Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ocak '10

 
Kategori
Blog
 

Bir kitap, bir blog, iki yıl: 'Buluştuğumuz yer burası!'

Bir kitap, bir blog, iki yıl: 'Buluştuğumuz yer burası!'
 

Maskeli de olsa 'o yer burası'! Görsel:www.masaltozum.spaces


Zaman yine su gibi akıp geçti. Milliyet Blog'da iki yılımı devirmiş, 26. ay'ımı doldurmuşum. Ortalama beş günde bir yazıya denk düşen, 22'si şiir olmak üzere toplam 142 blog yazısı.(1) Daha sık -ve derin- yazan arkadaşlara gıpta ederken, benim gibi oldukça tembel sayılabilecek biri için önemli bir sıklık. Sadece, sevgi ve aşkla bağlılık şeklinde açıklanabilecek bir sıklık.

Zaman; özellikle de bir yılı daha devirip yenisine girerken insanın kafasına takılan, felsefecilerle fizikçilerin yüzlerce yıldır etrafında kâh keyifle, kâh sıkıntıyla dolaşıp durdukları bu kavram bir yandan da onu durdurma, hâkimi olma isteği yaratmakta insanda. Hem "şurada şu kadar yılım doldu", "kıdemim bu kadar" diye böbürleneceksin, hem de bunu sağlayan amansız akıntıyı, zamanı durdurmayı arzulayacaksın. Ne yaman bir çelişki, öyle değil mi?

Bu çerçevede güzel bir eser geldi aklıma. Daha doğrusu bu eserde yazılı olanlar bu yazıyı doğurdu zihnimde. John Berger'in 80 yaşında hayatının sağlamasını yaptığı kitabı: “Buluştuğumuz Yer Burası”. Onun tarafından geçen yüzyıla, göçüp gidenlere, tüm zaaflarıyla sevilenlere, anılarıyla şehirlere duru, ışıltılı bir ziyaret... Lizbon, Krakow, Madrid, Cenevre, Islington ve Polonya'da, artık hayatta olmayan yakınlarıyla, annesi, babası, eski sevgilileri, öğretmenleri, ustaları, akademiden arkadaşlarıyla buluşup halleşiyor Berger bu eserinde. "Hayata ve edebiyata dair güzel ve değerli olan ne varsa bu metnin içinden akıyor usul usul: doğanın ve tarihin nimetleri, kibirinden feragat etmiş bir sevgi, tenin mucizesi, ahlâkçı olmayan bir etik ve hayatın neşesi, burukluğu ve sihriyle beslenen bir siyaset..." (2)

İşte bu eserin içinde akıp gidenler tıpkı bu nezih, güzide blog şelalemizde de aynı debide akıp gidenlere benzemekte...Bu bloğun içinde yer alan hemen her yazar da kanımca keşfedilmeyi bekleyen ve hak eden birer insan. Hatta birer kitap, birer kent gibi... Blog yazıları, içinde dolaşılıp keyif alınacak, derin düşüncelere dalınacak ya da hoş anımsamalar yaratacak sayfalar, sokaklar, anıtlar, parklar, bahçeler ve mesire yerleri gibi gelir bana çoğu kez. Sanal gibi dursa da, nezih, samimi ve çoğu kez de coşkulu toplantılarla yüz yüze gerçekliğe de her an kucak açan kitaplar, kentler gibi insanlar.

Berger, eserinde Lizbon'u anlatırken, annesinin kullandığı sözcüklere takılıp kalmış: "Çok geç artık!". Bu, annesinin en sık kullandığı cümlelerden birisiymiş.

Yazar, "zaman akıp giderken bazı şeyler korunuyor bazıları da kaybolup gidiyordu." diyerek, Lizbonluların sık bahsettiği bir duygudan, ‘saudade'den söz ediyor. Lizbon'a, Portekiz'e ait bir ruh durumunu tanımlayan ‘saudade'nin, başka bir dile çevrilebilirliğinin zorluğuna değiniyor ve ‘saudade’yi, “çok geç sözcüğünün fazla dingin bir şekilde söylenişi” olarak tanımlıyor. Yoksa güzel Türkçemiz, saudade’nin Portekizceden başka en güzel karşılığını bulabileceği dillerden biri mi? Belki de dilimizde, hüzünden fazlası, melâlden azı anlamında bir karşılık bulunabilir bu sözcük için.(3)


Burada giderek sevindirici bir şekilde sayıları ve yazıları artmakta olan gençlerden farklı olarak bizim kuşak için bir de "nostalji -özlemli(k)-" anlamı olabilir bu sözcüğün diye de düşünmekteyim. Bazen naif pişmanlıklarımız kafalarımıza birer balyoz gibi inerken- bizi biz yapan değerlerimize ve inançlarımıza doğru- bir sıla özlemi basar her yanımızı...Bazen de bir kuş tüyü hafifliğinde ya da bir meltemin yüzümüzü yalaması gibi onlara bir el sallayış geçer içimizden, en derin yerlerimizden. (4) Bir zamanlar gerçek olan "kişisel ve toplumsal yaşsız hayallerimiz"e...

Bloğumuzun üç buçuk, benimse iki yıllık varlık öyküm aslında uzun sayılabilecek süreler olmasa da, buzdağının alt katmanları gibi üzerine oturdukları katlar da hesaba katılırsa, öyle!

Buradaki değerli yazar dostlarımın güzel yeni yıl dileklerini içeren mesajlarını almadan yeni bir yıla başlamak için "çok geç artık!". Hepsine buradan tekrar en içten teşekkürlerimle...

Tuşlarla cebelleşip bir blog taslağı oluşturmaya çabalarken "acaba şu an değerli yorumcu blogdaşlarım da neler karalıyorlar?" diye düşünmemek için " çok geç artık!". İyi ki varlar ve buradalar!

Şu ya da bu nedenle bir, iki kez denedimse de buradan ayrılmak için "çok geç artık!",

Bazı gençlerimizin pek hoşlarına gitmese de, bizi biz yapan değerlerimizi ve inançlarımızı terketmek için de "çok geç artık!",

Buradaki karşılıksız, beklentisiz, gönüllü paylaşım eylemine "Bedavaya boşu boşuna kafa yorma!", " Körler, sağırlar birbirini ağırlar!" diye sataşmalara da kulak asmak için "çok geç artık!". Eminim ki, onlar da bu sözleri kendi deneyimlerince iyilik olsun diye söylüyorlar.

"Saudade", hüzünden fazlası, melâlden azı, biraz sıla özlemi, biraz nostalji...

Yeni yılda, esenlik içinde nice güzel bloglara, nice derin ve anlamlı yorumlara...İçten, karşılıksız ve beklentisiz paylaşımlara...

Selâm olsun benden tüm zaaflarıyla sevenlere ve sevilenlere...

İ.Ersin KABAOĞLU,

4 Ocak 2009, Ankara

Blognot:

(1) Bazı dostlar: "Ya, şiir işte" diye hafifseme içinde olsalar da inanın yazımı çok daha zor bir eylem. Ayrıca nesir gibi, her aklınıza estiği an da yazılması mümkün değil.

(2) "Buluştuğumuz Yer Burası", John Berger, Metis Edebiyat, 240 sayfa, 2008 (2.Baskı), İst.

(3) Melâl: Can sıkıntısı, sıkıntı, üzüntü, usanma gibi bir çok hissiyatın ifadesini birlikte içinde barındıran bir sözcük. İçeriğinde barındırdığı hallerinin özellikle varoluşsal yönüne karşılık gelir. Sözcüğü tek bir karşılık vererek sınırlandırmak kanımca doğru olmaz.

(4) Değerli blogdaşım "Zelinartug'un "Bir 'geyik'masalı" başlıklı son öyküsüne yazdığım ikinci yorumuma verdiği yanıttan uyarlama ve esinle...

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..