Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

10 Aralık '06

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bir kazık hikayesi

Şu, ihaleden önce yeri görme işini de nereden çıkarıyorlar bilmem ki…

Yapılacak işin yerini göreyim diye sabaha karşı haydi babam giyinip yola çıkıyorsunuz. İş iştir, kimi zaman yatarak işi geçirirsiniz, kimi zaman da böyle sabah olmadan yola çıkarak… Kimi zaman ise geceleyerek geçer iş dediğin… İş için evde sabahlamak yerine, şantiyede sabahlamayı tercih ederim. Neden olacak ki, eni-konu sabahlamayı, hakedişin sıkıştırmalarında geçirirsiniz. Ondada şantiyede, yada büroda birini yanınıza uydurmaya çalışırsınız ortak diyerekten… Garibim, “abi sesin soluğun çıkmaz oldu” deyip durur hakedişin içindeki bana…

Bu seferde yeri görmeye mutlaka iki kişinin gitmesi gerektiğine bir arkadaşımı ikna ettim tabii ki…

Git git bitmiyor yol dediğin canavarda… Dere tepe düzlenmiş zaten, yol bizi, sarayın ak olup olmadığını bilmediğim, ağacın çok olmadığı ama öyle anılıp konaklanan yere getirdi bıraktı. Eee sabahta çorba içilir hani…

Olsun, biz kendimize servis yapmaya alışmadık, her ne kadar gençlikte başkasına servis yaptıysak ta ama haydi girelim bakalım sıra kısmına diyebilecek kadar da modernizdir haa… Her ne kadar amcamızdan, otobüsteki muavine bile “garson” demeyi öğrenmişsekte…

Bir çorbanın yanında, şöyle aç olduğunda 5-6 parça talaş böreği götürebilmeyi beceren ben, çorba dediğim de öğrenci işi yarım, yada bizim Fındık Hacı’nın kaşık olarak kullandığı bir çomçalık (kepçe) çorba olunca bari iki tanesini götür edeyim derken başıma kazık kadar iş geleceğini nerden bileyim ki… Yahu kardeşim hem kendimize servis yapıyoruz hem pahalı talaş böreği satıyorsunuz bari ödemesini peşinen niye alırsınız. Yiyelim ondan sonra yapalım ödemesini derken gözüm talaş böreğinin fiyatını gördü bir kere… Serde erkeklik olmasaydı iade eder miydik bilemiyorum.

Zaten suda parayla, üstüne içeceğin bir bardak çayda… Gözünü sevdiğimin Adana’sı, nerden düştük buraya çayın bardağı bile kuşlara yönelik…

Neyse, başladım çorbaya kaşık sallamaya diyeceğim ama işin özü öyle değil, işin özü kaşık üzerinde ki bana doğru sivrilen kazıkların, “ooooh nasıl geçirdim ama” gibilerinden gülümsemelerini görüp, dönüşü olmayan kısacık yolda, birde terleme işkencelerine maruz kaldım iyi mi… Kaşığı tüm doldursan ayrı bir işkence kazıkların sırıtışı artıyor, doldurmasan kuşun ağzını bile doldurmaz çorbayı börekle yuvarlarken kazıklar batıyor. İşkence yani, ama bırakıp gitmekte olmuyor. En iyisinden kazık için ödediğim ücret yarım işçi yevmiyesi… Artık götürürken kazıkları gözümü yummaktan başka çare kalmıyordu.

Bitmez bu yemek hikayesi…

Bir dahaki sefere yiyeceğimi düşünüyorsam kazıkları, ödemeyi peşin yapmayacağım. Kendime servismi asla… Yemeği yedikten sonra gözlerimi faltaşı gibi edeceğini de bilsem hesabın, en azından rahat yiyeceğim yahu yoksa sabah çorba yerine kazık içmekte pek hoş olmuyor.

Bir daha ki sefere kamyoncuların durduğu yerde duracağım. Öğrendim artık…

Hey Allah’ım; bu kazıklarda bir güzel öğretiyor ki sanarsın muallim…

Hoş, zaten ilişkilendirende ben değilim valla kazıkla tecrübeyi…

Saygılar…

 
Toplam blog
: 37
: 557
Kayıt tarihi
: 28.09.06
 
 

2006 itibarıyla 36 yaşında, yolun yarısını geçmiş bir inşaat mühendisiyim. İşim ve ailem herşeyimdir..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara