Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ocak '12

 
Kategori
Blog yazarları tartışıyor!
 

Bir tüzel kişilik olan kulüp suç işleyebilir mi?

Bir tüzel kişilik olan kulüp suç işleyebilir mi?
 

Atılan goller... Yenilen goller... Futbolun zevki... Sporu, spor gibi yapamaz mıyız?


Futbol, dünyanın en yaygın seyirci kitlesine sahip profesyonel bir spor dalıdır. Zaman zaman bazı kesimler tarafından,  “bir top peşinde 22 kişinin amaçsızca koşması” şeklinde tanımlansa da ve bu kadar ilgi görmesine bir anlam verilemese de, o artık renklerine gönül vermiş taraftarların katkısıyla büyüyen ve ekonomik potansiyeli bugün milyar dolarla ölçülen bir sektördür. 

Futbol icat edildiğinde bu oyuna ilgi duyanlar, sanırım boş zamanlarını değerlendirmek için top oynuyorlardı. Kulüpler kurulurken de herhalde bugün futbolun ulaştığı ekonomik seviyeleri kimse hayal etmemişti. Daha düne kadar ülkemizde top oynamak, ailelerin çocuklarına yasakladığı zararlı bir eğlenceden ibaretti. 

Başlangıçtaki amaç ne olursa olsun, bugün futbol bütün dünyada 7’den 70’e herkesi yakından ilgilendirmektedir. Her devletin kendi ülkesinde tertiplediği turnuvalar, ligler, derken ülkeler arası, kıtalar arası müsabakalar, onu bütün dünyanın en popüler oyunu haline getirdi. 

Hangi alanda olursa olsun, kökü uzun yıllara dayanan firmalar, kendi alanında özel bir üstünlüğe sahiptir. Bu adın özenle korunması ve lekelenmemesi esastır. Bir firmayı o kadar uzun sene ayakta tutmak ve başarılı kılmak kolay bir iş de değildir. 

Rekabete dayalı bir oyun olan ve en önemli zevkini ve şevkini rekabetten alan futbol, ülkemizde de, 100 yılını geride bırakmış, 3 büyükler diye adlandırılan Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaray’ın aralarındaki ezeli çekişmeyle ön plana çıkmış ve bir hayli taraftar toplamıştır. 

Elli yılı aşan Lig tarihinde, bu 3 takımın şampiyonluğuna ortak olan Trabzonspor da, 4. büyük diye anılmaya başlamıştır. Geçtiğimiz yıl Bursaspor’un da şampiyonluğu elde etmesi, Anadolu takımlarının da bu yarışa ortak olacaklarının müjdecisi olmuştur. 

Futbolumuz daha da renkli bir hal alıp, futbol sevgisi ve heyecanı dalga dalga bütün yurt sathına yayılırken, bir şike söylentisi, futbolumuza gölge düşürdü, sporu amacından saptırdı ve taraftarların renk aşkına set çekti. 

Bütün spor dallarında yapılan müsabakaların mutlaka bir galibi, dolayısıyla bir de mağlubu vardır. Eğer ortada çok takımla oynanan bir turnuva varsa, elbette bunun da bir birincisi, bir de sonuncusu olacaktır. 

Kazanmak kadar kaybetmenin de doğal olduğunu bilmemiz ve kabullenmemiz lazım. Ne yazık ki ülke olarak bu anlayışa pek sahip değiliz. Bu yüzden her sezon sonunda düşen takımlardan sitem dolu sözler hiç eksik olmaz ve bir şekilde o takımlar, siyasi temsilcilerini de önlerine katarak, düşmelerinin önüne geçilmesi veya “bu sezonluk düşmenin kalkması” gibi saçma sapan bir istekle ortaya çıkarlar.

 Eğer kurallar işlemez, sistem çalıştırılmazsa, bütün sezon yapılan mücadelenin bir anlamı kalmaz ki...

 

Bildiğiniz gibi Süper ligin altında 1., 2. ve 3. Lig adı altında hem de birkaç grupta düzenlenen turnuvalar vardır. İşte bu sistem sayesinde başarılı olan bir takımın alt kümelerden en üst lige kadar çıkması mümkünken, başarısızlık durumunda da Süper Lig’deki bir takım amatör kümelere kadar –maalesef- düşebilmektedir. 

Bir kulübe karşı takınılacak acıma duygusu, zincirleme olarak pek çok takımı ve bütün sezonları etkileyecek olumsuz bir sonuç doğuracaktır.

Profesyonel futbolun dünya çapında önemli bir hale gelmesi, elde edilecek şampiyonlukların çok değerli olmasına zemin hazırlamıştır. Eskiden sadece müzelerindeki kupalarla gururlanıp yaşadıkları manevi hazzı paylaşanlar, bugün kazanılan şampiyonluklardan kasalarına giren paranın hesabını yapar hale gelmişlerdir. 

Yine eskiden “kanımı kessen şu renk akar” diyebilen tutkulu takım taraftarı oyuncular baş tacı edilirken, bugün gönlünde hangi takım yatarsa yatsın, hatta dünyanın hangi ülkesinden olursa olsun, yeter ki şampiyonluğa katkısı bulunsun diye düşünülen oyunculara yönelinmiştir. 

Bu da transfer piyasalarında pek çok dolabın dönmesi veya döndürülmesi demektir. 

Sonuç olarak, kulübe kendi cebinden katkı sağlayıp onu ayakta tutmaya çalışan babacan yöneticiler yerine, pastadan pay kapmayı amaçlayan profesyonel iş adamları, kulüp yönetimlerine göz diker hale gelmişlerdir. 

İyi veya kötü niyetle oynanan oyunlar ne olursa olsun, ben asırlık kulüpleri ayakta tutmanın kolay olmayacağını, özellikle de başarı merdivenlerini tırmanan yaşlı çınarları istediğimiz zamanda istediğimiz yerde yetiştiremeyeceğimizi düşünerek, bir “tüzel kişilik” olan kulüplerin “küme düşmek” gibi bir ceza ile karşı karşıya bırakılmasını doğru bulmuyorum. 

Tüzel kişilerin kurum olarak yanlış veya hile yapma gibi bir şansları yoktur. Eğer ortada kanıtlanmış bir şike uygulaması varsa, bu mutlaka “özel kişiler” eliyle olmuştur ve bunu yapanlar her ne kadar “ne yaptımsa kulübüm için yaptım” gibi bir savunma içine girseler de, kesinlikle kendi başarıları ve menfaatleri için bunu yapmışlardır ve maalesef kulüplerini de buna âlet etmişlerdir. 

Gerçekten samimi olarak takımını seven ve her şeyi onun için yapan bir yönetici, bir spor kulübünün tarihine “şike” damgası vurdurmaz, onu “sahtekârlık” yapmakla karalamaz, karalatmaz. 

Bu sebeple, bir şike olgusuna rastlanır ve ispat edilirse, takımın o şekilde aldığı puanlar silinir, kazandığı dereceler iptal edilir, şampiyonlukları ve kupaları elinden alınır. Bunlar en doğal hareketlerdir. Ardından da bunları hazırlayan yöneticiler en ağır şekilde cezalandırılır, ki bir daha böyle bir haksızlığa ve saygısızlığa asla kimse soyunmasın. 

Eğer bu yanlışlığı yapan yöneticilerin cezaları azaltılır ve takımlara küme düşme gibi ağır yaptırımlar getirilirse, “takıma ne olursa olsun, benim menfaatime halel gelmesin” diyebilecek bütün soysuzlar, kulüplerin yönetimlerine talip olurlar. 

Bir takımın şikeyle kazandığı puan, ona bağlı olarak elde ettiği derece ve bunun sonucunda kasasına giren paranın hesaplanması kolaydır. Ancak bu bağlantıyla, “yönetici” kılığındaki kişilerin elde ettikleri menfaati ölçebilecek bir âlet yoktur. 

Bu düşüncelerle ben şike ve benzeri uygulamalarda takımlara “küme düşme cezası” verilmesi yerine, bu organizasyonu düzenleyen yöneticilere en ağır cezaların verilmesinden yanayım. 

Burada cezanın amacı, sadece olup bitmiş bir hadisede adaleti sağlamak değildir. Zaten takımın, sözü edilen o maçlarda kazandığı puanlar silinince, adalet sağlanmış olacaktır. Asıl amaç, spora bu tür pisliklerin bulaşmasını önlemektir ki, bir daha bu tür çarpık ilişkilere tevessül etmeyi artık kimse aklına getiremesin...

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..