Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Aralık '06

 
Kategori
Dünya Şehirleri
 

Bunos Aires

Bunos Aires
 

Brezilya, Paraguay ve Arjantin topraklarının kesiştiği yerde bulunan dünyaca ünlü İguazu Şelaleri’ni gezdikten sonra bindiğim otobüsle çok rahat ve konforlu geçen bir gece yolculuğu yaptım. Ertesi sabah Latin Amerika’nın en prestijli kenti olan ve bu yüzden de, Kıta’nın Parisi diye adlandırılan güzel havalar kenti Buenos Aires’e ayak bastım.

İlk iş olarak bir turizm ofisi bulup başkentle ilgili bir kucak dolusu broşür ve harita aldım. Ardından Av. De Mayo Caddesi’nin arka sokaklarından birine otuz peso karşılığında yerleştim. Gece yolculuğunda rahat uyuduğum için bir duş aldıktan sonra ilgili tüm dökümanları yatağımın üzerine serip görmem gereken yerleri not alarak, beni heyecanlandıran bu kentle bir an önce yüz göz olmak için kendimi şehrin kucağına attım.

16. yüzyılın başlarında her bir yandan Latin Amerika’nın karalarına demir atan İspanyol gemilerinden biri bu defa dünyanın en geniş akarsu ağzını oluşturan ve renginden dolayı “Gümüş Irmağı” denilen Rio de la Plata’dan geçip kıyıya demirlediğinde, belki de o anlara özgü güzel havadan etkilenerek buraya ”St Maria del Buen Aire” adını takmışlar. Tarih kitaplarımızda bir kentin isminin bu günkü telafuzunun çoğunlukla hece düşmesinden kaynaklandığı söylenedursun; burayada sonraları hece eklenmesinden olacak; gel zaman git zaman Buanos Aires denmeye başlanmış. Şehri gezmeye ilk iş olarak 9 Temmuz Caddesi ile başlıyorum. Niye 9 Temuz demeyin, dünyanın en geniş caddesi burası. Bir ucundan diğerine tam 140 metre genişliğinde. Bir süre şaşarak caddenin genişliğine bakakaldım. Caddenin hemen ortasında ülkenin bağımsızlık simgesi olan dikilitaş bulunuyor. Bizdeki Taksim Anıtı neyse buraki dikilitaş da aynı özelliği taşıyor. Yani ülkenin kalbinin attığı, sevgililerin buluştuğu, gösterilerin yapıldığı, konserlerin verildiği bir nokta. Buenos Airesliler’in, yaşadıkları kentten dolayı burunlarının biraz havada olduğu ve kendlerini Arjantin’den çok Buenos Airesli olarak gördükleri söylenir. Meydanın tam karşısında devasa bir tabela üzerinde Maradona’nın 1986 ylında Meksika’da adeta tek başına aldığı Dünya Kupası’nın öperken görüldüğü dev bir fotoğraf asılmış.

Sokakları dolaşırken daha önce dünyanın hiç bir yerinde görmediğim bir olayla karşılaştım. Spor giyimli genç kız ve erkekler ellerinde bir sürü köpek tasmasıyla dolaşıyor. İşin ilginç yanı bu tasmaların her birinin ucunda bir köpek var. Hemde her cins köpek. Merakıma yenik düşüp birinin peşine takıldım ve bir parkta yakalayıp sordum.

-Bre Adam; tamam köpek sevgini takdirle karşıloyurum ama bunca köpeğe bakılır mı, sıyırdınmı allaesen?

-Bunların hiç biri benim değil ki!..

-Neee! Senin değilm mi?

-Tabi benim değil, bu kadar köpeğe ben nasıl bakayım, akşam olunca sahiplerine teslim edip paramı alacağım.

- Haa öyle desene kardeşim, şimdi anlaşıldı.

Çoğu zaman adını dünyaya ekonomik bunalım, darbe, kriz, yağma gibi konularla dünyaya duyurmasına rağmen Buenos sokaklarında gezdiğinizide ülkenin bu olumsuz imajıyla gerçektende çelişecek görüntülerle karşılaşıyorsunuz burada. İnsanlar gayet iyi giyimli, bakımlı, sakin, kendinden emin görünüyorlar. Caddeler çok geniş ve bakımlı. Binaların mimarisi Brüksel yada Paris’ten hiç de farklı değil. Cadde ve sokakları çok modern heykeller süslüyor. Modern kafelerde şık sevgililer birbirine sarılmış kahvelerini içiyor. Gerçekten herhangi bir Batı Avrupa kentinden farksız görünüyor Bunos Aires. İnsan bu görüntü üzerine şu soruyu sormadan edemiyor.

-Ne yani, daha iki üç yıl önce ülkedeki kriz, dükkan yağmalamaları, insan öldürmeleri, liderlerinin yurt dışına kaçması birer kamera şakasımıydı?

Ekonomik kriz döneminden önce buraya gelen bir avuç gezginimizin verdiği bilgilere göre şanslı bir dönemde geldiğim anlaşılıyor. O dönemde buraya gelenlerin hepsi fiyatların çok pahalı olmasından yakınırken sokakta edindiğim izlenim tam tersini gösteriyor. Bir kaç yıl öncesine kadar peso’nun dolara endekslenmesi bu duruma sebepken şimdilerde bir doların üç peso’ya eşdeğer olması işime yarıyor. Marketlerde et ve balığın kilosu bir doların altında. Lokanta ve kafelerde yiyecek ve içecek çok ucuz. Alışık olmadığım tek şey ise burada herkesin alabildiğine sakin ve işlerin yavaş ilerliyor olması idi. Bir restauranta yada kafeye gidip birşeyle yiyip içmek istediğinizde garson gelip sizi uygun bir yere oturtuyor ve gidiyor. Yarım saat geçtikten sonra yanınıza gelip siparişinizi alıyor, bir saat geçtikten sonra nihayet yemeğiniz geliyor. Yedik içtik artık kalkalım diye düşünüyorsanız boşuna, en az bir yarım saatte hesabı beklemeniz gerekiyor. Tamam yemekler çok leziz ve çok ucuz ama benim gibi ayaklarına karasular ininceye kadar şehri keşfetme duygusuyla dolup taşan bir adam için bu kadar zaman kaybı çok fazla doğrusu.

Devam Edecek

 
Kayıt tarihi
: 12.07.06
 
 

1970 Adana doğumluyum. Marmara Üniversitesi Coğrafya Öğretmenliğini bitirdim. Türkiye'nin yedi coğra..