın doğasından gelen tezatlar, duygu ve aklın imbiğinden geçip damla, damla akıp iyice damıtılana kadar sürüp uzayabilir...

Aslında hemen her ilişkinin üçüncü bir kişinin alleme-i cihan olsa dahi anlayamayacağı iki kişilik sırları, üzeri sessizlikle örtülmüş yalanları, can yakıcı gerçekleri vardır. Tıpkı her kentin geceyarısı sonrası -ya da yeraltı- yaşamı gibi... Fakat nihayetinde her insanın karşı cinsten başka bir insanın kucağına ihtiyacı da vardır. Güvenli, bayındır ve çağdaş bir kentin ışıklı derinliğine olan ihtiyaç gibi. Oysa diğer yandan gerçek yaşamda aşk, sanıldığı kadar "şiirsel" de değildir. Sevmek; birilerinin kıymetini bilmek, onların ardından gitmekle öğrenilir! Yolun nerelere düşerse düşsün bir şehre sürekli dönmek gibi... Sevmeye dair verilen sözler hayatla sınandıkça kıymetlenir. Kent de tüm yenilgilere rağmen hayatla sınandıkça değerlenir.

Uzun bir hayatın ona göre her seferinde kısa kalan yoğun yaşanmışlıkları tez-antitez sarmalında sentezlene, sentezlene nihai noktasına taşınana dek beklenebilir…

Zamanın görünmez değirmeni hızlı kent karmaşasında tüm bu yaşanmışlıkları öğüterek durmadan döner… Geniş kent bulvarlarını ezbere geliş-gidişlerin telaşıyla hızla adımlayan bedenler yokuşlarda yavaşlar. Yorulan bedenlerin yardımına anılarla yüklü zihin ve yürek birlikte yetişebilir. O ikili, gün gelir, yaşanan her aşkı kendi içinde ayıklar. Hüzünlü, acı yanlarını atar, insanı geliştiren, neşeli ve güzel yanlarını ise saklarlar. Bazen zihinde kalan kekremsi bir burukluk o saklananlara eşlik etse de…

Her yeni aşk, yeni bir sevda, taş üstüne yeni bir taş, tuğla üstüne tuğla, duygusal derinliği doyuracak sıcak birer aş olabilir. Gün gelir, şansınız da yaver giderse sevda mimarisine uygun o yapının terasında, anılarla örülü kent manzarasına karşı keyif kahveleri de içilebilir.

O anlamda da o kentte insanın tüm aşk yenilgileri birer galibiyet, ulaştığı her yeni paylaşım ve sevgi eşiği de önceki basamaklara teşekkürü borç bilen birer kardeş olabilir. Yoksa her sevda yenilgisi oradan ayrılmayı gerektiren kişisel bir kent yenilgisi olurdu ki o zaman kentler asla bu denli kalabalık olamazdı.

İ.Ersin KABAOĞLU,

22 Nisan 2022, Ankara

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..