- Kategori
- Felsefe
Blog Okumak ve Yorum Yazmak Üzerine

Okumanın dayanılmaz hafifliğiyle dar alanda kısa paslaşmalar...
Blog Okumak ve Yorum Yazmak Üzerine
Blog okumanın keyfine vardım.
Özenle seçilen kelimelere, istenilen yere konulmasına dikkat edilmiş virgüllere, soru işaretlerine ben de aynı özenle dikkat etmeye çalışırım okurken, anlatanla intervenöz bağ kurayım diye.
Her blog ayrı bir dünya, ayrı bir alem..
Her biri farklı telden çalsa da ayrı bir zenginlik katıyor sanal ortamımıza.
Blog yazılarında özlemler, kahırlar seslendirilir...
Ayrılıklardan aşklardan dem vurulur, güzellikler iyilikler dilenir...
Gidenlerden, gelmeyenlerden, umutsuzluklardan şikâyet edilir.
Günahlar çıkarılır, keşkeler, pişmanlıklar anlatılır, hayaller de kurulur...
Ve daha çok “bir gelse” üzerinedir söylemler… ne olacaksa...
Filmin sonunu özlemek gibi, hem de filmin bitmesi bahasına.
Kiminde gelecektir planlanan, kiminde kaçan trendir aranan..
Ve sanal da olsa, kahır da olsa, pişmanlık da olsa, keşkeler de olsa
Özlemdir, aşktır söylenen, yaşanan.
Kimi özgürdür kelebekler kadar, yazarken blogunu.
Kimi isyanlardadır sayar dökerken öfkesini.
Kimi bütün içtenliğiyle söyler, söyleyemediklerini.
Kimi özenir güzel anlatımlı bir öyküye,
Kimi vurulur bir öykünün güzel anlatımına.
Kimi zaman hayaller önünde gider gerçeklerin,
Kimi zaman gerçekler ardında kalır hayallerin.
Hiç tanımadıklarıyla paylaşmak, yalnızlıktan uzaklaşmaktır umulan.
Nasıl olsa daha ikinci yazıda kurulacak olan dostlukların tanışmaktan öte olacağından emin olunduğudur umulan. Gerçekte kurulan ruh ikizliğidir, gönül dostluğudur..
Ve başlayan tanışma, sıcak bir çay sohbetini paylaşma isteğidir.
Bir de aranan, bulunan ve konulan resimler var.
Konuya uygun olsun, anlatılanın anlamıyla örtüşsün, varsa kelimelerin ayıbını örtsün, eksiğini tamamlasın diye titizlikle seçilen…
Ve altına bir bloğa değer birkaç söz yazılmasının okuyana verdiği keyif ise ömre bedel olan.
Daha ilk yazıdan sonra ezberlenen rumuzlar, acaba bu gün ne tür güzellik sergilemiş diye her gün merakla dolaşılan bloglar…
Hele o içten yapılan yorumlar, paylaşımlar, iki satırlık korsan katkılar yok mu?
Sevgi mevsimi başlamış da okuyan mutluluk yağmurundan inci taneleri ikram eder gibidir yazana.
Ne demiş üstat “Kamilin halinden kamiller anlar”…
Bu öyle bir anlaşmadır ki çok kişi kendini bulur bir diğerini anlattığında.
Öyle ki yazana seni anlıyorum diyebilmek için, daha önce yazdığı bir yazı, seveceğinden emin olarak, önerilir korkulmadan.
Herkesin birbirini anladığı, anlayışla yaklaştığı, paylaştığı, deneyimini aktardığı, teselli ettiği bu âlemde olmayan tek şey kapristir.
Hem de yasak olmadığı halde…
Bazen öyle yazanlar olur ki yazma zevki aşılar okuyana, acite eder klavye başına geçmeyi..
Hayran olunur okunurken böylelerine ve daha başka ortamlara da yakıştırılır onlar…
Ve onlar sayesinde blogdaki kültürel diyalogun giderek de genişleyeceği umulur..
Doğal olarak da dev bir terapi ortamı da oluşur sanal alemde yapılan interaktif etkileşimde..
Hem de “yirmidört saat açığız, buyur dükkân senin, kar bakalım helvanı da görelim” türünden.
İsyan edenler, aşkını haykıranlar,
sosyal içerikli konulara dalanlar,
ilham perisi zamparalık yapanlar,
gönül teli sızlayanlar,
bir şiirden bir şarkıdan ateş alanlar,
bir ney sesinde kendini bulanlar,
ciddi işlere ağır abi olanlar,
azıcık politik takılanlar,
her fırsatta mesaj vermeye çalışanlar,
birazcık şamata yapanlar…
anlatımına Hayyam’dan, Mevlana’dan medet umanlar..
daha neler neler…
ne ararsan var…tekmili birden tam teşkilatlı türünden...
Her zaman da laylaylom değildir blogcu familyası.
Bazen başlığından dolayı çok okunanlar,
yüzlerce kez okunduğu halde hiç yorum almayanlar,
konulan resimle okunmasını acite edenler,
pek bir şey yazmadığı halde onlarca yorum alanlar…
Ve de beklenen yorumların gelmesinin sevincini tadanlar …
(Vicdansızlar “ayrılık ayrılık" adlı blogumu sırf adından dolayı 1600 kişi okudu ama yorum sıfır…
halbuki o kadar emek vermiştim.
İnanın güzel yazı, ne yazdığımı biliyorum, ona göre…).
Hep taze yazı okumaya çalışmaları zayıf yanı olsa gerek blogcuların.
Hâlbuki, yazılanların her zaman geçerli olmasına özen gösterildiği de gerçektir...
Beğendiğim bir yazıyı yazanın diğer yazılarının da güzel olduğuna inanırım ve tereddüt etmem onlara da göz atmaktan.
Ve paylaşırım yorum niyetine bir şeyler yazarak, korkmam “iki sene önce yazmıştım, şimdi nerden çıktı bu” denilmesinden.
Bir de hiç tanımadıklarımı okumaya çalışırım.
Okumazsam tanıyamam ki deyip tanımak niyetiyle.
Hele bir de bir güzel anlatımla karşılaştıysam, kârlı sayarım kendimi…
Bu arayış içinde bazen üzüntüyle görürüm yazmakta iken yazmayı bırakalı çok olanları.
Onlara ne olduğu meçhul, ne haber var ne de arayan ne soran.
Her halde blogumuzun vefasız yanı da bu olsa gerek.
NOT: Paylaşayım onore edeyim diye zevkle ve sorumlulukla yaptığım yorumlardan ters anlamlar çıkaranlar ile hatta cevap olarak ))). Yazan birisinden hiç söz etmeyeceğim.
Benimkisi gülü sevme meselesi…