- Kategori
- Kültür - Sanat
Bu kitabın bir yayınevi yok...
YASAK MEYVE
Her günün sabahı böyle olsa. Aydınlık. Temiz. Her Allah'ın günü böyle uyansam. Sevdiğim yanımda. Koyun koyuna. Kokusu kokuma geçmiş. Parmaklarımın arasında parmakları. Saçlarım göğsüne serili.
Ama gidecek. Birazdan aydınlık, karanlığa dönecek. Bu ışıltılı temizlik de onunla yitecek. Ben kalkıp giyineceğim. Yüzümü yıkamadan. Soğuk sudan ürktüğüm için. Adamımın sıcaklığı kalsın diye yüzümde, ellerimde. Karanlıkta görmeye çalışarak gözlerimi kırpıştıracağım. Henüz horozlar bile uyanmadan, onun ardından ben de evden çıkıp yola koyulacağım. Sıra bana geldi. Dönmedolap döndü döndü, benim oturduğum salıncak yere değdi. İnme sırası bende.
Sokaklar da evim gibi karanlık. İnce bir mavilik sarmaya başlamış gökyüzünü. Ama benim için 'gün ışıyor' demek değil. Ben bir tek onun koynundaysam ışıyor gün. Bu mavilik bana 'vardiyanın başlamasına az kaldı' diyor. Adımlarımı sıklaştırıyorum. Mavilik yerdeki asfalta da vurmaya başlıyor. Gri mavi bir asfalta tabanlarım yeknesak vuruyor.
Yanımdan hızlı hızlı geçenlerin sırtlarına bakıyorum. Duruşlarına, yürüyüşlerine, ellerini ceplerine sokuşlarına, izmariti benim görmediğim ağızlarından çıkarıp yere atışlarına. Severim bu oyunu. Karşımdan gelenlerden çok, önümden gidenlere bakarım. Yüzlerini tahmin etmeye çalışırım. Sabahın bu saatinde tüm yüzler gridir. Benim görmediğim ama hayal ettiklerimse renkli.
Otobüse biniyorum. İte kaka. Yine ayaktayım. Tutunacak yer bulmaya çalışmam da ilk değil. Bulamayışım da. Nefesler birbirine karışıyor. Aç nefesler, simit ve peynir kokan nefesleri bastırıyor. En mide bulandırıcı ucuz deodorant kokuları. Kimsenin gözü kimseye değmiyor. Her göz dışarda, pencereden dışarı bakıyor. Ne varsa bu kadar? Önündekini iteleyip dışarı bakmaya çalışıyor herkes. İçerde gördüklerinden farklı ne var dışarda? Olsun, içimize bakmayı sevmeyiz biz.
Meydanda indim. Tramvay gelmiş, koşuyorum. Bu defa arkaya kadar yürüyecek boşluk var. Arkadan havalandırmaya çıkıyorum. Tinerci iki çocuk da ayaklarını sallandırmış dışarı bakıyor. Biri bana bakıp gülümsüyor. Şimdi çorba parası isteyecek diye düşünüyorum. İstemiyor. Uyuşan beyinler bile paranın kimde bulunmadığı konusunda yanılmıyor.
Havadaki mavilik kaybolmaya başladı. Sabah nemi yüzümü ıslatıyor artık. Tramvaydan iniyorum. Tinerciler tramvay durmadan atlıyorlar. Keşke ben de atlayabilsem. İçinde bulunduğun şeyin durmasını beklemeden kendini dışarı atmak. Ne güzeldir kimbilir! Hayat, "hadi bakalım sıra sana geldi, " demeden çekip gitmek. Duraklar arasında, istediğin yerde, zamanda inebilmek.
Yine caddeyi sulamışlar. Bu soğukta ne tozu kalkacaksa. Sabahın en temiz saatinde. Henüz gecenin parlaklığı sürerken. İş olsun diye işte. Sokağı dönünce yokuş aşağı ineceğim. Önce parmak uçlarıma, sonra topuklarıma basıyorum. Yoksa hep düşecekmişim gibi gelir. Ayaklarımın frenleri böyle çalışıyor. Atölyenin kapısına geliyorum.
Yine giriş kapısı açık. Hamal çocuklar bırakmıştır, diyorum içimden başımı sağa sola sallayarak. Merdivenler de, merdiven boşluğu da koyu gri. Döne döne çıkıyorum. O kadar soğuk ki. Bu soğukta hiçbir şey çürümez. Biz neden çürüyoruz ki?
En renkli yanaklar bende. O da sevdiğim adamın koynunda uyuduğumdan bu gece. Benimkiler de solacak diye korkuyorum. Gececiler giyiniyor. Bana bakmadan arkadaki odaya gidiyorlar. Pek sevmezler beni. Nereden duydularsa sevdiğim adamı? Sevdiğim, başka bir kadının kocası ya ondan.
Oysa ben baştan beri biliyorum bunu. Yuva yıkıyormuşum, diyorlar. Ben ona evini barkını bırak, demedim ki hiç. Geldiği kadar benim oldu. Kaldığı kadar koynumda. Benim çift kişilik yatağım bile yok. Yeşil bir kanepe bizim yatağımız. Artık kel kel olmuş bir kadifeden. Koyu sarı, kirli sarı perdeler, yamalı, saklıyor kanepeyi günışığından. Bazı bazı hava kararmadan gelir, kararmaya yüz tuttuğunda da gitmiştir. Ben yine de sevinirim.