- Kategori
- Kültür - Sanat
Büyük aşklar
Aşk mevsimi başladı. Kış uykusundaydı sevdalar. Toprak uyandı. Güneş, farklı doğuyor kuşların ötüşüyle. Gecelerin karanlık çocuğu Eros’u bile bir başka anmaya başladık. Evet, aşk demiştim. Hepimiz, Şirin’ine kavuşmak için dağları delen Ferhad’ı, Ermeni kızı Aslı’ya âşık olan Kerem’i, Leyla’sına kavuşamayıp, aşk acısıyla çöllere düşen ve oralarda sefil yaşam sürüp. Leyla’sı için ölen Mecnun’un, cennetteki kavuşmalarını bilmeyenlerimiz ve bu büyük aşklara şapka çıkartmayanımız yoktur.
Büyülü üç sözcük uğruna ne cinayetler işlenip, ne ülkeler son bulmuştur. Cleopatra, Jul Sezar ve Markus Antonyus arasındaki karmaşık aşkın bir imparatorluğun iç savaşa sürüklenmesini, ardından da tarihe mal olan ve güzel kraliçenin hayatına son vermesini, kısacası tarihi aşkların ne kadar güçlü olabildiğini birçoğumuz biliriz. Tarihte birçok lider, aşklarının büyüklüklerini ispatlamak için, ellerine geçirdikleri güçleri ile denemektedirler. Onlarca insan, bir aşk uğruna savaşlarda ölüme sürüklenmediler mi? Hem de ardında nice sevdalar bırakarak. Şimdi, “ Ahh! Nerde o eski aşklar?” , “ Bizler, sevgiliye ‘Siz’ derdik”, “Bizim aşkımızda sevgi ve saygı vardı” derken, günümüz aşklarını mı yermeye çalışıyoruz dersiniz?
Günümüzde Aşkı, sevgiyi ve ihaneti tam anlamıyla önemsemiyoruz. <ı>“ Seni seviyorum” sözcüğünü, karşımızdakine söylemekten korkuyor, çekiniyor ve ürküyoruz. Yoksa küreselleşme, meta, kapitalizm ve teknoloji sözcüklerinin öne çıkması mı, insanları aşktan uzaklaştırdı?
Şehvet geldi, aşkın pabucu dama atıldı. Şimdiki gençlere bir bakın, sevdaları Internet olmuş. Sevgiyi yüz yüze söylemekten çekiniyorlar. Bir çocuğun oyuncağından bıktığı gibi sevdayı hemen terk ediyorlar. Yeni limanlar arıyorlar. Hem de bilinmeyen meçhule yol alarak. Bunu yalnızca küçükler mi yapıyor sanıyorsunuz. İnsanlar, güç elde edilmesini severmiş. Yani, elde edilmesi ne kadar zorsa, arzu da o kadar büyük olurmuş. Yasak olan her şey de şehvet doğururmuş. Bu da sanırım. Beynimizin salgıladığı depomin maddesinin oynaklığından olsa gerek. O madde değil mi ki, bizleri yasak olan sevdalara sürüklüyor. Süreklerken de peşinde bıraktığı izlerde, günümüz aile ve toplumsal sorunlarını beraberinde getiriyor. Biz buna kısaca “ İhanet” diyoruz. Biliyorsunuz ki, ihanetlerde, her insan kendi yaşam biçimine ihanet eder. Bu da ilişkileri karmaşık bir hale sokar. Yüreklerde acı bırakır. Nasıl, mutlu ve mutsuzluk birlikte adlandırılmazsa, ihanette, sadakatle birlikte adlandırılmıyor. Umarım ihanetten uzak bir yaşamı tercih eder, elinizdekinin kıymetini bilerek yaşarsınız.
Aşklardan bahsedilirde, futbol ve ideoloji, aşkları unutulur mu? Sevdalı olduğumuz kadına olan aşkımız gibidir bunlar. Sevdamızı, sahada seyretmeye giderken yanımıza döner bıçakları alırız. Şaşırmayın, sırf aşkımıza karşı gelecekleri korumak içindir bu. Aşkımızı sokaklarda anlatmaya kalktığımızda biber gazlarını yutar, onun uğrunda sersem bile oluruz. Bir başkadır bu sevdamız. Takımımıza laf söyletmeyiz. Yağmurlu günlerde onunlayızdır. Cebimizdeki son kuruşu, gözümüz kırpmadan harcarız. Stat içinde yerinde duramayız. Damarlarımızdaki kan, ateş gibidir. “Aşkımıza çalım atacak daha anasından doğmamıştır!..” diyerek cep telefonumuzu rakip takıma fırlatacak kadar da yürekliyizdir. Takımıza laf söyleyecek adam daha anasından doğmamıştır! Basarız hemen küfürü! Hakemmiş, ayıpmış hiç dinlemeyiz! Takımımız seyircisiz oynayacakmış, para cezası alacakmış, bunlar da bizi hiç ilgilendirmez. Onun için, kötülüklerin anası dedikleri alkolü yinede alır, neşemize bakarız. Polis coplamış, tutuklamış, hiç de umurumuzda olmaz. Sonuna kadar peşinden gideriz. Dedik ya sevdalıyız diye.
Milyonlar, Cumhuriyetine sahip çıkmak için sokaklardaydı. Değişik şehirlerdeki meydanlar, al bayrağımız altında coşkuluydu. Sevdalıydık Atamıza, Cumhuriyetimize ve Çağdaşlığa… Yürüyüşlerin, olaysız ve bibersiz geçmesi en sevindirici tarafıydı. Bu kez, çalışanlar sokaklardaydı. Onlarda sevdalıydı, sofralarına birkaç katık daha eklemenin ve dertlerini anlatmanın aşkı içindeydiler. İstanbul, bir gün önceden alınan kararlarla, her yönüyle felç oldu. Coplar, havada uçuştu. Gözler biberlendi. Her kurum ve kuruluş içinde olduğu gibi polis içindeki eğitimsiz ve sabırsız kişilerin yaptıkları gerçekten insanın kanını donduracak cinstendi. Düşünün, adam karısını almış restoranda belki de önemli bir gününü kutluyordu. Olaylar patlak veriyor ve gaz maskeli polis, yüzünün de tanınmamasını fırsat bilip, “Biz burada olayları yatıştırmaya uğraşırken sen, oturmuş karınla yemek yiyorsun” diye tokadını adama yerleştirdiğinde, havada uçuşan yıldızların yarattığı psikolojik ortamı az çok tahmin edersiniz. Unutmayalım, O atılan tokat, hepimize atılan bir tokattı.
Ortalık biber gazından geçilmiyor.. Gözler acıyor, sersemliyoruz… Küçükken, yaramazlığın ne anlama geldiğini bilmeden, yaşamı tanımak için yaptığımız davranışların olumsuzluğunda, büyüklerimizin; “ <ı>Bir daha yaparsan ağzına biber sürerim!..” sözlerini bu günde yaşamıyor muyuz? Acısıyla, tatlısıyla yaşamı öğrenmeye devam etmiyor muyuz?
Herkesin demokratik bir ortamda, fikirlere hoş görülü ve saygılı olduğu, bibersiz, acısız ve en önemlisi de yüreklerin “ <ı>Aşk” ile dolduğu yaz günleri dilerim.
Bu arada, bu yazımı okuduktan sonra sevdiğinize, içten ve gülümseyen bir yüzle “<ı>Seni Seviyorum” u her sabah uyandığınız sürece söyler misiniz?
“ Allah Aşkı” nı da unutmadan Sevgiyle kalın…
<ı>ertuğrul erdoğan
<ı>2007- Bursa