Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Nisan '08

 
Kategori
Felsefe
 

Büyüme eğilimi

Büyüme eğilimi
 

Yönetim guruları şirketlerin büyümeleri ve gelişmeleri hakkında genelde tedirgin yorumlar yaparlar. İddialarına göre firmada çalışan sayısı arttıkça çalışanların sayılarıyla doğru orantılı olarak bir negatif sinerji oluşmaktadır. Yönetimin bu insanlar üzerindeki kontrolü azalmaktadır. Bu da bürokrasiye, verimsizliğe ve başarısızlığa yol açmaktadır. Rakipler başarısız olan bu koca şirketi de esneklik ve yaratıcı yöntemleriyle yenmektedirler.

Bir başka tür büyüme örneği canlılardadır. Canlılar büyüdükçe gelişmekte midirler? Büyüklük canlılar için bir avantaj mıdır? Oldukça şüpheli bir önerme örneğin en büyük canlı olan balinalar ve fillerin en gelişmiş varlıklar olduklarını söylemek pek de kolay olmasa gerek.

Peki devletlerin büyümesi için neler söylenebilir. En büyük devletler en güçlü devletler midir? Bunu da söylemek çok kolay olmasa da en büyük devletlerin yani Amerika Birleşik devletleri, Avrupa Birliği, Rusya ve Çin’in en güçlü devletler arasında yer aldığını söylemek yanlış olmaz. Ancak tarihteki büyük imparatorlukların çökmesi en büyüklerin bile yenilebileceklerini göstermektedir.

Her şeyden önce şunu kabul etmek gerekir. Dünya tarihinde sürekli var olmuş ve ayakta kalabilmiş bir organizasyon yoktur. Tüm canlılar, şirketler, devletler zamanla ve birtakım sebeplerden dolayı yeryüzünden silinmiştir. Buna bakarak şu an içinde bulunduğumuz organizasyonların ve kendimizin de bir gün yok olacağını bilebiliyoruz.

Bu yazı büyümeyi inceliyor. İster canlılarda ister ordularda isterse devletlerde büyüme bir avantaj mıdır ya da hangi noktaya kadar avantajdır? Büyüme acaba bazen avantaj bazen dezavantaj olabilir mi?

İlk örneklerimizi ordular ve kazandıkları savaşlar üzerinden verelim. Bir ülkenin ordusunun savaştığı diğer orduyu yenmesinde büyüklük ne derecede önemlidir? Bu konuda etkili olan faktörleri sıralarsak askerlerin sayısı, eğitimi, silahlarının etkinliği, komutanlarının becerisi, ülkenin ekonomik gücü herhalde akla ilk gelen faktörler…

Bu konuda atıp tutmaya gerek bırakmayan bir çalışma yapmış Paul Kennedy. “Büyük Güçlerin Yükselişi ve Çöküşleri” adlı kitabı da tam anlamıyla bu konuyu işliyor. Gayet güzel bir anlatımla ve örneklerle doldurulmuş bu kitabın beş yüz sayfasını özetlersek şu sonuç ortaya çıkıyor.

Savaşlardaki esas avantajın ülkenin büyüklüğü (özellikle ekonomik büyüklük) olduğundan bahsediyor. Bunun dışındaki yukarıda andığımız kahramanlık ve komutanların becerisi gibi diğer faktörler sadece ufak sonuçlar verebiliyor nihai sonuç üzerinde etkili olamıyor.

Osmanlı imparatorluğunun çöküşe geçtiği 15. yydan itibaren tarihi bu gözle inceleyen bu kitapta neden diğer faktörler o kadar önemli değil sorusuna özetle şu şekilde cevap veriyor Paul Kennedy.

Büyük olan ülkenin ekonomisi ve kaynakları da bir o kadar büyüktür. Askerleri daha fazladır, dolayısıyla askerlerine daha detaylı eğitim verebilir. Daha çok askerini çarpışmada feda edebilir. Silah teknolojisine daha fazla kaynak ayırır ve sonucunda daha başarılı silahlar ortaya çıkarır. Ve gene komutanların becerisine gelince becerikli insanlar her millette vardır. Birinde tesadüfî olarak daha yetenekli bir kumandan ve daha cesur askerler bir araya gelse dahi çarpışmaları kazanırlar ancak savaşı kazanamazlar.

Bu konuda birkaç örnek de vermek mümkün.

Bir örnek Amerikan iç savaşında yaşanmıştır. Bireye düşen ekonomik refah olarak daha önde olan Güney eyaletleri ilk çarpışmaları kazanmış başarılı komutanları ve cesur askerleri ile göz doldurmuştur. Ancak kuzeyin devasa insan ve ekonomik kaynağı boşalanları hemen yenilese de Güney için aynı şey söz konusu değildi. Birinin yerine gelen diğerinin yerine gelişemiyordu ve fark giderek artarak Güneyin aleyhine işledi. Sonuçta da kaynağı zayıf olan kaybetti.

Diğer bir örnek İkinci Dünya Savaşında Almanların Rusya’nın içine mermi gibi daldığı Barbarossa harekâtına ve sonrasına ait. Almanlar ilk vuruşta sadece bir milyon Rus askerini esir aldılar. Ruslardan silah, eğitim ve taktiksel açıdan kat be kat üstündüler. Kaybedilen Moskova savunması ve Stalingrad savunması Almanlar için aslında askeri açıdan başarıydı. Her Alman askerine karşılık Rusya 10 hatta 20 asker kaybetmekteydi. Ancak Stalin kayıplarının boyutuna bakmadan bol olan insan kaynağını acımasızca Almanların üzerine sürerek ilerlemelerini durdurdu. Eğer bire karşı on kişiyi yenebiliyorsanız tebrikler ancak sayınız bire karşı 20 ise başarılı bir şekilde savaşı kaybedersiniz. Savaş Rusların lehine sonuçlandığında bile Rus kayıpları Almanların çok üzerindeydi. Aslında durumun özeti basitti. Almanlar yok ederek Rusları bitirememişler ve yavaş yavaş eriyerek yok olmuşlardı.

Konuyu şirketler ve markalar açısından ele aldığımızda bazı çelişkilerle karşı karşıyayız. Büyük şirketler zamanla eriyip yok oluyorlar. Yerlerine gelen yani onları pazarda yenen diğer şirketler ise boşalan yeri hemen doldurup büyümeye başlıyor. Yazımın başında guruların bahsettiği negatif atmosferden bahsetmiştim. Yani şirket büyüdükçe oluşan negatif atmosfer çalışanları ve yönetimi etkiliyor, bürokrasi ve sahiplenmeyi azaltarak verimsizliğe yol açıyor.

Ancak bu iddiaya ters düşen günümüzde her ekonomik sektörde büyümüş ve devleşmiş firmalar var. O kadar büyüyorlar ki artık bu firmaların ekonomik büyüklükleri dünyadaki pek çok devletin ekonomik büyüklüğünü aşıyor.
Negatif etki bir tarafa firmaların sürekli büyüyüp küçülme içinde olmalarına rağmen genelde büyümeye doğru bir yönelmeleri olduğunu düşünüyorum. Büyüme birtakım negatif etkiler yaratsa da iyi yönetilebilmiş büyüme dezavantajından daha fazla avantaj getiriyor olmalı ki şirketler büyümeye devam ediyorlar.

Pek çok yerde şirketlerin ve devletlerin büyümesi canlı organizmalara benzetilir. Her canlı gibi doğar, büyür, gelişir denilir. Hatta devletlerin ve şirketlerin geçirdikleri evreler bir canlının yaşam eylemleriyle genelde anlatılır. Doğmak, büyümek, yenilmek gibi...

Canlıların tarihini araştırdığımızda şu ana kadar dikkate almadığımız pek çok nokta ile yüzleşiriz. Aslında biz insanların doğadaki yeri çok hücreli canlılar arasında ve hayvanlar sınıfında yer alır. Bizler aynı zamanda çok sayıda canlıdan oluşmuş varlıklarız. Bu varlıklar da her birinin kendi kendini kontrol edebildiği hücrelerdir. Her hücre canlıdır ve kendi başına bir yaşam da sürer.

Hücreyi canlılığın en küçük bir yapıtaşı gibi düşünürsek bizler bir tür hücreler devletiyiz. Nasıl ki devletin amacı vatandaşlarına yiyecek ve enerji sağlamak, geleceğini garanti almak ise biz her bir insanın görevi de hücrelerimize besin yoluyla enerji sağlamak ve üreyerek de soyumuzu devam ettirebilmektir.

Yaşamın hücreden nasıl oluştuğunun felsefi amaçlarını çok irdelemeden olaya bakarsak büyüme etkisinin avantajlarını burada da görebiliriz. Çok sayıda hücrenin bir araya gelerek daha karmaşık mekanizmalar oluşturması uzmanlaşmış organeller ve bir yönetim sistemi vasıtasıyla olagelmiştir. Bu ciddi bir avantaj olduğundan bu birleşme milyarlarca yıl içinde çok hücreli uzmanlaşmış organizmaları başarılı kılmıştır.

En iyi bildiğimiz canlı olan insan eskiden 30–40 kişilik kabileler halinde yaşardı. Ancak zaman içinde tarım toplumuna geçildikten sonra kabilelerin yerini şehir devletleri, devletler ve imparatorluklar aldı. Kabilelerin ortadan kalkışı kendi istekleriyle de olmamıştır. Devletleşmiş toplumlar tarafından yutulmuşlardır. En son şahit olduğumuz olaylar yeni Gine ve Kızılderili kabilelerinin katli veya asimilasyonu şeklinde sonuçlanmıştır.

Çok hücreli canlılardan çok insanlı topluluklara geçtiğimizde de aynı trendi gözlemlemiyor muyuz? Acaba hücreleri organize eden organizma ile organizmaları organize eden organizasyonları aynı isimle adlandırmak daha mı doğru olurdu?

Günümüzün imparatorlukları büyüklükleri sayesinde atom araştırmalarına kaynak ayırarak karşı konulmaz bir kudrete sahip oluyorlar. Bireylerin enerji ihtiyacını karşılamak için kaynakları üzerinde oturan devletleri işgal edip halkını kukla yapıyorlar veya çeşitli baskı politikalarıyla bu tür devletler üzerinde hâkimiyet kuruyorlar. Bu ülkelerin halkları nispeten diğer ülkelere göre refah içinde.

Peki, bu avantajlı konumlarının yanında dezavantaj yaşadıkları durumlar yok mu? Elbette var… Bu örneklerdeki ülkelerin negatif enerjisi hemen hissediliyor. Amerika Birleşik Devletlerinde millet bilinci yok, halk kendi içinde birbirini sevmiyor. Tek uzlaştıkları konu sömürünün devam etmesi... Avrupa Birliği ise kendi içinde elit pek çok küçük ülkeden oluşsa da birlik olmadan devlerin karşısında durabilecek durumda değil. Ancak birlikten sonra da gayet sancılı bir imparatorluk konumunda çünkü kendi içinde o kadar çok görüş ayrılığı var ki bürokrasi ve karşıt görüşler altında birliği korumak gayet zor.

Gene de Avrupa devletlerinin herhalde bir bildiği vardı ki birleştiler. Gene benzer şekilde küçük devletler Afrika’da ve Güney Amerika’da birleşerek ittifaklar oluşturmak ve yutulmanın pençesinden kurtulmaya çalışıyorlar.
Tarihi incelediğimizde büyümenin bir eğilim olduğunu ve küçük parçaların birleşerek büyük parçayı oluşturmalarının, her bir küçük parça için avantajlı olduğunu sezebiliyoruz. Bu kurala uymayan örnekler olsa da 14, 5 milyar yıllık dünya tarihinin kalan örnekleri bize bunun ispatıdır.

 
Toplam blog
: 18
: 1354
Kayıt tarihi
: 17.04.08
 
 

1974 doğumluyum. Mühendislik eğitimi aldım ve özel bir şirkette yönetici olarak çalışıyorum. İlgi..