- Kategori
- Psikoloji
Blog yazarlarının ruhsal durumları üzerine birkaç not…

İşin aslı, blog yazarı arkadaşım Ali Bakmaz’ın bir iki ay önce söz etmesi ile tanıştım bu blog işiyle. Öncelikli amacım, yayınlanmış yazılarımı burada depolamaktı, pc çöker, ne olur ne olmaz diye. Sonra yazılar okunmaya başlayıp, yorumlar gelince ilk iş olarak yorum yazanların bloglarını incelemeye ve okumaya başladım. Sonra blog ana sayfasından dikkatimi çeken yazıları okuma yoluna gittim. Yaklaşık 2 aydır milliyet blog ailesi içindeyim.
İlk gözlem ve şikayetimi blog yayın kurulu için kullanmak istiyorum. Politik yazıları (suç unsuru olmadığı halde) bazılarını yayınlamıyorlar. Ama sanırım yayınlanmamış herhangi bir yemek tarifi yazısı yoktur. Ayrıca, birçok deneme için, özel hayatla ilgili yazılar yayınlamıyoruz gibi red gerekçeleri geldi. Oysa o nedenle yayınlanmamış yazılarımda bırakın özel hayatı, özel isim bile yoktu. Edebi metinler yayınlamıyoruz deniliyor, yüzlerce şiir yazı gibi yazılarak yayınlanmış oysa. Daha önce yayınlanan yazımı, yanlışlıkla silip yeniden yüklediğim zaman, bir gerekçe ile yine red edildi.
Bazı blog yazarlarının bir bloğu beş bin, altı bin okunmuş, diğer bloglarının okunma sayısı yüz, yüz elli. Bu işte bir bilgisayar hilesinin kokusu geliyor burnuma.
Bayan yazarların yazıları daha çok okunuyor, hele bir de güzel bir resmi yüklüyse. Anlaşılan burada da erkekler çoğunlukta. Ve bazılarının amacı yazı yazmaktan öte, burayı çöpçatan sitesi gibi görmelerine işaret bunlar.
Herkesin nerdeyse en çok okunan yazısı ‘aşk’ ile ilgili. Demek ki ortak sorun aşksızlık. Sinema, edebiyat, felsefe ve politik yazılar en az okunanlar. Çoğunun böyle bir derdi yok sanırım. Burç veya astroloji yazılarının en çok okunanlarda önde olması, halkımız gibi yazar arkadaşlarımızın da işlerinin burca, fala kaldığına mı işaret acep?
Bazı arkadaşlar, günde 3–5 yazı yazıyorlar. Kimisi yüz karakteri geçmiyor. Günde bir yazı bile fazlayken hem de. Azıcık yazı yazmak yerine, yazacak yazıya gerekli birikimi sağlamak için okusak olmaz mı ki?
Yazılara bırakılan bütün yorumlar övgü dolu. Eleştiri olan bir yorum, yazarı çileden çıkarmaya yetiyor. Hemen en sertinden ‘siz kim oluyorsunuz da bana akıl öğretiyorsunuz’ havası var. En ilginci, eleştiri yazdığınız bir yazının yazarı, bazen eleştiriyi yayınlamıyor. Eh halkım da böyle değil mi? Şişirince en iyisi oluyorsun, eleştirince: vayyy hainnn!
Bu arada beğendiğim yazarları da yazayım ki, emeklerinin hakkını kendimce teslim etmiş olayım: Üzeyir K., üçnokta, duygusel, Nazan Köseoğlu, Engin M. Ağın, mavi nü(umutluyum), guguk kuşu, la sera, kwan yin, fulya, iz sürdük yalnızlığa, ezgi umut, Kevser Şekercioğlu, canmehmet, vakayinivüs, Başak Altın(bazı yazıları toparlayamasa da, niyet iyi) eagle0634(bazı yazıları), Serap İnce(bazı yazılar), yağmur zamanı, akışına bıraksak(az yazısı olmasına rağmen), ayrıntıda gezinmek, Ali Bakmaz, moneia, Harun Deniz, Anatolia(yine az yazısı olanlardan), Arzu Karadağ, Ohannis, Haluk Aktaş, Fatma D. Küçükkurt, Neşe Evrim...
Yazısı yirminin altında olanlar iki kişi hariç değerlendirme dışıdır. Unuttuklarım olabilir, hayat unutkanlık yapıyor insanda. Diğer gözlemler ve önerilecek yazılar da bir sonraki yazıya kalsın.