Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Şubat '20

 
Kategori
Kentleşme
 

Bir "Büyük"erşen Hikayesi

Milliyet Blog dostları olarak birçoğunuzun Eskişehir’i son yıllarda büyük ihtimalle bir kez gezmiş olabileceğinizi tahmin ediyorum. Yılmaz Büyükerşen’in nasıl bir dünya kenti yarattığını ben de üç yıl önceki Eskişehir seyahatimde görme şansı yakalamıştım. Fakat; kente yol, köprü, plaj, park, bahçe vb. yapmaktan öte bir dokunuşu olduğunu gördüm: Bir ruh kazandırmış ve aynı zamanda kendi çapında çalışan yepyeni bir yerel ekonomik sistem oluşturmuş. 

 

Kurulan müzelerde, yeşil alanlarda, vb. yüzlerce Eskişehirli’ye istihdam ve ticari girişimcilik olanağı sağlandığını ve yine bundan da öte bir kentli vatandaşlık bilinci oluştuğunu gözlemledim. Örneğin, gezdiğim noktalarda Eskişehirliler yerde bir çöp görür görmez onu park bahçe sorumlusunun toplamasını beklemeden alıp en yakın çöp kutusuna atıyorlar. Bu yazdığım sizlere belki istisnai bir gözlem olarak gelebilir, fakat aynı durumu kenti gezerken o kadar sıklıkla gözlemledim ki takdirle anmadan geçemedim. Bu, işte, vatandaşların kentlilik ruhu ve bilinci içinde yaşam ortamlarına sahip çıktıklarını gösteriyor. 

 

Yaz mevsimlerinde Eskişehir üniversitelerinde okuyan öğrencilerin önemli bir bölümünün kentte kalmaya devam ettiklerini de o gezimde öğrenmiştim. Bu bağlılığı oluşturmak büyük başarı ve bir kent ruhu oluştuğunun başka bir göstergesidir kanaatimce. Büyükerşen Hocamız da anılarını anlattığı Cemalettin Taşçı’nın kitabında; şehirlerin canlı olduğunu, şehrin şefkat istediğini, şehrin canı olduğunun farkında olunmazsa şehrin canının yandığının da fark edilemeyeceğini, şehrin feryadının ve inlemesinin işitilemeyeceğini, ifade ediyor. Osmanlı Devleti zamanında belediye başkanlarına “şehir emini” denirmiş, bugün bu “Emin” sıfatına en layık sayılı yöneticilerimizden birisi kendisi de. Bunun için, genç kuşaklardan geleceğin potansiyel belediye başkanlarının Büyükerşen’in anılarını keşke şimdiden okumasını sağlayabilsek demeden geçemeyeceğim.

 

Tüm dünyada ve Türkiye’de daralan ekonomilerde merkezi bütçelerden yerel bütçelere ayrılan kaynaklar gittikçe kıtlaşıyor, dolayısıyla günümüzde “Kent Refahı”, “Kentin Varolan Potansiyelini Ortaya Çıkarmak” ve bunlara bağlı olarak kentlerin gerekirse yurtdışı kaynaklara ulaşabilmesi ve kendini markalaştırabilmesi açısından önemli “Kent Diplomasisi” gibi kavramlar yoğun olarak tartışılıyor (Konunun meraklılarına bu alandaki önemli teorisyenlerden Dag Detter, Stefan Fölster , Greg Clark gibi saygın yazar ve akademisyenlerin kitaplarını öneririm). Gördüğüm kadarıyla Yılmaz Hocamız, rektörlüğünden belediye başkanlığı dönemine otuz yılı aşkın bir süredir saha pratiği olarak bunları zaten uygulamış ve uygulamaya da devam ediyor. 

 

Yılmaz Büyükerşen’in anılarında tüm bu anlatılan icraatci ve mimar ruhunun ötesinde hümanist yanını gösteren ve çok bilinmeyen şu anektotun da, bizim nasıl aydınlar ve yöneticiler yetiştirmemiz gerektiği ile ilgili gelecek ana referanslardan biri olmasını yürekten diliyorum:

 

“Anadolu Üniversitesi’nin temelini teşkil eden akademiye 1958 yılında öğrenci olarak kaydımı yaptırmak üzere Orhan (Oğuz) Hoca’nın ismimi bir kağıda yazıp kayıt bürosuna gönderdiği odacısı Ahmet Yuşan fevkalade efendi biriydi. Okuryazarlığı yoktu. Bizler öğrenci kantininde otururken, gelen mektupları dağıtmak için beni bir köşeye çeker ve zarfları elime vererek, “Beyim, bunların sahiplerini bana göster” diyerek mektupları sıraya koydurtur, ben de sırayla mektupların sahiplerini ona gösterirdim. O, benim sıralamama ve gösterdiğim kişilere göre masaları dolaşarak, zarfların üstünü okuyormuş gibi yapar ve mektupları dağıtırdı.   

 

Akademi başkanı olduğumda, o da emekli oldu. O dönemlerde emekliler tekrar işe girebiliyorlardı. Kendisini tekrar benim odacım olarak çalışmak üzere akademiye aldım. Ben dahil, üniversitedeki öğretim üyelerinin tamamına hizmet eden, vazifesini çalıştığı kurum için en iyi şekilde yapmaya gayret gösteren biriydi. Rektör olduktan sonra bir gün onun büstünü yapıp Senato Salonu’nun giriş kapısının yanında bir kaideye koyarak, arkadaşlarımı da toplayıp büstün açılışını yaptım. Açış konuşmamda ‘Bu kuruma hoca ve diğer görevli olarak hizmet edenlerin en kıdemlisi Ahmet Efendi’dir. Bu kurumun Türkiye’de bir örnek olarak meydana gelmesinde profesöründen asistanına, genel sekreterinden en küçük memuruna, işçisinden hizmetlisine kadar herkesin payı vardır. Ve ben sizler adına, hepimizin hizmetlerinin sembolü olarak Ahmet Efendi’nin bu büstünü kurumumuza hediye ediyorum. Üniversiteler yalnız yasal mevzuatla ayakta durmaz. Akademik hayatta gelenek, görenek ve âdetler en az onlar kadar kurumların yaşamında önem taşır. Bunu hiçbirimiz aklımızdan çıkarmamalıyız. Ben, rektörünüz olarak, onun şahsında hepinizin hizmetlerine teşekkür ediyorum’ dedim.“  …

 

------------------------------------------------------------

 

Kaynakça:

 

  1. Yılmaz Büyükerşen: Zamanı Durduran Saat, Cemalettin N. Taşçı, Doğan Kitap, Aralık 2018, 5. Baskı.
  2. The Public Wealth Of Cities: How To Unlock Hidden Assets To Boost Growth and Prosperity, Dag Detter&Stefan Fölster, Brookings Institution Press, July 2017.

       3)    Global Cities, Greg Clark,  Brookings Institution Press, November 2016.

 

 

 
Toplam blog
: 30
: 349
Kayıt tarihi
: 06.01.18
 
 

Aydın'da dünyaya geldim. İlk ve orta öğrenimimi Aydın'da tamamladıktan sonra İstanbul Teknik Üniv..