Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Eylül '22

 
Kategori
Anılar
 

CAMIZ OKYANUSU GEÇER Mİ?

CAMIZ OKYANUSU YÜZEREK GEÇER Mİ?

(Köyüme Mektuplar-9) 

(Kimi deryadadır damla nasip olmaz,

Kimi çölde gezer rahmet eksik olmaz.)

          Nedendir bilmiyorum önceki bölümlerde anlattığım "Bekçi Emmi" aklıma gelince köyümüzün nahırı ve ramazan davulu da geliyor. Ramazan davulunu (Köyüme Mektuplar-7) "Minare Büyük de Şerefesi Neden Küçük" hikâyemizde anlattık. Nahırı şimdi anlatayım.

          Çocukluğumuzda her evde bir kaç inek, dana veya camız olurdu. Köyde bir kişi nahırla ilgilenirdi. Nahırı Karataş’a, otlağa, meraya götürür, yayar, sahiplenir, çobanlığını yapardı.

          Nahır, köylünün sığır sürüsüne denirdi.

          Evlerde kendi yaptıkları süt, yoğurt, tereyağı eksik olmazdı. Yazı dizimizin başında paylaştığımız "Bre Yavrum Horoz" hikâyemiz de bu zamanlara aitti. Şimdilerde bunun pek mümkün olmadığını sanıyorum. Ama mümkün olsa ne güzel olurdu.

          Köyün nahırını süren çoban, sabah namazı sonrasında köy içi ana yolunda yavaş yavaş köyün aşağı mahallesinden yukarıya doğru yürürdü. Her ev, ineğini, danasını onun önüne katardı. Nahır, çobanın önünde birike birike Karataş’a geldiğinde koca bir sürü olurdu.

          O zaman Karataş, iskâna açılmamış, hiç ev yapılmamış, köyün otlağı, merası idi. Köyümüzün otlağının büyüklüğünün 3 bin dönüm olduğu söylenirdi. Nahırı süren, bu otlakta, merada sürüyü yayar, öğlene doğru, akıyorsa hamus çayı, akmıyorsa Ceyhan ırmağı kenarına sulamaya/dinlenmeye getirirdi. Hamus çayı bizim köy hizasında Ceyhan ırmağına dökülürdü. Hamus ta önceleri su bulunurken, yaz ilerleyince suyu kururdu.

          Nahırı güden kişi, yazın her gün öğle vakti Ceyhan ırmağına getirirdi.

          Sürü sulanmaya Osmaniye yolu üzerinden gelir, öğleden sonra aynı yoldan geri dönerdi. Yol asfalt olmamış, stabilize yol. Tozlu yol. Nahır, hamusa veya Ceyhan ırmağına kahvelerin önünden geçerek gider, gelirdi. Osmaniye yolu, bir süre kahvelerin önünden, bu günkü lise binası berisine kadar sığırla dolardı. Bu sırada araç trafiği uzun süre durur, sürücüler bu duruma kızar, sürünün geçişine denk gelmek istemezlerdi.

          O zamanlarda hemen herkesin az ya da çok ineğinin olması çok iyi idi. Her evde süt, yoğurt, tereyağı, ayran eksik olmuyordu. Bir de bunların o zamanki lezzetlerinin bu gün olmadığı bir gerçekti.

          Ceyhan ırmağı Cevdetiye köyümüzün 1 km açığından geçer. Havalar ısınınca küçüklü büyüklü bütün Cevdetiye çocukları, gençleri, adamları "Cahana Çimmeye" giderler. Küçükler erkenden yüzmeyi öğrenir, akarsuda küçücük çocukların nasıl ustalıkla yüzdüğünü görür hayret ederdiniz. Cahana çimmeye gitmenin, Ceyhan ırmağına yıkanmaya gitmek olduğunu herkes bilirdi.

          Ben de küçük yaşta yüzmeyi öğrendim. Diğerleri ile birlikte "cahana çimmeye" gittim. Çocukluğumuz ve ilk gençliğimiz böyle su ile haşır neşir geçince, büyüyünce de bunun yerini deniz sevdası aldı. Halen de su ile barışığız.

          Nahır, öğlen ile ikindi arası bir zamana kadar ırmakta kalır, sulanır, dinlenirdi. Sürü içindeki camızlar çamurlu suya yatmayı çok severler. Bilindiği üzere "camız" mandanın yerel adı idi. Camızlar çok iyi yüzerdi. Biz çocuklar bunu bilir camızları ırmağın öbür tarafına geçmeye zorlardık. Camız, öbür tarafa geçerken de kuyruğundan tutar bizi de geçirmesini sağlardık. Öbür tarafa geçince de bu sefer ilk yerine geri dönmesine zorlar, dönerken yine kuyruğuna asılır biz de ırmağı geçerdik.

          Mesele, iyi yüzen hayvanın kuyruğuna asılıp ırmağı geçmek ve bu suretle eğlenceli vakit geçirmek idi. Herhalde hayvana rahatsızlık verdiğimizi hissederdik ki bunu hafifletmek için olsa gerek, çocuklar kendi aramızda;

          - Camız dermiş ki, okyanusu bile yüzerek geçerim amma kıçıma kum dolar diye korkuyorum.  dermiş. Diye konuşurduk.

          Dinlenme ve sulanma zamanı dolunca camızlar da diğer sığırlar gibi otlağa götürülür. Onlar gidince çocukların, gençlerin çimerken eğleneceği iki yer var. Biri gemiden atlamak. Diğeri atlangaca gitmek.

          Peki Cevdetiye'de gemi var mı? Deniz olmayan yerde gemi olur mu? Atlangaç ne demek? Nerede? Selinti de ne ki?

          Bu konuları sonraki bölümlerde hikâye edeyim.

          Hikayenin başından beri hep sudan bahsedince başa yazdığımız şu güzel söz aklıma geliyor;

                   "Kimi deryadadır damla nasip olmaz,

       Kimi çölde gezer rahmet eksik olmaz."

          Allah’ım köylülerimden ve arkadaşlarımdan rahmetini eksik etmesin.

          Gelecek yazımıza (Köyüme Mektuplar-10) ile devam edelim.

          Bütün arkadaşlarımı ve köylülerimi sevgi ve saygı ile selamlıyorum

Osman COŞKUN

 
Toplam blog
: 14
: 81
Kayıt tarihi
: 14.08.22
 
 

Ben Osman Coşkun. Osmaniye ili, merkeze bağlı Cevdetiye kasabası doğumluyum.Lisans mezunuyum. 35 ..