- Kategori
- Anılar
Bir "dost karanfili" Baki'ye
Dağları yağ, ovaları bal şehir,AYDIN
"Koyu mu koyu simsiyah saçları vardı. saçlarını ortadan, ikiye ayırırdı. Kızlara bakmakla çivi çakmak arasın da kalınca sol elinin baş parmağını çürütmüştü, yoksa karıncayı bile incitmezdi.. Sadece sol elinin işaret parmağını incitmekten hükümlüydü.. Tek suçu ara sıra Aydın'ın dağlarında Ahmet'le bir galon şarabı bitirmek, yıldızlara dalıp öylece dona kalmaktı.. 1993'te işkencede ölünce, polis ilk açıklama olarak gözleri hep yıldızlarda olduğu, yıldızlara daldığı için sara teşhisi koyup, bu yüzden öldüğünü iddia etti.. Ne çocuğu oldu, ne de otuz beş yaşını görebildi.. Daha yolu yarılamadan, aşklarını yüreğine gömüp toprağa karıştı.."
İnsanlığın üstüne hiç bitmeyecek bir borç bırakıp gidenlerin anısına
Okulun tam karşısında Aydın'da orta mahallede çok küçük bir öğrenci evini iki üç kişi paylaşırlardı. Ev okulun karşısında olduğu için dolup taşardı. O yüzden okula daha ilk başladığım haftalarda kendisiyle tanışmıştım bile.. Sivas'ın İmranlı ilçesindeki bir köyden Kürt oldukları için bütün köy sürülmüşlerdi, babası Köyceğiz'de kardeşleriyle iş bulmuş çalışıyor, annesi ise başka bir yerde akrabalarının yanında kalıyordu. Biraz öksüz, biraz da yetimdi.
Belki de bu yüzden hareketli yerinde duramayan, sosyal, herkesle tanışık bir hali de olsa gözlerinin ardında kimsenin ulaşamadığı kocaman derin bir okyanus vardı. Gülerken bile o derin okyanus gitmez, hep orada öylece dururdu, oraya değmeniz, oraya ulaşmanız çok mümkün değildi.
Karşıdan şakalaşa, şakalaşa gelen dörtlüyü gördüğüme biraz sevindim, biraz da ciddi ciddi kızdım. Uzun boylu, simsiyah saçlarını ortadan ayıran, bana hep liseden kalma izlenimi veren, hiç üstünden çıkarmadığı, kenarları kırmızı şeritli lacivert hırkasıyla gelen esmer genç adama doğru ilerledim.
Yanındaki okul arkadaşlarımızında duyacağı bir sesle ;
- Baki şu ayyaşlarla takılma diyorum sana, yine içtiniz değil mi ? dedim. Sana ne Alev demedi, suçlu bir çocuk gibi başını önüne eğip;
-
Vallahi içmedik, Ahmet'in kahvesi'ndeydik, dedi. Bir dosta sahiplenmenin verdiği hakla ki bu hakkı nereden bulduğum tartışılır;
- Ben bilirim sizi... Ahmet'le, Yalçın'ın evinde şarap şişelerinden örülmüş koca duvarı görmediği mi sanıyorsun? Birde diyorsunuz "niye öğrenciye ev vermiyorlar?" Takılma şunlarla.
Ahmet söylediklerimi duymuş olmalı ki kafası yerde , dudağını örten bıyıkların altından sinsice gülümseyerek, beni görmezden ve duymazdan geliyor, ciddiye almayan baba bir edayla bizden uzaklaşıyor.. Baki ise yaramazlık yaparken annesine yakalanmış, küçük bir çocuk tavrıyla suçlu suçlu gözlerimin içine bakıyor.
Hep birlikte Aydın'da bürosunu kurduğumuz gençlik dergisi olan Gökyüzü dergi bürosuna doğru yürümeye başlıyoruz. Baki'nin suçlu edası dağılıyor, bağıra bağıra bir şeyler tartışmaya başlıyoruz. Baki Gökyüzü Dergisi Aydın temsilcisi.
Onu hatırlamak, onunla olan anılara geri dönmek suçluluk duymama neden oluyor. Bu duygu bana yabancı, bu duygu içimi yiyip bitiriyor. Sanki arkadaşım intihar etti de engel olamadım, olamadık gibi geliyor. Pire gibi yerinde durmayan bu çocuğu niye öldürdüklerini, bir çok kişi gözaltına alındığı halde polisten bir tek niye onun sağ çıkmadığını anlamaya çalışıyorum.
Arkadaşlar diyor ki çok slogan attı, biz sus dedik o susmadı... Marş söyledi..
"Akşam olur mektuplar hasretlik söyler
Zagrep radyosunda Lili Marlen türküsü
Dost ağlar karanfilim dost ağlar
Marş söylemeden ölmek bize yakışmaz
Ve biz gene yıldızlara bakarız
Ve yine yıldızlar bize bakar"
Atilla ilhan/ LİLİ MARLEN TÜRKÜSÜ
Slogan attığı, marş söylediği, izinsiz afiş astığı, yürüdüğü için bir çok gencin terörist ilan edildiği bu ülkede Baki'yi öldürmek ... Kim onaylayabilir Baki'nin genç yaşta ki ölümünü..
Babasının verdiği o mücadele olmasaydı, Baki'nin ölümü kayıtlara sağlık nedenleriyle ölüm olarak geçecekti...
Bir acılı babanın feryadıdır, uğraşısıdır, Baki'nin işkencede öldüğünün ispatı. Ne medyanın, ne dostlarının, ne öğrenci arkadaşlarının. Çünkü öğrenciliği bitmişti, işçi de değildi, kimsesiz sayılırdı, devlet tarafından darmadağın edilmiş bir ailedendi. Onun ailesi arkadaşlarıydı. Ve nüfusu kadar neredeyse sivil polisin yaşadığı bir şehirde kim koruyacaktı onu. Gene babası uğraştı morglarda, videoya çekti naaşını, basına verdi.
Öldüğünün haberini anında aldım, gazetede çalışıyordum. Ülke Sivas olayları ile yıkılıyordu, orada ölen arkadaşlarım için yüreğim parçalara ayrılmıştı, şaşkındım. Bir ay önce babam yerime koyduğum dedemi kaybetmiştim, arkasından Baki'nin haberi geldi. Gözaltına alındığında haberim olsaydı belki farklı olurdu herşey diye zaman zaman aklıma düşmüyor değil. Ama kimse tahmin edemedi, edemezdi böyle bir sonucu..
Öldürdüm, öldürdük bile diyemeyen bir düşmanın ardından tarifi gibi tahminide imkansızdı ölümün.
Ölümünü ardından Baki'ye "devrim şehidi" diyebilirsiniz ya da terörist.. Hepsi ölümü gerekçelendirmek, haklı çıkarmak için söylenmiyor mu?
Hangi ölüm haklıdır ki... Gerekçelendirmek; nedeni, nasılı anlamak bize Baki'yi geri getirip, keşkelerimizi öldürebiliyor mu? Hayır ne yazık ki hayır.. Aksine acımızı, pişmanlıklarımızı arttırıyor.
Neden koruyamadık arkadaşımızı, neden bıraktık o şehirde... Zaten kimsesizdi, herşeyi arkadaşlarıydı.
İnsanlığın üzerine çok büyük bir borç bırakarak gitti bu dünyadan ve biz basınıyla, medyasıyla koruyamadık arkadaşımızı, yüzlercesini daha koruyamadığımız gibi..
Suçluluk sıkıyor boğazımı zaman zaman nefes almakta zorlanıyorum, hakkında yazılan kahramanlık öyküleri nedense gidermiyor bu suçluluğumu değiştirmiyor onu koruyamadığımız gerçeğini..
Ondokuz yıl sürdü davası, on dokuz yıl duyarlı gazeteciler, avukatlar peşinden koştu davanın, dayak yediler, gözaltına alındılar.. Katilleri beş yıl altı ay ceza aldılar, Rahşan affıyla çıktılar.. Dostları, yoldaşları ardından ağıtlar yaktı.. Ama gitti Baki... Bir göz kırptı dünyaya, dünya aldı onu taşıdı başka bir boyuta, sımsıcak gülüşü hala hafızalarda
Sıkıyor bir el boğazımı ses çıkaracak gücüm bile kalmıyor, bir aksa gözyaşlarım, bir çıksa öfkem kınından bir haykırsam, dağılır un ufak olurum işte o zaman.
Baki,!!! Boğazımı sıkan bu el bırakır mı beni?..