- Kategori
- Gezi - Tatil
Çek Cumhuriyeti gezi notları

TYNN KİLİSESİ / PRAG
13.12.2004 ( İSTANBUL - PRAG )
Herhangi bir iş disiplinine bağlı olmadığım halde , yine hata yapıp , bayram tatiline denk getirdim bu geziyi diye kendime kızıyorum. Gereksiz yere , yoğun bir kalabalık ve izdiham içinde olmayı sevmediğim halde , yine hata yaptım. Gazeteler , kaç gündür , yurt içi ve yurtdışı seyahat hacminin arttığını , havaalanlarında yoğunluk olacağını yazıyorlar. Havaalanı çarşamba pazarı gibi , 75 dakikalık gecikme sonrası havalanıyoruz. Ben , havaalanlarında bu kadar işlem yapıldığını bir türlü anlayamam. Sorun ; güvenlik önlemleri ise , bir şekilde azaltılabilir. Dünyanın her yerinde , beyhude bekleyiş ve gerginliklerle başlar uçak yolculukları.
Gecenin , hiç alışık olmadığımız ayazına atlıyor ve otelin hemen önündeki duraktan 11 nolu tramvaya binerek , Vaclavaski Namesti , yani Venceslav Meydanına geliyoruz. Her durakta , tramvayın geçeceği saat , dakika yazılı ve hiç şaşmıyor. Şehrin belli yerlerinde bilet satış gişeleri ve makineleri var. Makinelere bütün para da atsanız , istediğiniz bilet sayısına göre hesap yapıp , üzerini geri veriyor. Vatman , yolculardan izole bir kabinde , inenle , binenle ilgilenmiyor. Sarı kutulardaki makineye bileti sokarak , tarih ve saati basıyor , böylece bileti iptal ediyorsunuz. Cesaret ve ahlaki durumu elverenler biletsiz seyahat edebilir , tabii , sivil giyimli kontrol ekiplerine yakalandıklarında , 40 euro gibi yüksek bir ceza ödemeyi , direnirlerse , derhal çağrılan polis nezaretinde karakola götürülmeyi göze alabilirlerse.
Tramvayın sıcak ortamından , Venceslav Meydanına indiğimizde , şok yemiş balık gibi oluyoruz. Soğuk , ama alışık olmadığımız bir soğuk , karşıda ışıklı pano -
Venceslav Meydanı ,
Kısa bir yürüyüş ile ısınıyor ve tamamen bir Orta Avrupa ve Rönesans atmosferi içerisindeki eski şehre geliyoruz. Prag’ ın sembollerinden Horloj ‘un önündeyiz. Talihsiz Hanuş Usta tarafından yapılan bu saat , 500 yıldır çalışıyor. Benzerini yapmasın diye zamanın kralı tarafından gözleri kör ediliyor Hanuş Ustanın . Hindistan Agra’daki Taç Mahal’in mimarı İranlı İsak Khan da böyle bir eseri meydana getirmenin bedelini , benzerini yapmasın diye Şah Cihan tarafından sağ kolu kesilerek ödememiş miydi ? Neyse ; insanlık tarihinin sürprizleri , trajedileri bitmez. Horloj üzerinde bulunan ve ölüm, gurur, zevk ile cimriliği temsil eden heykeller , her saat başı hareketlenip kısa bir resmi geçit yapıyorlar , hemen üstlerinde bulunan ve altından yapıldığı söylenen horoz da ötmeye başlıyor. Gece ışıkları altında tripod kulanmak gerektiğinden , fotoğraf işini yarına bırakıp , giderek daha da hissedilen soğuk içerisinde , Venceslav Meydanına dönüyor , tramvaya binerek otelin sıcaklığında , miskinliğe başlıyorum. Ama ne miskinlik ; derebeyler , serfler , kilise baskıları , engizisyon oyunları , alın teri ve kanlar içinde yükselen sanat eserleri , Sovyetlerin Çek topraklarını işgali , aydınların direnişlerini düşünürken uykum kaçıyor iyice.
14.12.2004 ( PRAG )
Saat 05.30 ‘da uyanıp , Prag sabahının ayazına attım kendimi. Oteldekiler gibi Prag da uykuda , günlerden ; Pazar bugün. Otelin karşısındaki yokuşa vurdum kendimi , biraz da ısınırım diyerek. Evler , bahçeler yorgun , dingin ama geçmişin mirasını , kültürünü yaşatma mecburiyetinden , ayakta duruyorlarmış gibi geldi bana. Bahçeli evler , tüm bakım ve düzenlerine rağmen yaşama sevinci yansıtmıyorlardı sanki. Bir Teknik Lisenin önünden geçiyorum , kapalı olduğu için , daha da soğuk duruyor.
Ortalık aydınlanmaya başlayınca , paltolarının yakaları ile yüzlerini örterek , soğuktan korunmaya çalışan yaşlı kadınlar , köpeklerini dolaştırmaya başladılar , dalgın , başları önünde. Sokaklarda yürüyenlere bakıyor , hiçbir hayat belirtisi yok , ifade yok yüzlerinde. Kurulmuş robotlar gibiler. Ara sokaklar boyunca bir canlılık arıyorum. Benim ülkemde , şimdi sabah namazı için camiye giden yaşlı adamlarla selamlaşırdım muhakkak. Prag bana , ruhunu kaybetmiş bir şehir hali verdi , ilk sabahın ilk saatlerinde.
Kahvaltı için otele dönüyorum. Ben mi , şartlandırdım kendimi bilemiyorum , ama ; garsonlar ve görevliler bile ağır çekimde çalışıyorlarmış gibi geldi bana. Çay makinesinde biten suyu , iki üç ikazdan sonra doldurdular. Odamdaki televizyon kanallarında , akşamdan beri genellikle 2. Dünya Savaşı belgesellerine rastlıyorum.
Kahvaltı sonrası , Belvedere Sarayı ve İspanyol Binicilik Okulu önünden geçerek , kentin en çok ziyaret edilen bölgesi olan Prag Kalesi önüne geliyoruz. Meydan çok geniş ama , her geçen dakika , tur otobüsleri boşaldıkça , rehberlerinin peşine takılan gruplarla , neredeyse miting alanına dönüşmeye başlıyor. Fotoğraf çekmek mümkün değil , zira , objektifin önü bir saniye boş kalmıyor. Prag Kalesinin inşasına 9. yy’da başlanmış , 12. yy’da bitirilmiş. Sonraki yüzyıllarda da , bitip tükenmez ilave ve revizyonlar gördükçe , mimari uslübü de sürekli değişmiş Romanesk uslüp , giderek Gothik tarzı benimsenmiş.
St. Vitüs Katedrali ülkenin en büyük dini yapısı olup , 1344 yılında inşaatına başlanmış , 1929 yılına kadar devam etmiş. Ancak , Rönesans ve Gotik eklemelerle , bugün , gerçekten hayranlık uyandıracak bir mimariye ve estetiğe sahip.
Golden Lane ( Altın Yol) denilen , tek veya iki katlı evlerin sıralandığı sokak , Prag’ın en renkli sokakları arasında sayılıyor. Girişteki gişeden bilet alarak , hediyelik eşya ve Bohemya cam ürünlerinin satıldığı Altın Yol’da yürüyor , 22 nolu evde 1916-1917 yıllarında Franz Kafka’nın yaşamış olduğu eve geliyoruz. 20-25 m2’den büyük olmayan bu ev , şimdi kitabevi. Ne var ki; o zamanlar Franz Kafka ünlenmiş bir yazar değil , kendi halinde , sessiz sedasız girer çıkar , çalışırmış bu küçücük evde.
Altın Yolu inerek , St.Nikolas Kilisesinin önü , derken Prag’ın simgesi Charles veya Karlovi köprüsünün önüne geldik.
Bir başka enteresan heykel de , Vltava nehrinin Kampa Adacığının karşılarına düşen yerde konuşlanmış Yeniçeri heykeli. Zebaniye benzetilen yeniçeri , belinde geniş palası ve yanında köpeği ile zindanda inleyen , feryadlar eden perişan Hristiyanları beklemektedir. Nedense , dört yanı tel örgüyle çevrilmiş , muhtemelen bakıma alınacak. Köprü üzeri öyle kalabalık ki ; ne büyük bir ciddiyetle çalan orkestrayı duymak mümkün , ne de , keyifli bir fotoğraf çekmek. Omuz omuza ilerleyerek , karşı tarafa Köprü Kulesinin altında geçerek , Eski Şehir’e giriyoruz. Az ilerledikten sonra , dün gecenin ayazında geldiğimiz , eski belediye binası ve astronomik saat ( horloj) önündeyiz. Tyn Kilisesinin , masal kitaplarından fırlamışcasına etkileyen kuleleri ile Jan Hus heykelinin bulunduğu taş döşeli meydandayız. Jan Hus ; Katolik kilisesinin baskılarına karşı çıkan ve halkın büyük desteğini alan bir rahip. Engizisyon icraatları sonucu , aforoz edilip , yakılarak öldürülüyor , ancak , müritleri , yüzyıllar sonra , hatırı sayılır bir çoğunluktalar ve öğretisini yaymaya çalışıyorlar.
Ellerim soğuktan hissizleşti , Allah yardım etmiş olmalı , eski belediye binasının arkasındaki parkta bir çay ocağı bulduk. Çek Cumhuriyetinde , bir parkta , Doğu geleneklerinden fırlamış bir çay ocağı! Mucize olmalı bu diyecektim ; ama Prag dünyanın her ülkesinden yoğun turist alıyor.
Saat kulesinden Prag ; çok güzel , gizemli , başka boyutlarda görüntüler veriyordu. Gün batımlarının kemirdiği kulelerin şehri , Ortaçağ’dan fırlamış , karşımıza serilivermişti. Nazım Hikmet’in dediği dibi ; “ yağmurlar içindeydi Prag , bir gölün dibinde. “
Vltava nehri üzerinde bulunan Karlovy Köprüsü , altından akan suyun yaratacağı olumsuzluklara karşı , bir sürü önlemlerle korunuyor. Vltava nehrine paralel yürürken , kendimi Karlovy köprüsünün en güzel fotoğraf verdiği bir köşede buldum , üstelik , güneş , Prag üzerinde güzel ışık oyunları yaratmıştı.
Bu kez , yine nehir boyunca , ters yöne Manesuv Köprüsüne doğru ilerledim.” Akşam üzerleri , büyülü bir kente dönüşür Prag “ diyen şair haklı imiş. Tyn Kilisesi , yeşile dönmüş çinko çatıları ile St.Nikolas Kilisesi , St. Vitus , ne kadar dirensem de , alıp Orta Çağ dünyasına , o büyülü , şeytanlı , engizisyonlu , cadı kovmalı enstantaneleri getirip dayıyordu , ruh tellerimin üzerine. Vltava köprüsü boyunca gezi , iyice bastıran ayaza rağmen , bitirmek istemediğim bir serüven halinde devam ediyordu. Karlovy ile Manesuv köprüleri arasında tertemiz , bomboş parklardan geçiyorum. Hiç de sıradan olmayan banklarında kimseler yok. Soğuyan havaya karşı , daha hızlı yürüyerek ısınma çabalarımda fayda etmez olunca , karanlığa kalmamak için , Venceslav meydanına dönüyor , ısınmak için , tranvay cafede nefesleniyor , 24 saatte defalarca kullandığım 11 nolu tramvaya binip , çoktan çarşı gezisini bitirmiş olan eşimin yanına dönüyorum. Akşam yemeğini , odamızda hazır çorba ve ton balığı ile hallettikten sonra şeytan dürtüyor , bu kez Eski Şehri , Karlovy Köprüsünü gece dolaşmak arzusu ile –
Her turistik bölgede olduğu gibi , Prag’da da , insanı rahatsız eden dilenciler var , ancak , bunlar , yere secde edercesine saygı ifadesinde bulunarak dileniyorlar , buz gibi taşların üzerine uzandıklarını gördükçe ; ben üşüyorum.
Meydan ve caddelerden , gürültüler geliyor.Ellerinde votkalı biralarla , soğuğa karşı eğlenip , sohbet eden Prag’lı gençler bunlar. Saat 10.30 yorgunluk ve uykusuzluk pes ettiriyor ve otele dönüyoruz.
15.12.2004 ( PRAG - KARLOVY VARY )
Dinlendirici bir uykudan sonra , 05.30 ‘da kalkıp , dün dolaştığım sokak aralarına dalıyorum. Bugün Pazartesi , iş günü olduğu için , ortalık daha canlı. Dün , bahçesi bomboş okula , sırt çantalı , uykulu gözleri ile öğrenciler doluyor. Tramvay hattındaki tramvay bugün ilave edlmiş iki vagonla seyrediyor. Kahvaltı için otele dönüyorum.
Bugün , Karlovy Vary’ e gideceğiz.
2 nükleer santralda üretilen elektrik Çek’lere çok ucuza arz ediliyor. Okuma yazma oranı % 99.8 gibi çok ileri bir düzeyde. Orta okuldan sonra , meslek liselerine gidiliyor , öğrendiklerim doğru ise.
Karlovy Vary’ye giriyoruz. Avrupalı zenginlerin , sanatçıların güzellik ve sağlık merkezi , SPA ‘ları ile yüzyıllardır ün yapmış bir sosyete şehri burası. Bu özelliğini , topraklarından fışkıran termal sulara borçlu Karlovy Vary. Sağlık kürleri için , buraya gelen ünlüler arasında ; Atatürk , Dali , Rus Çarı Petro , Mozart gibi isimler sayılıyor. Bir tepsi üzerinde , özenle şekillendirilmişçesine duran lezzetli pastalara benzetiyorum Karlovy Vary ‘nin evlerini. Şehir içinde onca restoran varken , şehrin tepelerinde bir restorana tırmanıyoruz nefes nefese. Küçük , hoş dekore edilmiş restoranda üç genç kız , seri bir şekilde servis veriyor.Şnitzel ve şarap da oldukça lezzetli.
Ortalıkta kimselerin görünmediği , ama çok geniş parklar ve bankların ve soğuktan donmuş göletin bulunduğu bir yerden geçerek , aşağı iniyoruz. Kükürtlü termal suların karıştığı Tepla nehri , beton kanallarla kontrol altına alınmış , etrafı birbirinden güzel evlerle sıralanmış.
Karlovy Vary 39 yıldır , büyük ödülü Kristal Küre olan Film Festivallerine ev sahipliği yapıyor.
Prag’a uzanan iki saatlik yol , hiç de sıkıcı değil , tarlalarda , kırsal kesimde dahi , göze çarpan pis , çirkin bir şey görünmüyor. Prag girişinde , Ulusal Müze iniyorum otobüsten. Karlovy Köprüsündeyim yine. Aşağıda akıp giden Vltava’nın suları , beni de alıp sürüklüyor ; Orta Çağda köprü üzerinde salınan yosmaları , derebeylerini , kral ailesinin geçiş seremonlerini , Katolik-Protestan savaşlarında , Beyaz Dağ savaşlarında ele geçirilen Protestanların köprü üzerinde kafalarının koparılışını hayal ediyorum. Kısa sürüyor bu hayal anı , köprü üzerinde kalabalık bir grup gürültü ile ilerlerken , ben kendime geliyorum.
Avrupanın kalbi diye anılan Prag , bence Rönesans veya Ortaçağ Avrupasının kalbi ünvanına daha yakışır diye düşünüyorum. Çek halkının gururlu olduğu söyleniyor .Hemen , aklıma Dünya Savaşlarında savaşmak yerine , ülkenin kültürel zenginliklerinin yıkımına mani olmak amacıyla , ülkeyi işgal güçlerine teslim etmek , gurur tarifinin neresine uyuyor , meselesi takılıyor.
Çekoslavya , Habsburg İmparatorluğundan 1918 yılında kendini kurtarıp Cumhuriyet ilan ediyor. Ancak , yükselen Nazi hareketini oyalamak , ülkeyi tahrip ettirmemek için , kendi elleriyle , faşizmin çizmelerinin Prag Şatolarında dolaşmasına izin veriyorlar. 1948 yılında , Çekoslovakya , Nazizm’den kurtuluşunun üçüncü yılını kutlarken , Emperyalist ülkelerin pazarlık masasında, Sovyetler Birliğinin payına düşüyor. Bohemya’lı Habsburglar’ın sarayı , birkaç saat içinde , Çekoslovakya Kömünist Partisinin genel merkezi oluveriyor.
1968 ‘ de Çekoslovak Komünist Partisi Genel Sekreteri Aleksadr Dubçek , Sovyet despotizmine tavır alarak , yumuşak yüzlü sosyalizme geçişin ilk adımlarını atıyor. Ancak 21 Ağustos’ta Sovyet tankları bu hareketi sustururken , Batı sesini çıkarmıyor , komşu ülke için. Kitle gösterileri , öğrenci lideri Jack Palach’ın Ulusal Müze önünde kendini yakması derken ; Gorbaçov , Sovyetler Birliğinin dağılması , Çekoslovakyaya özgürlüğünü geri verdi, 1992 yılında , dünyada ender görülecek bir olgunlukla , Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak ikiye ayrıldı.
Bu gel-gitler , Katolik-Protestan savaşlarının en yoğun yaşandığı , işgaller ülkesi , bugün % 55 Ateist bir nüfus barındırıyor. Boşanma ve intihar oranları hayli yüksek , Beşeri ilişkiler en alt düzeyde.
Kısa süren bir gezi idi , ancak , hep dediğim gibi , Prag , Ortaçağı , Karlovy Vary , sanki beton değil , pasta ve kremadan oluşmuşa benzeyen mekanları ile bir masal kentini yaşattı bana.
Yarın