Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

25 Mayıs '11

 
Kategori
Siyaset
 

Bu ülkenin sorumluluk sahibi, cesur kadınlara ihtiyacı var

Bu ülkenin sorumluluk sahibi, cesur kadınlara ihtiyacı var
 

Eyüp, Ümraniye, Bahçelievler’in de aralarında bulunduğu birçok belediyede ve kurumda aile içi iletişim seminerleri veren davranış bilimleri uzmanı Sibel Üresin’in sözlerini tartışıyoruz iki gündür. Bu hanımefendinin basına yansıyan sözlerinden bir kısmı şöyle: 

“Erkek, bir başkasıyla imam nikâhı yapacağı zaman karısından izin almak zorunda değil. Ancak 2., 3. ve 4. eşler suiistimal ediliyor. ‘Boş ol’ denince kadın ortada kalıyor. Bu nedenle çokeşlilik yasallaşmalı. Yasanın çıkması demek, erkeğin malvarlığına ortak gelmesi demek.” 

“Çokeşlilik dinimizde var. Herkes yapamaz ama yapana ‘Niye yaptın?’ diyemezsiniz, şirke girer. Kuran’da var... Zengin, kariyerli, parası olan ve cinsel gücü fazla olan erkek çokeşliliği seçebiliyor. Hiçbir kadın fakir bir adamın ikinci karısı olmaz.” 

“Erkek daha cilveli, cinsel anlamda kendisini mutlu eden kadına koşuyor. Erkek olsam, çokeşli olurdum.” 

“Ben evliyim. Eşimin şu an ikinci eşi yok. Ama ikinci eş alabilir, bu izni ben evlenirken kendisine verdim.” 

“Uzun evliliğin sırrı, bir kadının eşine teslim olması, erkeğin de eşine Allahın lütfu olarak davranmasıdır. Kadın kocasına efendisi gibi davranacak. Efendi ne demek, teslim olmaktır. Şimdi erkekler, kadına kıymet vermiyor. İstisnalar var. Allah başımızdan eksik etmesin” 

Konuya girmeden, aynı günlere denk geldiği için bir parantezle de Mehmet Ekici meselesine değinelim. Kendisiyle ilgili yasadışı ve alçakça bir şekilde yayınlanan video görüntülerinin ardından istifa eden MHP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ekici avukatı aracılığıyla yaptığı açıklamada konuyu başka bir boyuta taşıdı. Evli ve üç çocuk babası olan Ekici görüntülerde yer aldığı (ve bizi hiç ilgilendirmeyen) diğer hanımla ilgili ‘imam nikahlı eşim’ açıklamasında bulundu. 

Haberi veren Haberturk televizyonunun sunuşundan bir cümleyi not almışım, şöyle: ‘Peki ama kadın Ekici’nin imam nikahlı eşiyse Ekici niye istifa etti?’ 

Ekici konusunu da geri dönmek üzere not edip Üresin meselesine dönelim. 

Hanımefendinin sözleri yasalarımıza göre suç, anayasamıza göre suç, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne aykırı ama son yıllarda böylesi sözlere öylesine alıştık ki… 

Çok gerilere gitmeye gerek yok, AKP’li Rize Belediye Başkanı Halil Bakırcı’nın sözlerini anımsıyor musunuz? Bakırcı Türk erkeklerinin Güneydoğu’dan ikinci eş almalarını önermiş ve şöyle demişti: 

“Güneydoğu’da ikinci eş yaygın. Bu bizim kültürümüzde vardır. Bu bölgelerden evlilik ve hısımlıkları artırarak, devletin de teşvikiyle sorunların aza ineceğine ve çözüleceğine inanıyorum.” 

“Zaman zaman ikinci eşler de olmuştur. Bu bizim kültürümüzde vardır. Kanunlarımız buna müsait değildir ama maalesef Türkiye’de oluyor. İnsan belli bir yaşa gelmiştir, çocuğu olmuyor veya eşi rahatsızdır. Bunu söylemek istemiyorum ama Türkiye’de görünen bir gerçek vardır. Bu gerçeği kabullenelim.” 

Ya Kobider Genel Başkanı Nurettin Özgenç, Dünya Kadınlar Günü mesajını anımsıyor musunuz? Hani, ‘Eşitlik bir safsatadır. Fiş prize eşit değildir...’ diyen o beyefendinin. Feministlere çatan Özgenç sözlerini şöyle bitirmişti: 

“Feministlerin eşitlik hayallerinden vazgeçip erkeği ve kadını olduğu gibi kabullenmesi gerekir. Feminist düşünceye sahip olanlar eşit yapacağız diye sokaklara döktükleri bazı kadınları erkek yapamadılar fakat, kadınlığından da çıkarmışlar ve maskaraya çevirmişlerdir. Bazı kadınlar, bu gayretlerle kartala özenen papağan durumuna düşmüşlerdir.” 

Yukarıdaki dört örneğe bakan okur bu satırların yazıldığı yılın 2011 olduğu konusunda tereddüt yaşayabilir, lakin ülkemizde toplumsal takvimimiz çok zamandır gerisi geri gitmektedir.  

Örnekler yetmediyse son bir örnek verelim. 

24 Mayıs 2011 akşamı Haberturk televizyonunda Akşam Raporu adlı programda Sibel Üresin’in sözleri tartışılıyor. Sürekli, nedenini bir türlü çözemediğimiz kahkahalarıyla dikkati çeken sunucuyu saymazsak, temelde kadınları aşağılayan bir haberin tartışılacağı ortamda dört konuşmacıdan yalnızca biri kadın. Diğerlerine gelince birisi Yeni Şafak yazarı diğeri İslamcı tarihçi bir diğri ise İlahiyat profesörü

Programda, ‘bu devirde böyle istekler nasıl değerlendirilmeli’ konusu tartışılmıyor… 

Programda, Üresin’in sözlerinin Ceza Kanunu, Medeni Kanun, Anayasa yönünden değerlendirilmesi yapılmıyor. 

Programda, kadın erkek eşitliğinin, kabul edilmiş uluslar arası sözleşmelerle garanti altına alınmış olduğu, yalnız zaten bu konudaki görüşleriyle ekranlarda yer alan kadın hakları savunucusu Avukat Hülya Gülbahar tarafından dile getiriliyor, o da ‘kısıtlı süre’ dahilinde. 

Ve sunucumuz soruyor, Yeni Şafak yazarı, İslamcı tarihçi, İlahiyat Profesörü cevaplıyor: 

Kuran’a göre dört eş helal mi?’ 

İkinci eş için imam nikahına ruhsat verilir mi?’ 

Bu konuda Hz. Muhammed ne demiş, Hz. Ali ne demiş, Hz. Osman neler demiş?’ 

Ayetler, hadisler ne diyor?’ 

Anlayacağınız Sibel Üresin’in sözleri din, Kuran, peygamberler referans alınarak uzunca bir süre tartışılıyor. Konuşmacıların tümünün ikinci eşe karşı olduklarını not düşelim ama zaten dikkat çekmek istediğimiz nokta bu konulardaki tartışmaların kadın hakları, yasalar, anayasa ya da eştilik temelinde değil, dini referanslarla tartışılıyor olması. 

Niçin toplumsal takvimimizin gerisi geri aktığını söylediğim bir nebze daha anlaşılmıştır umarım. 

2011 Türkiye’sinde manzara budur. 

Bu mudur sadece? 

Yoksa kadınlar söz konusu olduğunda içinde bulunduğumuz karanlığın sadece bir bölümüne mi fazlasıyla maruz kalıyoruz iki gündür? 

Bir liste halinde saymayı deneyelim mi? 

Cinsiyet ayrımcılığı (Toplumsal, sosyal, siyasal yaşamın her kademesinde) 

Eğitimsizlik 

Şiddet (Fiziki, psikolojik, cinsel şiddet) 

Ekonomik baskı 

Namus cinayetleri 

Evliliğe zorlanma 

Töre cinayetleri 

Berdel 

Türban vs adı altında baskı… 

Ve daha bir sürü kalem… 

Dediğimiz gibi… 

Yıl 2011… 

Halbuki bizler, kadın haklarında, yaşadığımız coğrafyanın en radikal devrimlerini gerçekleştirmiş bir ülkenin vatandaşlarıyız. 

Bizler, ‘Kadınlar bilgili olacaktır. Fenni bilecektir. Erkeklerin geçebileceği bütün tahsil derecelerinden geçecektir. Sonra kadınlar toplumsal hayatta erkeklerle beraber yürüyecektir ve daima birbirinin yardımcısı, yol göstericisi olacaktır. Acaba bizim milletimiz de böyle değil midir? Ve bizim milletimizin de böyle olmaması için ne engel vardır?’ diye soran bir liderin, Mustafa Kemal’in yurdunda, hem dünyaya hem Müslüman coğrafyasına örnek olacak atılımlar gerçekleştirmiş bir toplumuz. 

1930’da, 1934’de kabul edilen devrim yasaları elbette bugünkü manzarayla karşılaşmak için değildi. 

Ama tam burada Server Tanilli’nin de dikkat çektiği o çok önemli noktaya değinmemiz gerekir. Tanilli, ‘Nasıl Bir Demokrasi İstiyoruz?’ adlı kitabında Nermin Abadan Unat’ı da referans göstererek şu tespiti yapar ve Atatürk dönemi devrimlerine değindikten sonra şöyle yazar: 

“Kültürel altyapıdaki feodal değerler hemen yitip gitmez; sosyo-ekonomik yapıdaki gerekli dönüşümler hemen sağlanamaz. Oysa ‘yeni kadın’ tipinin ortaya çıkışında, asıl belirleyici etken, ‘Nermin Abadan Unat’ın dediği gibi, ‘yapısal değişimler’dir: ‘Türkiye’de sosyalleşme sürecini değiştirmek, cinslerin görev ve sorumluluk paylaşımını yeniden saptamak gereklidir’” 

Bunun pratik karşılığı bir zihin devrimine işaret eder. Kadın erkek ilişkilerinde geçmişten taşınan ataerkil-feodal bakış açısının Cumhuriyet devrimiyle getirilen ilerici tutum dahilinde (ve hatta daha da ileri bir şekilde) değiştirilmesidir. Cumhuriyet, yasalarla getirdiği değişikliği, artık hepimiz kabul etmeliyiz ki zihinlere kazıyamamıştır. Şayet kazısa ne Üresin’ler, ne Ekici’nin imam nikahına meşru bir zemin varsayarak sığınması, ne Bakırcı’lar, ne de Özgençler’le karşılaşırdık bugün. 

Son olarak konunun asıl önemli noktasına değinelim. 

Kadınların tutumu… 

Türkiye kadın hakları konusunda böylesi bir manzarayla karşı karşıya iken kadınların takındığı tavra da değinmemiz gerekir. 

Her seçim öncesi bıyık takıp poz veren kadınları bir kenara ayırıyorum elbette. 

Bu tip durumlarda ekranlarda sıkça gördüğümüz Hülya Gülbahar gibi bir avuç gerçek kadın hakları savunucusunu da dışarıda bırakıyorum. 

Tavırlarına dikkat çekmek istediğim kadınlar bunların dışında kalanlar. Annelerimiz, kız kardeşlerimiz, kız arkadaşlarımız; tanıdığımız, tanımadığımız ama bildiğimiz tüm kadınlar… 

Onlar ne yapıyor? 

Bu topraklarda nüfus sayımı yapılıp sadece erkeklerin sayıldığı zamanlar yaşandı… 

Bu topraklarda kadınların miras hakkı dışında bırakıldığı zamanlar yaşandı… 

Bu topraklarda kadınların şahitliğinin mahkemelerde kabul edilmediği zamanlar yaşandı… 

Dört eşin meşru sayıldığı, kadınların ancak peçeler içinde sokağa çıkabildiği zamanlar yaşandı… 

Elbette öncesi vardı ama tüm bu eşitsizlikleri kökünden değiştiren Cumhuriyet devrimi oldu. 

Bu nedenle cumhuriyetin kazanımları kadınlar için bir kat daha önemli… 

Şimdi, yukarıda bolca örneğini gördüğünüz gerici, yobaz düşüncelerin karşısında da asıl mücadele edecek olanlar kadınlar. 

Tavırlarına dikkat çekmek istememin sebebi de bu zaten. 

Siz güçlü bir mücadele, güçlü bir tepki görebiliyor musunuz? 

Bu konuda güçlü bir örgütlenme, iktidara sırtını dayamış bu gerici bakış açısı karşısında güçlü bir isyan, hak arayış görüyor musunuz? 

Ben göremiyorum.. 

Ve anlayamıyorum… 

Tanıdığım, tanımadığım ama kafasının içini örümcek ağları sarmamış olduğunu bildiğim tüm o kadınların bu suskunluğunu inanın anlayamıyorum… 

Bildiğim tek bir şey var. 

Eğer karanlığa karşı onlar ses çıkarmazsa… 

Biz ne kadar mücadele edersek edelim, bu, kaybedilecek bir kavga olacaktır… 

www.telgrafhane.com 

 
Toplam blog
: 74
: 1874
Kayıt tarihi
: 06.05.07
 
 

Zonguldak’ta doğdu. On altı yaşından beri çeşitli yerel, bölgesel ve ulusal gazete-dergilerde, ay..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara