Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Temmuz '13

 
Kategori
Edebiyat
 

Böcek Olmak

Böcek Olmak
 

İçinde bir tutam sevginin olmadığı, hoyrat, anlamsız, tek düze bir yaşama neden tahammül ettiğimizi sorgulamaya başladığımızda başlar kaçışımız.  İçimizde en diplere doğru, en kuytu, en karanlık köşelere sığınarak; yargılanmadığımız, bizden sürekli bir şeyler istenilmediği, itilip kakılmadığımız, sömürülmediğimiz bir dünya kurarız. Bilinçaltımıza zorla yerleştirilen bir eziklikle kendi içine dönük, iç bükey bir yaşam içinde sessizce tüketiveririz kendimizi farkında olmadan.

Sevgisizlik karşısında örselenen insan ruhunun umarsızlığı, bir şey olma çabası içinde hiçbir şey olamamanın sıkıntısıyla, kuytularımızdaki dışarı çıkmayı bekleyen o ezilmişlik duygusu sonunda ete kemiğe bürünerek bir sabah gün ışığına çıkıverir. İçinde yaşadığımız dünyaya farklı bir bedenden ama aynı, değişmeyen duygularla bakarak…

Ve Gregor Samsa’nın öyküsü de tam burada başlar. Durumun trajikliği, korkuları, kişiliksiz bir yaşamın getirdiği yabancılaşma, otoritenin karşısındaki güçsüzlük ve hiçlik ilk cümlede özetleniverir. Belki de bu cümlenin belleklerde kalması, grotesk dilden çok, dönüştüğü korkunç gerçekliğin bu kadar birdenbire, bu kadar ürkütücü olmasındandır.

 Oysa Samsa için önemli değildir iğrenç bir varlığa dönüşmek. Sanki böcek olarak değil de nezle olarak uyanmış gibidir.  İlk aklına gelen günlük kaygılarıdır; hala işe nasıl yetişeceğini, patrona geç kalışını nasıl izah edeceğini düşünür. Beş yıldır hiç izin yapmamış, hiç hastalanmamış, hiç geç kalmamıştır. Bu bağlamda, hırpalanmış, örselenmiş, ezilmiş ruhuyla bir böcekten farksız yaşayan Samsa için geride bıraktığı bedeninin bir önemi olmaması da doğaldır zaten.

Gregor Samsa’nın insanken göremediği gerçekler bir böcek olduğunda teker teker karşısına çıkar. Her şey bir aldatmacadan başka bir şey değildir. Sevginin yerini çıkar ilişkileri aldığında insanlığın ortadan kalktığını görür sonunda. Acıtan gerçeklerle yüzleşir. Ama dönüş asla olmayacaktır…

Dönüşüm, kuşkusuz Kafka’nın en çok “Kendi” olduğu eseridir. Korkuları, bunalımları, öfkesi, baba otoritesi karşısında ezilmişliği, kendine ve dışa karşı olan yabancılığı ile değişim geçiren aslında Kafka’dır. Ancak yazarken, “Yalnızlığın cehennem derinliğine daldığında” mutludur. “Hayır!” diyerek yaşama inatla sarılmak yerine,  “Evet!” diyerek baştan kaybetmiştir oyunu. Bütün güçlüklerine rağmen hayata başkaldırmaz Kafka.  Hayatın bütün güçlüklerine gönüllü olarak katlanmak onun hayat felsefesini oluşturur. Bu baş eğiş / teslimiyet romanlarında otoriteye karşı sessiz bir protesto olarak kabul edilir.

Dönüşüm ise bu protestonun yazıya dökülmüş en Kafkavari halidir. Kitabı okuduktan sonra insanın aklına bir soru takılıyor, ister istemez: İnsan kendine ait gerçekleri görebilmesi için ille  bir böcek mi olmalı? Bir başka metafor okuyucuda bu kadar derin iz bırakabilir miydi acaba? Borges mesela, öykülerinde korkularını anlatırken labirent ve ayna metaforlarını kullanırdı. Kafka ise Samsa’nın yakınları tarafından bunca yıkıma uğramasını, içinde biriken isyanın korkunç bir protestoya dönüşümünü anlatmak için seçebileceği tek metaforu seçti. O, içindeki tiksinme ve ezilme duygusunu ancak bir hamamböceğiyle dışa vurabilirdi.

İnsanoğlunun bitip tükenmeyen hırsları, rahat yaşama isteği, vereni daha fazla sömürme duygusu ve almanın sonsuz hazzı içinde ötekini tüketme çabası hiç bitmiyor… Özetle, dünün ve bugünün insan profilinde değişen hiçbir şey yok!

 
Toplam blog
: 235
: 2079
Kayıt tarihi
: 26.09.07
 
 

Burada yazarken kim olduğumuzun, ne olduğumuzun bir önemi olmadığını düşünüyorum. Önemli olan yaz..