- Kategori
- Güncel
Brigitte'nin çuvalı

Duymuşsunuzdur, geçenlerde İstanbul’da Uluslararası bir Journalistler toplantısı oldu. Yani gazetecilerin toplantısı jurnalcilerin gibi bi anlam çıksın istemem. Hem onların bugün gerçekleştirmekte oldukları göreve (misyona) hem de isimlerine saygımız var.
Gerçekleştirdikleri görev diyorum ya çoğu; jurnallemek nerede, olanı biteni eğip büküp ters takla parende attırdıktan sonra yazıyor sayfalarında. Belki arada gazetenin içinde bulunan çarpıtma filtrelerine de takılıyordur haberler ve sonuçta başıyla ucu birbiri ile çelişkili bir haberler fırtınası esiyor bizim zavallı çölleşmiş ufuklarımızda. Çöz çözebilirsen. Tıpkı dalgalı kur gibi. Yoksa kur çipası mıydı? Tam da bunları yazarken geldi hatırıma.
Gazetelerdeki sansür filtrelerinden en az etkilenen ve kızılötesi (enfraruj) dürbünleri en iyi çalışanlar sanırım ki genel yayın yönetmenleri olacak. Geçenlerde şu toplantıya gelen yabancı arkadaşım Brigitte başımda dikilmiş ille de başbakanımızla ilgili bilgiler alacakmış benden, bir de bazı muharrirler hakkında. Sonra benden aldığı enformasyonla orada diğer journalistlere caka satacak. Öyle yağma var mı?
Hatırıma tam o anda komik bir yaşanmışlığım geldi. İngiltere’deyken Türk dostlar eksik olmasınlar sarıverdiler etrafımı. Bu arada dostumun dostu olan bir İngiliz vatandaşı Türk de Fransız- Brezilyalı bir kadınla evliymiş sanırım. Yabancıların teenager (lütfen tinerci diye okumayın ayıp olur) dedikleri yaşlarda bir oğlu vardı. Oğlanın babası Türk ama yıllardır gitmemiş ülkemize. Çocuk da tutturmuş, "Bana ille de Türkçe öğretin!" diye. Kim öğretecek? Fransız anası mı? Adamın işi deseniz başını aşmış. Onu orada kokoreç satan bir memeleketlisine göndermiş.
"Hadi oğlum ananı al da git!" demiş."Yalnız gitme!" Onlar da gitmişler kokoreççiye. Neymiş bizim delikanlı Türkçe öğrenecek, "baba dili" yani. Aslında bu konuda da kafam karıştı. Baba dili mi oluyor anadili mi diye bi çelişkiye düştüm şu anda olaydan otuz yıl sonra. İyi ki gooogle var. O zamanlar bilgisayar, İnternet falan yok ki açasın sözlükleri ve online olarak çeviri yapasın. Bu muzip memleketlimiz kokoreççe de -hani AB de kokoreç yasaktı?- kalkmış oğlana ne kadar ağza alınmayan küfür varsa öğretmiş.
İlk karşılaşıp tokalaştığımızda çocuk bir hoş geldiniz küfürü salladı. Yol yorgunluğundandır herhalde yanlış duydum dedim. Hani insanın kanatları açılmadığı için havada döne, döne, döne midesini bulandıran Manchester uçuşları vardır ya Heatrow kalabalık olduğundan sepetlendiğinizi sandığınız o Manchester uçuşları, sonra tam alçalmaya başlayınca ya kapakçıkların ya tekerleklerin açılmadığı için saatlerdir turladığınızı öğrenip; yerde kızıl hamam böcekleri gibi duran itfaiye araçlarına ve cankurtaranlara bakarken korkudan ölüvereceğiniz tuhaf yolculuklardan birini yaşamıştım. Uçağımızın dönüp duruverdiği ve bitiremeyince o çok kıymetli yakıtını gökyüzüne bir barsak gazı gibi salıverdiği trajikomik bir yolculuğun sonrasıydı. Herhalde kulaklarımdandır deyip geçiştirdim ilk küfür postasını bu arada. Neyse başkalarıyla da konuştum. Bilirsiniz İngilizler çok kibardır. "Thankyou"lar, "please"ler gırla. Bizim melez oğlancık geldi yanıma tekrar gülen saf bir yüzle yine bir araba dolusu küfür? Artık iyice emin olmuştum. Tepem de attı atacak.
"Çocukta küfür etme hastalığı var!" dedim. "Uzak dur Ezgi! Uzzak dur!!" Hani nasıl bazılarında çalıp çırpma hastalığı bazılarında da yalan söyleme, bazılarında da tam tersini söyleme alışkanlığı var ise günümüzde; o gün için bu melez oğlana da küfürkkolik dedim. Neyse fıkraları iyi anlatamam. Meğer o muzip kokoreççi; çocuğa bu merhaba diye bi küfür, bu nasılsınız diye başka bi küfür öğretmiş. Adınız ne bir üçüncü küfür. Vs..vs… Yani aksanı da çok tuhaf. İşte o muzip memleketlimin çocuğa yaptığını benim arkadaş Brigitte’ye yapayım da biraz neşesini bulsun dedim şu journalistlerin toplantısında.. Önce biraz google sonra biraz Websters sonra da bir metin çıkarmaktı amacım. Başbakhan* için bilgi topluyordum ya sonra vazgeçtim. Pek çok kitaplar yazılmış hakkında. Satın alıp rahat rahat okurum artık.
*Not: Arkadaşım Brigitte’nin aksanıdır. Yanlış anlaşılmasın!
Derken google’de arama yaparken bizim yelkenlinin dümeni kırılmasın mı? Ellili yaşlarda ortanın solundaki yoksun bölgede seyrederken aniden dümen kopup da akıntının içine çekilmek nasıl bir duygu? Gerçek yaşamla son bağlantı olarak masamda her daim bulundurduğum seyir defterimi aradım ama yoktu. Bu simulasyonlar dünyasına girmeden önce gözümde kalan son görüntü darmadağınık bir masa üstü oldu. Ondan sonra efendim başlamışım usta muharrirler gibi kamuoyunda yükselen duygu ve hiddet dalgalarının üzerinden aşmaya, uzun atlamaya.
Bir yandan da kes yapıştırla bilgi depoluyorum. Örneğin Hürriyette manşetteki yazı Fransa’da halef selef iki Cumhurbaşkanının birbirine vedasını duygusal bir özlemle yansıtan hoş bir yazı. Fazlaca nostaljik buldum.
"Bu fotoğraf insanlık tarihinin bulabildiği en iyi yönetim biçiminin kendi tarihine el sallamasıdır…" (1) demesine de alındım ne yalan söyleyeyim. Aylardır meydanlarda ay-yıldızlı bayrağımızı sallayan gelinciklerin nereye el salladığını zannettiler diye bir hüzünlü bulut da benim yüreğime oturdu sandım. Gidip camı açtım. Hiçbir yer görünmüyor. Meğer sis basmış, bulutlar evin içinde, neredeyse kitaplıktan içeriye sızacak.
Yazarı herhalde benim gibi dalgın biri ki altındaki dalganın çekildiğini pek fark edememiş. Yoksa mebus Abdullah Gül’den hâlâ cumhurbaşkanı adayı olarak neden bahsetsin ki? Aday kalmadığı için mahkeme başvurusu bile düşmedi mi? Belki de gündemi takip edemedi arkadaşımız. Kafası da karışmış olabilir mi? Çünkü bir istifa ettim dedi Abdullah Bey. Sonra dilekçesi sanırım sümen altında mı kaldı, takıldı mı? Haklıdır muharrir, o kadar yoğun gündem değişiyor ki. Ama Tanrı aşkına muharrirlerimiz toplumsal uzlaşma gibi bir durumdan habersiz davranırsa iktidardaki parti neden fırsatı kaçırsın. Bilmiyoruz, belki de bu adaylık bazı özel şahıslara on emir gibi bir yolla tevdi edilmiş de olabilir mi? Nereden mi? Göklerden diyeceğimi sanırsanız avcunuzu yalarsınız. Ama bir minik ipucu verebilirim. Ortadoğu üzerine hazırladığı projeleriyle nam salmış bir global federatifine ne dersiniz? Ne derseniz deyin ama sakın millet demeyin. Millet geçim derdinde de ondan.
Gelecek yazımda da Brigitte’nin başıma ördüğü çuvalı anlatacağım! Ara sıra sayfamıza buyurun. Araları pek açmayın lütfen.
Gününüz bütün mayhoşluklara rağmen güzel geçsin emi! Bak unutmayınız iki gece sonra ayla yıldızın kavuşmasını izleyeceğiz puslu Karadeniz’de.
Önemli ek: Bir de demokrasi kelimesinin çok fazla inilip binilen bir araç yerine kullanılması yüzünden köken olarak değişip post modern çağrışımlar yaptığı ülkemizde özellikle "doğrudan" demokrasi Rhode İsland’da kullanılan "anti-demokratik" anlamı yüklenmeye başlamış olmasının verdiği sıkıntı yüzünden dikkatle kullanılması tercihimdir. Ama kalabalıkların ayırdında olmamak anlamı ısrarla yüklenecekse, yanıtı sandıkta vermek artık kutsal bir görev olmuştur.