- Kategori
- Gündelik Yaşam
Bir günün hikayesi...

Her zamanki gibi bir sabah... Hava soğuk. Tatsız tuzsuz bir kış sabahı. Yapılacak işler listesi uzun yine. Amaaan boşver, iş güç bitmez ki hiç. Bugün izin verdim kendime, tembellik yapacağım.
Sıkı bir kahvaltı edip dışarıya çıktım doğru Kapalıçarşı'ya. Çarşının girişinde sanki başka bir dünyaya adım atıyorum. Ne zaman gelsem hep aynı his. Sanki bir kapıdan farklı zamana geçiyorum. Bedesten'i gezmek bugünkü planım. Bayılıyorum o dükkanlara vitrindeki incik cinciğe. Vitrinlerde sergilenenlere bakıyorum. Her parçanın bir hikayesi var, kapatıyorum gözlerimi hayal ediyorum o işlemeli fincan zarfının hikayesini. Kimbilir ne zamandan kalmış. Hangi ellerde gezmiş. Acaba bir sevgiliye de içinde kahve sunulmuş mudur? Yoksa pek saraylı pek asil konaklarda mı geçirmiş hayatını. Saklanacak bir çeyiz sandığı bulamamış ki hoyrat bir rüzgar atmış bu vitrine.
Başka bir dükkanın vitrinindeyim. Saatler, madalyalar kristaller alıp götürüyor başka alemlere. El sürmeye korkuyorum, üzerlerindeki hatıraları incitmekten çekiniyorum. O kadar narinler ki. Bir o kadar da güçlüler yaşanmış hayatların anılarını saklıyorlar. Bizim gibi günübirlik değil hikayeleri, her işlemesinde her kıvrımında ayrı bir sır saklıyorlar.
Çevremdeki insanların çoğunda artık kalmayan o derinliği minik bir gümüş çay kaşığında, bir kol saatinin yıpranmış deri kayışında görüyorum artık. Gümüş zarflı minik bir fincanı incitmekten korkarcasına alıp paket yaptırıyorum. Kullan at olmayan bir şey o.
Saatler geçmiş, öğlen olmuş, farkında bile değilim. Ağır ağır çıkıyorum dışarıya. İçimde nedenini bilemediğim bir hüzün ve derin bir huzur. Sultanahmet'e gidyorum. Yeşil Ev de bir kahve içmeye. Arasta'yı da gezmeli bakalım neler var.
Bugün tembellik günümdü güya :)