Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Temmuz '12

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bu köşenin yazarı...

Bu köşenin yazarı yaz rehavetine girdiğinden bugün de sosyal bir konuya parmak basamayacaktır!

Hatta parmakları klavye tuşlarına basmakta bile zorlanmaktadır, bakın benden söylemesi…

Kendisi doğru-düzgün tatil yapamamış olup, sıcaklardan kafayı yemek üzereyken günü birlik bir tur ile Ayvalık tekne gezisine katılmış olup, tüm önlemlerine rağmen sağlıklı bir ıstakozu kıskandıracak renkte evine ulaşabilmiştir; kafası henüz az-buçuk yerindedir lakin ilerleyen saatlerin neler getireceği henüz belli değildir.

Sayın yazarımız (Bakınız, kafası şimdiden karışmaya başladı bile, insan kendi kendine “Sayın” der mi?) epey mağdur durumdadır; hatta biraz sonra bir ekran bulsa, yayın yapan kameranın karşısına geçip iki satır şiir okuyup ağlamaya bile meyillidir, bu kadar yani!

Halbuki tekne turu yapmıştır, Ayvalık’ın serin tuzlu sularında yüzmüş, üstüne üstlük papalina balığı yemiştir kendisi.

Yetinmeyip, Ayvalık’a gelip de Ayvalık tostu yemeden gitmem diye tutunmuştur ki, Allah gözünü doyursun!

(Gerçi herkes dondurma yerken tercihini bu yönde kullanmış olması kalori hesabını pek karıştırmamış olmakla beraber hem sürüden ayrılmış, hem de akıllıca davranmıştır ki: Ayvalık dondurması diye bir dondurma henüz literatüre girmemiştir).

Köşenin şahane yazarı (kafasına taktığı siyah şapkadan dolayı endişelenmekte haklıyız ki; bakınız bu kez de kendine “Şahane” dedi, hii ne ayıp! Cıkss, hiç tasvip etmedim! Kafasına güneş geçme olasılığı, gördüğünüz üzere, pek yüksek…) tüm sevimliliğini kullanıp teknenin kaptanı ve aile efradıyla da pek bir samimiyet kurmuştur.

Mutfak bölümüne girmiş ve İzmirli olduğu da şıp diye anlaşılmıştır! (Hakikaten yaa, hemen sordular İzmirli misiniz diye! Çanakkaleli kaptanın yengesi, İzmirli kuzenler falan bir anda “Atatürk” ü sevgi ve saygıyla anar olduk o anda!)

Yazarımız “İzmirli olduğunuz belli, güzel kadınsınız zira” açıklamasını pek yeterli bulmamış olup, samimi ve sevimli davranışlarından dolayı, haa bir de edepli bir özgüvenden dolayı olduğunu tahmin etmektedir.

Bu arada bir bey fazla kibar hareketleri ile kendisini epey bir yakın markaja almaya çalışmış olup, sevgili yazarımız “Bilmem kim bey, fazla ilgiden pek hoşlanmam ben” diyerek pek dobra ve yeterince kibar olarak gardını almıştır. Sonrasında haline üzülüp “Sizinle ilgisi yok, bakın, benim yapım böyledir ve açık konuşmayı da severim” direk en azından beyefendinin özgüvenini pek zedelememiştir ki zaten yarım saat sonra bükülen boynunu toparlayan bey bir başka masaya naklini aldırıp, günün keyfini çıkartmaya çalışmıştır.

Yazarımız (Normale dönüyor sanırım; yarabbi şükür!) iki de şarkı öğrenmiştir: Birincisi “A be kaynana ne yaptın bize”, ikincisi pembe şalvarlı falan bir şey…

Birkaç tane de raks figürü öğrenmiştir ki kahkahalar arasında az biraz tarif etti ancak tam anlayamadık! Kendisine yakın kaynaklardan öğrendiğimize göre bazı figürleri karikatürize etmiş, yakınlarındaki beyler, bayanlar ve özellikle kendisi çok gülmüşler ancak yüzü fondöten üstü beş kat pudralı hanım pek haz etmemiş, arada bir ağzını bir tarafa doğru büzdüğü gözlemlenmiş!

Umut ediyoruz ki yazarımız bir, bilemediniz iki, olmadı üç gün içinde, kesin, kendine gelecektir ve “Melek” ile ilgili birilerini kesin haşlayacaktır!

Sahi, yazarımızın aklının almadığı taraf: Bir klozet üstüne bir insan nasıl bağlanır?  

Normal şartlar altında hangi insanoğlu böyle bir yöntemi aklına getirebilir?

“Aklına getirdikten sonra uygulamak artık zor değil” diye düşünüyor yazarımız, hoyratlık, acımasızlık bu kadar ortalığa düşmüşken…

“Din giydiriliyor üzerimize” gibisinden bir şeyler yazmış, bıçak ile ha bire doğramaları yazdığı yazısında, şöyle bir tüyo verdi: Müslümanlık güzel, iyi bir din değil midir? İnsanı, hayvanı, bitkiyi sev demez mi? Hoşgörü ol demez mi? Adaletli… Empati yapmayı önermez mi?

Nüfusunun yüzde doksan beşi Müslüman olan bir ülkede “Dindarlığın” önemi ha bire vurgulanırken, misal, bir kürtaj konusunda dahi “canı verenden başkası can alamaz” denilerek, tecavüz çocuğu dahi olsa doğurun biz bakarız diye taahhüt eden bir hükümet ile yönetiliyorken bu hunharlık, bu can alma arzusu, anlık reflekslerle insan öldürmenin artık gündelik yaşamın bir parçası olarak kabul görmeye başlaması ne ile açıklanabilir?

Sanıyorum yazarımız önceki yazısını rahmetli Melek ile bağdaştırıp, bazı kült ezberleri bozacak sorular soracaktır.

Sormazsa, biliniz ki kafasına güneş geçmiştir, ya da ıstakoza dönen cildi problem çıkartmıştır.

(Tam da bu arada aradı yazarımız, “Beter olsun! Cehennem ateşi işte böyle beklemez, yakar gider şu mübarek günde” diye düşünenleri peşinen affettiğini söyledi. Benden söylemesi)…

 

http://twitter.com/Gulgunkaraoglu

gulgun_2006@hotmail.com

 
Toplam blog
: 1269
: 1343
Kayıt tarihi
: 18.09.07
 
 

İzmir, 1963 doğumluyum. Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce bölümü mezunuyum ve özel bir şirkette ..