Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Mart '09

 
Kategori
Deneme
 

Bir hayat kayar ellerinden

Bir hayat kayar ellerinden
 

Yavaşça kahvesini masanın üstüne koymaya çalıştı. Koymaya çalıştı çünkü artık titremeye başlayan elleriyle bunu başarmak pek de kolay değildi. İşte alkolün bir zararı daha hayatını ele geçiriyordu, kahretsin! Gittikçe dibe gidiyordu ama şunu da biliyordu ki dibi boylamadan toparlanması kolay olmayacaktı.

Şatafatlı güzel hayatının altında ezilen, ezildikçe büyüyen bir ruh… Toparlamak kolay değil. Hiçbir yaşam kolay değildir. Ama bir de düşkünseniz ve bunu gerçekten biliyor, her aynaya baktığınızda yüzünüze vuruyorsanız, bu hayat daha da zorlaşır. Birkaç iyi hedefle ve o hedeflere ulaşmak için harcanan çabayla mahvolmuş bir hayat…

Güçsüz olmak onun suçu değildi ya da şansızlığı. Bu hayata gelemeden de karar verememişti ki hiçbir şeye. Milyonlarca spermin şansal karşılaşması sonucu tek bir hücreyle var olmuştu o da tıpkı diğer insanlar gibi. Klasik düşüncesi hiç değişmedi, ‘Tanrım neden ben?!’. Klasik, çünkü her zora düşen insanın kolayca tekrarlayabileceği, hayat felsefesi haline gelmiş o lanet söz.

Her insan başı zora girdiğinde ilk olarak kurtarıcısını arar. Tanrısını... Sığınağını… Sonra yaşam koçları, psikiyatrlar hep tekrarlar; Duanın gücüne inanın! Öyle bir şeydir ki bu, kahve falınızın içine kadar girer; Duayla olacak bir işin var.

O da denedi bunları. Meditasyonlar, doğa yürüyüşlerini, ibadetleri, duaları, tütsüleri… Sonuç, koca bir hiç!

Sık sık kendisiyle konuşurdu. ‘Söylesene derdin ne senin? Mükemmeliyetçi, hedeflerine ulaşmış o insan oluverdin daha ne?’.. ‘Hayır!’ derdi öteki ben’i. ‘Sen asla istediğin gibi olamadın. Zayıfsın, acizsin ve bunu biliyorsun. Her gece başını yastığa koyduğunda bu uğursuz gecenin bitmesini diliyorsun. Bitiyor mu? Hayır! Uyuduğunu sanıyorsun… Uyur gibi yapınca acın diner mi sence?..’ İşte bir insanı ancak bu kadar yıpratabilir kendisiyle konuşmak. Sonra alır eline kişisel gelişim kitabını açar sayfalarını. Aynen şöyle der: Kendinize zaman ayırın her gün 20 dakika düzenli meditasyon yapın Güne daha iyi ve mutlu başladığınızı fark edeceksiniz’… Kitabın sadece bu kısmını okumak bile ondan nefret etmeye yeter hale gelir. Zayıftır çünkü kendisiyle konuşacak kadar bile gücü yoktur. Mecali de kalmamıştır artık.

Bir kez olsun soru sorulmadan anlaşılmak ister. Boşuna… Sözler değil midir kalbin aynası? Sözler değil midir o iletişimi kuran. Dünyaya küsmüş, ölmeyi bile becerememiş birisi için hiçbir işe yaramaz o sözler. Dil bitmiştir. Gözyaşları girer devreye. Dili budur. Acizliğini, nefretini, öfkesini, bıkkınlığını gözyaşları toplar yerden tek te. Ya da topladığını sanır. Aslında sadece biraz daha yok olur.

Kolay değil! Gülmek de kolay değildir artık. Hâlbuki ne kadar da kolay öğrenmişti, gereksiz insanların yanında yüzünde sahte bir gülücük oluşturmasını. İşte artık bunu yapabilecek kadar bile mecali kalmamıştı. Bu kadar mı düşebilirdi? Bir insan bu kadar mı düşebilirdi! Aslında bu düşmek değil, geçmekti. Evet, en iyisi sahte gülücükleri bırakıp, yalan insanlardan uzaklaşmak. Ama bunu yaparken insan, aynı zamanda hayatından da uzaklaşıyorsa problem burada başlar.

İnanmak o kadar zordur ki… Sevgi dolu insanların bitişini seyretmek, kaderin dizlerine kapanıp hıçkırıklarını sayıklayışlarını görmek ve tüm bunları yaparken çaresiz olmak… Peki ya kimin suçu? Ah tabi, düzen bu yapılabilecek bir şey yok. Ne bir arkadaş kalmıştır geriye, ne de elinden tutan yürek ısıtan sevgili. İçimi seninle ısıtıyorum demiş şair. İçimiz buz kesti usulca donarken tatlı bir uyku kaplıyor bedenimizi. Devamında gelebilecek olan sadece son sözler… Son hıçkırıklar, son sayıklayışlar.

Gerçekten bu kadar yakın mıyız sona? Herkesin tadacağı kaçınılmaz, zamanı belli olmaksızın. İsyan etmek faydasız, ölümsüz olmak boş... Peki ya gerçekten ölümsüz olmayı başaranlar? Gerçekten başardılar mı ölümsüzlüğü? Ah evet! Gelecek nesillerce hatırlandıkları sürece evet! Peki ya onlar, harika mıydı yaşamları, kusursuz muydu? Hedeflerine ulaştıklarında hissettikleri? Bitkinlik mi sonsuz mutluluk mu? Elbette sonsuz mutluluk değil…


Her çift evlenirken sonsuz mutluluğa adım attığını sanır. Birkaç dakika sonra gelen kavgalar da evliliğin tuzu biberidir. Saçma kimi kandırıyorsunuz?! Birkaç dakikada bir gelen o evliliğin tuzu biberi sona bir yakınlaşma. Bir adım daha, bir adım daha… Ve ayrılık… Sonuçta bu tuz gölü haline gelmiş tuz biber birikimleri bir ok olup delip deşer yürekleri. Hani sonsuz mutluluk? Boş…

Romeo’nun Jülyet’e kavuşması halinde onu ömrünün sonuna kadar seveceğine inananlar var mı? Düşünsenize seviyorsunuz, gerçekten çok… Gözünüzden sakınıyorsunuz, aman zarar gelmesin ‘o’ üzülmesin… Peki ya o napıyor, siz de onun gözünde bu kadar önemli misiniz gerçekten? Ah tabi… İlişkiler de böyle başlamıyor mu? İki tarafın asla bitmeyeceklerini sandıkları sevgileri… Niye tuzla buz oluyor hayatlar? Cevabı yok. Zaman geçiyor, insanlar değişiyor.

Sonra da yıpranıyor. Ve sonra kahve fincanını bile doğru dürüst tutamayacak hale geliyor. Buyurun anlı şanlı sonuç. Gerçekten değiyor mu bu kadar önemsenmeye? Elbette hayır! Her bitişte bu sondu, bir daha yok diye atılmıyor mu bir çizik. Peki ya sonra? Sımsıcak bir gülücük siliveriyor o çiziği… Sil baştan, her şey yeniden başlıyor sanki bu da sonmuş gibi.

İlişkiler midir gerçekten insanları bu hale getiren? Yaşam… Hayatın acımasız temposu belki de…

Çekip gitmek, ama nereye? Gitmek kolay ansızın tüm iletişim araçlarını arkada bırakıp çekip kapıyı çıkmak kolay. Önemli olan beynini de bırakmak değil midir, geçmişi? Kim ne derse desin bunu yapabilen yok! Hiç olmadı ve şimdi de yok.’Ben hiç umursamam, istedim mi unuturum, önemli olan hiçbir şey yok…’ Kim derse koca bir yalan. Nerden mi biliyorum? Evet, hepsini tek tek söylüyorum. Dışta kıskanılacak kadar güzel gözüken bu kişilik içinde kendini bitirir. Gizli gizli tırnak yeme huyu vardır. Bunu kimseye belli etmez acizliğinin, zayıflığının bilinmemesi gerekir. Ama öyle ya kendisinden de kaçamaz. Hatta bu kişi tırnak yiyen birisini gördüğünde ona yaptığının yanlışlığını anlatacak, bunu söyleyenlerin zayıf karakterli insanlar olduğunu söyleyebilecek kadar ileri gidebilir. Kimi kandırır? İlk kişiliğini… İkinci kişiliği her şeyini paylaştığı kısımdır ona da yalan söyleyemez. Ona attığı yalan sonu olacaktır en azından bunun farkına varabilmiştir.

Çatlayacak kadar ağrıyan başların en yakın dostu, ağrı kesici. Ver bir tane, Bir tane daha, bir tane daha… Sonra… Ağrı kesici olmaksınız toparlanamayan bir baş. Şayet benim başım ağrıdıkça aklıma ilk gelen ağrı kesici. Ha bi’ de başımı kökten kestirmek var ki onu hiç denemedim.

Gidenin arkasından ağlamak da bir baş ağrısını getirir. Ya da giden olmak. Bir boşluk ve bu boşluk eşliğinde dinlenen aşk şarkıları. Birinciliği her zaman Him’e veriyorum. Gone with the my baby and beautiful you are… Gone with the sin my darling…

Günahlarınla ve güzelliğinle gittin sevgilim. Gözyaşlarını da burada bırakma.

Tüm bu yaşanmışlıklardan mı gelir bağımlılık? Dibe çöktüren o lanet bağımlılık. Genellikle böyledir bu.

Bir şişe daha kayar ellerinden geceye lanet ederken, bir çığlık daha koparır içinden artık çok geç diyen…

Sabah olduğunda çeker hayatını üstüne, kuşanır silahlarını, dalar yaşamın tam ortasına… Tüm asaletiyle girer mahkemeye kazanır davalarını, bürosuna dönerken mutludur. Gerekli talimatları verir asilce. Orda her şeydir o. Sonra tekrar akşam olur evine döner , hiçliğine… Önce zorla kazandığı komedi programlarını izleme huyunun tadına bakmak ister, yapamaz. Sonra bir kadeh doldurur kendisine yemek yemeye bile gerek duymadan, gecenin ilerleyen saatlerinde bir şişe daha yuvarlanır ellerinden…

Arada bir değişiklik yapmak ister. Kahve koyar kafasını toparlamak için 2 yudumdan öteye gidemez, duşa atar kendini gözyaşlarının selleşmesine orada devam eder. Hıçkırıklarla, boğulurcasına kendisine ettiği bu eziyet tüm ihtişamıyla sonunu hazırlamaya devam eder.

Kimseyi yaklaştırmazdı yanına, kimseye de yaklaşmaz. Ne insanlar arasında köprü kurardı ne de iletişeme geçer. Buydu asıl olan! Yalnızlığının sebebi.

Severmiş adam öyle dermiş kadına, inanmak istermiş kadın boşuna…

...

 
Toplam blog
: 14
: 356
Kayıt tarihi
: 19.01.09
 
 

Hayatın bütün zorluklarına krşın hayatın güzel olduğuna inanlardanım.Herşey hayatı sevmekle başlıyor..