- Kategori
- Kitap
Birlikte okuyalım

. Bölüm iki; Yazar kardeşimiz, Ateş Yalazar'ın röportajından kaynaklanarak Sn. Turgut Özakmanın, ”Şu çılgın Türkler”den sonra ki DİRİLİŞ adlı kitabını tanıtmaya devam ediyorum.
Türk milletinin gücünü imandan aldığı bir gerçektir. Bir savaşta , siperde bile olsa, ibadetini eda eden bir imandır bu. Hak için Hakka vasıl olmanın hazzıdır ölüm. İbadetin şekli yoktur onlarda. Dillerinden tek bir hiç düşmez ki… Ve bir öykü geliyor aklıma, Nusret in öyküsü. Bir kumandan mı bir Veli mi bilinmez. Bilinen ise onun , bir gece Çanakkale boğazına bakıp Allah'tan ümit kesmeden tefekküre daldığı sırada suyun üzerinde 26 rakamının bir köpük halinde belirmesiyle, Allah'ın izniyle sabaha kadar suyun altında gömülü mayınların yerlerini değiştirip, kıyıya paralel dizmesiyle. Çanakkale yi geçilmez kılmasıdır. Yazarımızda bakın nasıl aktarmış Mehmetçiğimizin imanını.
<ı>“(...)Tabur komutanlarına emir götürenEmir Subayı Asteğmen Cevdet, dönüşünde gözleri dolu dolu ; “komutanım”dedi.”Bir şeyi görmenizi istiyorum.Şefik Bey çok önemli bir şey olduğunu anladı.Yoksa Asteğmen böyle bir öneride bulunmazdı.Sessizce Asteğmeni izledi ve gözleri dolup taştı,
<ı>Askercikler, kirli çamaşırlarını çıkarıp, fundalıkların dibine bırakışlar. Temiz çamaşırlarını giyerek, şehit olmaya hazırlanıyorlardı.
<ı>Allahın huzuruna şehit olarak giderken bile temiz olmayı istiyorlardı.(...) "
<ı>Ninemin anılarını hatırlıyorum yine.Siperlerde mermi toplayıp eteklerine doldurup askere götürürlermiş.Hatta meşhur yorgan hikayesini hep biliriz, ıslanmasın diye çadırları söküp teçhizata örttüklerini hatta bebelerin battaniyeleriyle, silah kundakladıklarını..O bebelerin battaniyelerine sarılan , toplar , teçhizatların akıbetini bakın nasıl anlatmış Sn .Turgut Özakman;
“(...) <ı>İngiliz-Fransız donanmasını yenen Kilitbahir ve Çanakkale’deki tabyalarımızı gezerseniz, buralardaki toplardan ancak bir ikisinden kalma bir kaç parça görürsünüz. Peki o tabyaları dolduran 137 "gazi top"umuz nerede? Buralardaki uzun, kalın namlulu, büyük gövdeli, raylı dev makineler ne oldu?.. Kim yok etti bunları?.. Biz yok ettik! 1954 yılında Maliye Bakanlığı, bu gazi topları, yani tarihimizi, hurda demir fiyatına bir hurdacıya sattı. Hurdacı da bütün topları kesti, biçti, söktü, parçaladı ve götürdü.(...)"
Aklıma Savarona gemisinin akıbeti geliyor. Ve diğerlerinin, hurdaya çıkmamak için direnme gücü olmayan bir tarih. Bu tarihi yazanlar, liderler ve halklar canlarını hiçe sayanlar, vatan borcu namus borcu diye türküler yakanlar. Liderlerine öl de öleyim diye gönülden bağlı olanlar... Lider akılcı, ileri görüşlü, otoriter, irade sahibi olmalıdır. Tarihi iyi bildiği için geleceği tahmin eden
Önder Atatürk'ün ilkeleri unutulmamalıdır.Buna şöyle değinmiş yazar;
<ı>“(...)Mustafa Kemal’in ölümünden sonraki siyasi liderlerimizin büyükçe bir bölümü, sanıyorum ki yakın tarihimizi iyi bilmedikleri için, bu devletin kuruluş gerekçelerini anlamadıkları için, bazı şeylerle kolayca oynanabilir gibi geldi onlara. Kendilerini Atatürk’ten daha akıllı, daha yurtsever, daha bilgili saydılar. Atatürk’ün ve arkadaşlarının milli mücadelenin gereklerinden, şartlarından doğan bir yönlenmesi var. Onu değiştirmeye, onun üzerinde oynamaya kalktılar. Her yerde de başımızı duvara vurduk, her seferinde. Taş üstüne taş koymamış, ama siyaseten lider olmuş bir adamın Türkiye’nin geleceği için çok kesin konuştuğunu <ı>gördüğüm vakit benim içim ürperiyor. Belli ki daha dünü bilmiyor, evvelsi günü hiç bilmiyor. O zaman yarını da kestiremiyor. Türkiye bunu hak eden bir ülke değil.(...)”
<ı>
Bölünmenin hiçbir dönemde günümüzdeki kadar çok olmadığını da vurguluyor. Hatta Osmanlının çökmesine neden olan geniş yelpazedeki yönetime yetişememe bu yüzden eyaletlere bölüşüldüğünde valiliklerin, azınlıkların vb bile bir arada olabildiğini biliyoruz, neticede bölünmelerin nedenlerini de şöyle anlatmış,
“(...)<ı>Cumhuriyetimizin hiçbir döneminde bu kadar bölünmüşlük olmadı.Bu bölünme şimdi oluyor.Ve bizi yönetenler, bu bölünmenin sonunun nereye varacağını bilmedikleri için, kestiremiyorlar.Onlara yaşıma dayanarak bir tavsiyede bulunayım;Yakın tarihimizi çok iyi okusunlar.Kulaktan dolma bilgiyle yargıda bulunmasınlar.(...)”
<ı>Operasyonun bitmesiyle, terör bitti diyebilsek keşke. Bunun ileride nasıl bir grip virüsü gibi şekil değiştirip, yayılacağına dikkat çekiyor yazar. İlgimi çeken bazı sözleri de oldukça düşündürücü. Bir zamanlar Kore'ye giden Mehmetçiklerin neden gittiğini anlamak kolay olmuyor.Barış için gittiğimiz savaşlar... Ve Almanlara bakış açısı şöyle yazarın;
<ı>"(...)Türk’ün canı çok ucuzdur Almanlar için. Onun için çok kolay harcamışlar. Bu, çok büyük bir derstir. Bir; Milletin ve devletin namusu ordusudur; bu orduyu sen hiç kimseye emanet edemezsin; hiçbir yabancıya emanet edemezsin. İki; Bunun içinde çok çeşitli görüşlerin, fikirlerin, ideolojilerin, inançların karmaşa halinde bulunmasına asla izin veremezsin. Verilirse Balkan Ordusu’ndaki durumu yaşarız, facia olur. Ordu paramparça olur. Biz bunu yaşamışız. Artık bunun bir ikinci defa yaşanması söz konusu olamaz. Falan okuldan mezun olanların orduya girip girmemesi tartışması ikide bir devreye girer. Bu tartışmayı gündeme getirenler Balkan Savaşı’nı bir okusunlar, niye yenildik? Okuduktan sonra bir daha bu teklifte bulunmazlar. Okurlarsa ama. Ordunu yabancıya emanet edemezsin, ordunun iç parçalanmasına fırsat ve imkan veremezsin.(...)"
<ı>
<ı>
Ve beni en çok düşündüren, en hassas ve en aklımın ermediği kısım. Büyük bir cesaretle yazılan sözler. Bir solukta okuyup aktarmak istedim yorum mu? Bir aydın kişi , okurunu düşündürür, fikrini söyler, objektif bakar, tarihini bilir, bildiklerini paylaşırsa, yoruma söz kalır mı? Ve yorumsuz aktarıyorum, en son ve en etkilendiğim kısımdan bir paragrafı;
<ı>
<ı>"(...)Ordu, o milletin ve devletin genel hayrı için kullanılır. Macera için kullanılmaz. Birinci Dünya Savaşı’nda Enver Paşa ve arkadaşları, ordumuzu macera için kullandılar. Galiçya’da ne işimiz vardı bizim? Makedonya’da, Macarlara, Avusturyalılara yardıma gidecek halde miydik biz? Yardım dediğiniz, Anadolu’nun insanını yolluyorsun oraya, ölsün diye. Kan yardımı yani bizim yaptığımız. Sarıkamış’ta ne arıyorsun? Allahuekber Dağı için halkın söylediği bir söz var. Öyle bir mevsim ki, kuş geçmez bu dağın üstünden.(...)"