Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mart '08

 
Kategori
Kitap
 

Birlikte okuyalım

İçinde bulunduğumuz dönemler, her yılın belirli günlerinde, sarsıcı olaylar yaşamanın artık doğal bir tabiat kanunu olarak kabullendiğimiz alternatifleri tekrarlıyor sanki.

Böyle dönemlerin gözlemlerini iyi değerlendiren aydınlarımızdan biri Sn. Turgut Özakman;

Toplumsal ve siyasal gelişimlerin, değişimlerin tam ortasında kalarak, geçmişten geleceğe, belgelerden, gerçeğe, rahatça köprü kuran, sağduyulu bir yazarımız.

Türk Milleti Vatan ve iman söz konusu olunca, gözünü bile kırpmadan canını bu uğurda seve seve vereceğinin en güzel anlatımını yapmış değerli yazarımız. Şu Çılgın Türkler adlı kitabını soluksuz okumuştum. Bu öyle bir kerede okunup ta rafa kaldırılacak bir kitap değildi.Her okuyuşumda bir başka anlama izin veren, ibret verici düşünceler. Evet, bir milletin ve liderlerinin bilmesi gereken en önemli derstir geçmişimizde yaşanan olaylar. Her olayın ardında, ileriye dönük bir eylem vardır. Bir sayfada Ateş Yalazan adlı kardeşimizin, Sn Turgut Özakmanla yaptığı röportajına rastladım ,

Yazar; ”Diriliş” adını verdiği kitabında, Çanakkale Savaşından ustalıkla bahsederken, olayların anlatımı bir belge niteliği taşıyor. Cephede düşmana taarruza hiç emir almadan katılan askerlerden bahsediyor.

Bir nefes alıp düşünüyorum. Bazen emir dışı hareketler hataya dönüşemez mi? Örneğin komutanlara itaat gerekmez mi? Ama cephe bu, ölmek için, baş koyulan bir yol için. Vatanı müdafaa için, emire gerek var mı? Yine kendimle sohbet ediyorum. Uhut Savaşı'nda, okçuların emre itaatsizliği neticesinde, bir anlık zafer bozguna dönüşmedi mi? Demek ki savaş stratejilerinde tek komutanın emri önemli. Bir komutan örneği verilir psikolojide:

Bir savaşta birkaç kumandan var. Her biri ayrı bir yönü gösteriyor. Biri sağa, diğeri sola emir veriyor. O asker her ikisinin emrine aynı anda uyabilir mi? Burada da Türkün çılgınlığı başlıyor işte…

“Silah kardeşlerinin süngü hücumuna kalkacağını ve bu kadar geniş bir alanı ateş altında geçeceklerini anlayan, duyan öbür beş bölük galeyana geldi. Onları yalnız bırakmamak için emir almadan tüfeklerine süngülerini geçirdiler, siperlerin önüne çıktılar. Hiçbirini durdurmaya imkan yoktu. Tabur komutanları yedekte kalması için bir bölüğü zorlukla geride tutabildi.

Bir başka paragrafta da önemli bir noktayı yansıtıyor olay, Savaş arenasında eğer çarpıştığın kişiler, gerçekten bir amaca göre , inandıkları bir ilkeye göre insanca mücadele veriyorlarsa...Ee diyorum, o zaman oturup adam gibi konuşun, olmadı canım bu aile ilişkisi değil ki, Vatan ve millet ve toplumsal ilişki, burada haksızlığa Hakk ile karşı koymak var. Çünkü her şey zıddıyla var. Bu zıtlarda Habil ve Kabil var yaratılmışlıktan, bir şeylerin mücadelesi var.

Savaşta iki hasım da olsa, insanlar arası olunca, yaratılmışların vebalini üslenmek zordur. Nasıl ki bir gerçek avcı iseniz, doğada avınıza şans vermeniz gerektiğini biliyorsanız, ya da, yaralı bir hayvanı ancak acı çekmesini önlemek için öldürüyorsanız.Ve ölü bir hayvanı, kanı akmadıkça yani leş yemiyorsanız, ve esirlere muamelede insani vasıflar ortaya çıkıyorsa, Bir dönem “Yankee go home “sloganları atan gençlerin , ipe gittiği temellerden bakın günümüze neler yansıyor.Sanki yıllar önceden bazı şeylerin adım adım neticesini bilircesine..Ve şimdilerdeki sinir ötesi operasyonlarımızın dip noktaları kaç yıl öncesinden beri geliyor.Sayın Unakıtan “24 yıldır , uğraşıyoruz “bu terörle dedi. Bu günün de ileriye hazırladığı bir sonu görsem de, söylemek istemiyorum ve olmamasını diliyorum. Sn. Akman'ın kitabına dönelim;

“19. Alay cephesinde 1 binbaşı, 2 yüzbaşı ve 72 er esir edildi. Bunların bir kısmı yaralıydı. Sağlıkçılar yaralıları sargı yerine taşımaya başladılar. Yaralı bir İngiliz eri için sedye kalmamıştı. Süngü savaşından üstü başı kan içinde, parça parça çıkmış askerlerden biri, can acısıyla inleyen yaralıya acıdı, sırtına aldı, sarsmamak için dikkatle yürüyerek sargı yerine götürdü. Bir subay arkalarından uzun uzun baktıktan sonra dedi ki:

"Eğer insanca davranmıyorsa, bir savaşçının bir hayduttan ne farkı olur? Savaşçıyı hayduttan ayıran, onu kahraman yapan, işte şu yorgun askerin gösterdiği insanca tavır. İnsan olmadan kahraman olunmaz. İnsan olmayana kahraman denmez."

Bir kez daha düşünüyorum, sadece düşünüyorum…Aman Allahım diyorum, tam da bunu düşünüyordum. Nice savaşlarda bizim isimsiz kahramanlarımız olur. Bunlar kadın olduğu için fazla hikayeleri yazılmaz. Örneğin ninemin ninesi diyeyim. Çünkü ninemin anlattıkları da bir belge olurdu, onu dinlerken ben bu yaşımda olsaydım.. Aklımda kalan böbürlenerek anlattığı o kısa metrajlı film niteliğinde aklımda kalan bir sahne...

Düşman baskını haberini aldık, tarladaki kadınların derhal saklanmalarını ve çarşaflarını geçirmelerini söylediler. Tefecilik yapan, casuslar da sızardı aramıza bazen. Onlar da kadın sansınlar diye çarşaf geçirirlerdi başlarına.. O zaman diyemezdim o kadın değil diye. Çünkü ispiyonculuk denilen şeyin cezasını ölüm bilirdik. Ne sorgulara çekildik, ne işkenceler gördük te inandığımız kişileri ele vermedik. Ne paşalar geldi geçti köyümüzden. Hepsini gizledik. İstiklal, vatan dedik.. Diye anlatır giderdi, bunların içinde kim bilir kaç neslinin anısı vardı. Ama zamanı karıştırsa da anlatırdı işte…

Bir gün köyümüze baskın oldu. Ahırda ne kadar hayvan varsa alıp götürdükleri yetmiyormuş gibi, doru atımı da götürdüler. Hiç bir şey beni atımın götürülüşü kadar üzmedi. Kafama koymuştum gidip bulacaktım atımı. Feryat figan etti köyüm, eşim dostum, sen avrat başına otur eteğini altına al, seni öldürürüz dediler. Gece babamın tüfeğini aldım ve kasketi başa geçirdim keçe şalvarı geçirip dağa düştüm. Eşkıyanın konakladığı yeri buldum. Öyle bir aleme dalmışlardı ki.. kuzumu şişe geçirip yerlerken. Atım hiç ses etmedi, oysa bir çalı kıpırdasa kişnerdi, av köpeği gibi hassastı. Sürünerek yanına vardım, ipini keserek, üzerine atladım ve öyle bir hızla kaçtık ki oradan. O derece de sessiz…köye döndüğümde sakın atı gidip aldığını söyleme kendi geldi de dediler.. Söylemek olur mu yavrum? Sormaya gerek bile duymazlar. İftira hazır ki, Bir def-i hacet için geride kalınca kervandan, iftira atmadılar mı? Hz. Ayşe bacımıza? Hz. Meryem’e? Kadın kısmı işte kahraman olmaz .

Sn. Özakman da Çanakkale savaşında kadınların, savaşta askerlerin yaralarını sararken, cephe gerisi faaliyetlerde, namahreme nasıl dokunabildiklerini irdelemiş

Bir soluk daha aldım. Şimdi bu tesettürlü kızlarımızın inançları radikal. Üniversiteden doktor olarak mezun olacaklar ve yemin edecekler, sonra da, yaralı erkekse bakmayacaklar namahrem diye..Acilde nöbetteyse erkek doktor bul mu diyecek hastaya..Kolayı var. Doktorluk ta meslek olarak ayrılacak. Erkeklere bakan ve kadınlara bakan. Ya acil bir andaysa , yandık namahreme dokunmak yasak, kime açayım ben ağrıyan yerimi? Bu erkek tutucu doktorlar içinde geçerli . Yüzüne bakmadan ilaç yazanlar var. Teşhis mi? Ayol sana zaten neyin var diye sorunca sen anlatıyorsun böbreğinin ağrıdığını, taş ihtimalini..bilmeyene ise anlayan yok ki.Yaz iki tahlil ne Varsa çıksın..kolay canım. Nerden nereye geldim yine… Bir kitap tanıtayım derken, beni böyle motive eden yazarımızın sanatıdır elbette..Gerçek yazar kendi düşündüklerini yazarken objektif olup başkalarını düşündürebilmelidir..Bunu da kaç yönden yaptı bende. En iyisi , bir paragraf daha sunayım

“Hayriye Hanımın elleri titriyordu.Hastanın elini tutacak mısınız?Haram değil mi?

Gönüllü hastabakıcı Rabia Hanım, "Aa, evet" dedi, "Mesela dün iki ayağından da yaralı bir gazi getirdiler. Ameliyattan önce zavallının ayaklarını yıkadım."

Hayriye Hanım mosmor oldu. Sesi gittikçe yükselerek, alın damarları kabararak, "Boyunca günaha batmış olduğunu, bunları yaparak ahiretini yaktığını, bu hallerin gavurluğa özenmek olduğunu" anlattı, "sapkınlıktan hemen caymasını" istedi. Kızı da gözlerini kocaman kocaman açmış, başını sallayarak annesini onaylıyordu. Rabia Hanım sinirlenmedi. İki çocuklu, okur yazar, mutlu, olgun bir İstanbul hanımefendisiydi. Birkaç komşusu da buna benzer sözler söyleyip uyarılarda bulunmuştu.

Yumuşak bir sesle "Teşekkür ederim" dedi, "Ama ablacığım biz sizin gibi düşünmüyoruz. Bu insanlar biz burada şerefimizle, namusumuzla yaşayabilelim diye savaşıyor, şehit oluyor, yaralanıyor, yanıyor, sakat kalıyorlar. Bizim de bir şeyler yapmamız gerek. Cansız, akılsız, vicdansız, bilinçsiz bez bebek miyiz biz? Böyle zor günlerde her insana büyük, küçük görevler düşer. Bir kadının böyle bir zamanda evine gömülmesi ayıp olmaz mı? Benim payıma bu görev düştü. Yaptığım günah değil. Şunu da söyleyeyim. Eğer bu hizmet günahsa, biz bunun sonucuna razıyız. Devletin, milletin kurtuluşunun, şeref ve başarısının, kişisel kurtuluştan daha önemli, daha gerekli, daha hayırlı olduğuna inanıyoruz. Müslümanlık, sizin anladığınız gibi, sırf kişisel kurtuluş, yani bencillik dini değildir. Bir din böyle olamaz zaten. Müslüman sırf kendini, ahiretini düşünen, başka hiçbir şeye, hiç kimseye, devlete, millete, vatana önem vermeyen, bencil biri olamaz. Bencillik ;İnsanın kendine tapınmasıdır ki bundan büyük günah olamaz….”
devam edecek

.

 
Toplam blog
: 165
: 856
Kayıt tarihi
: 17.10.07
 
 

Edebiyet fakültesi  mezunuyum. Öğrenmenin yaşı yoktur diyerek çeşitli kurslardan da el sanatları ..