Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Nisan '08

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Mısır gezi notları

Mısır gezi notları
 

19.01.1999 ( İSTANBUL - HURGHADA )

Sabah, erken uyanıyoruz. Saat 06.00’da havaalanı dış hatlar C terminalinde olmamız istenmişti. Yağmurlu , puslu bir sabah , taksi ile Yeşilköy’e giderken , bir tedirginlik gerginlik hissediyorum üzerimde. Bu benim ilk yurtdışına çıkışım. Ülkemi , dağları , yaylaları , sahillerini detaylı gezmiş olmama rağmen ; ülkemi bitirmeden yurt dışı gezilerine başlamayı hak etmemiş hissetmemden olmalı bunca ertelemem.

Havaalanında korkunç bir kalabalık ve keşmekeşle karşılaşıyorum. Free shoplar , neredeyse yağmalanıyormuşçasına tıklım tıklım. Check-in işlemleri , boarding derken , 08.37 ‘ de havalanıyoruz. Uçağa çok binmedim bu güne dek , hafiften ürküyorum. Karayolu sanki , her şeye rağmen daha güvenli geliyor bana , ancak coğrafyaları aşmak için , overland yapmak da mümkün değil , zaman açısından. Koltuğumdaki dergide , beni yatıştırmak ister gibi , bir yazı çarpıyor gözüme ; 40 yıl aralıksız uçan bir insanın , bir kez kaza geçirme riski varmış. 10 km. yukarıda uçarken , altımızda uzanan ve pamuk yığınlarını andıran bulutları seyrediyorum. Kaptan , Hurghhada’da sıcaklığın 14 C cvarında olduğunu ve 130 dakika uçacağımızı söylüyor. Uçaktaki 300 civarında yolcudan bir homurtu yükseliyor. Zira , Mısır’da sıcaklığın 30 C olduğu söylenmişti herkese. Gerçi ben iternetten , 17 C üzerine çıkmadığını zliyor , Mısır’da karşılaşacağımız ortamı tahmin etmeye çalışıyordum. Akdeniz , Kaş yakınlarından geçiyor olmalıyız , türkuaz denizler , koylar dantel gibi uzanıyor. Kuzey Afrika çöllerinin üzerindeyiz anlaşılan , bir hat kıvrılarak ilerliyor , kah yerleşimlerin , kah çölün içinden geçerek.Hayat kaynağı Nil olmalı bu. Unutamayacağım bir enstantane , hafızama kazınıyor, üç piramidi görüyorum , birer lego parçaları gibi sıralanmışlar.Keops , Kefren ve Mikerinos. Ölçek kavramlarının kaybolduğu bir aleme girip çıkıyorum , bir anlığına da olsa.

Hurghada havaalanına iniyoruz. Çöl ortasında , mütevazi bir tesis , bir anda silkeleniyor olmalı. Yolcuların bekleme süresi arttıkça , havaalanının uğultusu da yükseliyor. Neden sonra , otellere göre transfer yapılacak otobüslere biniyoruz.Hurghada’nın 35 km. dışında , denizin yanında , arkasını çöle dayamış , rahat ve güzel bir otel düşüyor bizim payımıza.

Hurghada , Kızıldeniz kıyısında , bir zamanlar küçük bir balıkçı köyü iken , İtalyanlar’ın yap- işlet-devret karşılığı yaptığı tesislerle , konforlu bir tatil yöresine dönüşmüş. Eşim , kumsaldaki şezlonga uzanıp , beyhude , serin esen rüzgarın kesilip , güneşin ısıtmasını beklerken , ben yanımda , su altında fotoğraf çekebileceğim fotoğraf makinesi ve şnorkelimle , ürkek yaklaşıyorum Kızıldeniz’in soğuk sularına. Hayret , dışarıdan daha ilık geliyor su bana. Dalıyorum , henüz on-onbeş metre uzaklaşmadan sahilden , mercan kayaları ile karşılaşıyorum. Önce , otelin , müşterileri için hazırladığı yapay bir plato olduğunu zannediyorum. Ama değil , aşağıda gördüğüm , Anellida’lar , anemon’lar , gorgonians’lar, holothuroidea’lar , hepsi gerçek ve ben gördüğüm bu renk cümbüşü içinde , şaşkın vaziyetteyim. Başlıyorum , fotoğraf çekmeye. Suyun içinde tüylerim diken diken soğuktan , neden sonra aklıma geliyor dışarı çıkmak . Bu kadar sahile yakın yerde , bunlar varsa , mercan resifleri insanı çıldırtabilir diye düşünüyorum , havluya sarınıp , titremekten kurtulmaya çalışarak.

Kumsal boyunca yürümeye başlıyorum. Çok garip , bayram tatili nedeni ile uçaklar dolusu insan geldi , izdiham yaşandı. Ancak , sahilde kimseler yok. Herhalde , barda Mısır’ı yaşamaya başladılar ! Devasa inşaatlar , oteller yapılıyor. Bayram olduğu için , inşaatlar da tatil anlaşılan. İnşaatların bekçileri bir araya gelmişler , uzun etekleri ile futbol oynarken , bağırıp , çağırıyorlar , yankılanıyor sesleri , denizle , yüksek inşaat duvarları arasında.

Güneş yavaş yavaş devriliyor , çöllerin ardında yükselen dağların silüetleri karardı . Otele dönüyorum. Hayret , otel lobisi boş , sessizlik hakim her yere. Sabahtan beri bir şey yemedim , denize de girince , açlık dayanılmaz bir hal aldı. Restoranın açılacağı saati iple çekiyorum. Güzel bir yemek , sonrası güzel aydınlatılmış , bitkilerle dolu bahçede kısa bir gezinti.Günün hırpalanmışlığını gidermek için uykuya teslim oluyorum.

20.01.1999 ( HURGHADA - BEDEVİ KÖYLERİ )

Herkes uykuda , erken kalkıyorum , sahilde , gece soğumuş kumlar üzerinde yürüyorum , kahvaltı saatine kadar. Kahvaltı sonrası , snorkelim elimde , denizdeyim yine. Denizde kimseler yok.Gerçi , dün gördüğüm mercan kayaları , beni bu denli çarpmamış olsa , ben de girmezdim , sanırım. Tropik akvaryumlarda gördüğüm , binbir çeşit renk ve desenlerle süslü balıklar , rengarenk deniz hıyarları , anemonlara sürtünerek dans eden anemon balıkları , altımda kıpır kıpır dolaşıyorlar. Sanki , özel olarak , sanatçıların mahir ellerine teslim edilip , dekore edilip , Kızıldeniz’e salıverilmişler Mercan kayalarının üzerinde şakayıklar anemonlar , denizin dalgalarına uymuş , ritmik danslar yapıyorlar. Zaman zaman , suyun üzerinde kalan sırtım , rüzgarda ürperiyor , titremeye başlıyorum. Ama , dayanabildiğim kadar , kalacağım bu cennetin içinde. Sonunda , dişlerim birbirine çarparak çıkıyorum , daha da soğuk olan sahile.

Bugün , çölde safari yaparak , bedevi köylerini ziyaret edeceğiz. Hurghada yakınlarında , bin bir gece masallarından esinlenilerek inşa edilmiş “ Alf Leila Wa Leila “ isimli bir eğlence merkezinin önüne geliyor ve nedenini anlayamadığım sebeplerle uzun süre bekletiliyoruz. Otelin önünden bindiğimiz , Land Crusier jiplerin Arap şöförleri bir alem. Allah sonumuzu hayreylesin bu gün. Teybi sonuna kadar açıp , müziğin ritmi ile , jipleri , sağa sola savuruyor , direksiyonu bırakıp , 120 km. süratle giderken , yüreğimizi ağzımıza getiriyorlar.

Az sonra , kum tepeleri ile kaplı , bir düzlüğe geliyoruz. Bir yığın deve ile sağa sola koşuşturan cüppeli , kefiyeli adamlar var. Programdaki Bedevi köyü burası. Ancak , her haliyle yapmacık , film platosuna benzeyen bu yerde , Bedevi çadırı bile yok. İnce tellerle oluşturdukları sazdan paravanlarla yaptıkları kulübelerin önündeki mangallara attıkları , yağlı etlerle ortalığı ağır bir koku ve dumana boğmuşlar.

Bir tandırın başında , özelikle kadınların toplandığını görünce merak edip sokuluyorum.Hayır , kadınların merak ettiği , tandırın üzerinde gözlemenin nasıl pişirildiği değil ; sırtına iple bağladıkları küçük çocuklarla , duygu sömürüsü yapan , bir yandan da , tandırın altındaki ateşi , hemen yan taraftaki deve pisliklerini elleriyle ateşe sürerek canlandıran , saçları kirden kirpi dikilmiş , iki Bedevi kadınına şaşkın bakıyorlar.Aynı eller az sonra , hamur açıyor.Anadolu kadınları işte bu vurdumduymazlığa takılmışlar , şaşkın izliyorlar Bedevi kadınlarını. Doğu çölleri denen bu coğrafyada 20.000 civarında Bedevi yaşıyormuş. Güneşin batmasına yakın , ilerdeki bir tepeye çıkıyoruz , daha doğrusu 150 kişilik kafile , tepeyi işgal ordusu gibi ele geçiriyor.Gün batımında , güzel fotoğraf veriyor , bu tepe ben de boş durmuyorum. Bir anda , aşağıdaki duman yoğunlaşıyor , acaba bir yerler mi tutuştu derken , iş anlaşılıyor.

Kafile için akşam yemeği hazırlıkları başlamış. Bugün ki , program fiyatının içinde olduğu halde , akşam yemeği için eksra bedel isteyince , boykot ederek , Land Crusier’lerin çılgın homurtuları arasında terk ediyoruz Bedevi köyünü.

Güneş batar batmaz , tenleri ısıran bir ayaz çöktü. Rutubet düşük olduğu için , ısı farkları hemen hissediliyor. Şöförler , yine şımarık , çılgın bir şekilde yapıyorlar görevlerini .Bir kaç kez ikaz ediyorum. Yüzsüz , yüzsüz gülüyor.

21.01. 1999 ( HURGHADA - LUKSOR )

Sabah 04.20’de resepsiyonun telefonu ile uyandırılıyoruz. Programda Luksor gezisi var bugün. Alışmaya başladığımız gecikmelerden sonra , saat 05.30’ da Hurghada’dan ayrılarak , daha güneydeki Safaga ‘ya yol almaya başlıyoruz. Bir kontrol noktasının önünde park ediyor otobüsümüz. Derken , arkamıza dizilmiş uzun bir otobüs konvoyu oluşuyor. Sonradan öğreniyorum ki ; turist gruplarına , olası terör eylemlerine karşı bir önlem olarak , kafileler , silahlı güvenlik ekiplerinin eskortluğunda , gezebiliyorlar Mısır’da. Geçen yıl , Müslüman Kardeşler isimli İslamcı bir terör örgütü , Haçepsut Tapınağında turistlere ateş açmış ve yanlış hatırlamıyorsam 40 civarında turist öldürülmüştü. Sivil giyimli , askere ve polise pek benzemeyen , spor giyimli , özel harekat timlerine benzeyen , simsiyah güneş gözlükleri ile her biri Rambo edasındaki korumalar , kafilenin başında , sonunda , aralarında , kendi araçları , daha doğrusu araçlarından yarı bellerine kadar dışarı sarkmış olarak eşlik ediyorlar. Dikkat ediyorum , yol boyunca mola verilen tesislerde , harcama yapmadan yiyip içiyor bu eskort ekibi. Bu disiplin yerleşim merkezlerine gelindiğinde bozuluyor , her tur firmasının otobüsü , başka bir kenara çekiliyor. Böylelikle de , oluşturulmaya çalışılan güvenlik zinciri büyük ölçüde kırılmış oluyor , ortada sadece , devletin teröre karşı önlem aldığı mesajı kalıyor bence. Yine , uzun bekleyiş içindeyiz , bir kontrol noktasında.Buradaki askerler , silahlı adamlar , küçük karakol binasının arkasına gidip , geliyorlar. Merak ediyorum , meğer , burayı açık tuvalet olarak kullanıyorlarmış. Yaklaştığımda yoğun bir idrar kokusu genzimi yakıyor , uzaklaşıyorum. Saat 07.00’de tekrar hareket ediyoruz. 40 ‘ ı aşkın otobüs , minibüs ve arasında , anlamsız ve çok tehlikeli sollama yarışı baladı. Çarpışan arabalardaki çocuklar gibi , otobüs şöförleri , üstelik yapılan hiçbir ikaza da aldırmıyorlar. Bir mola yerinde , yüzlerce kişi , tuvalet ihtiyacı için , koşuşturmaya başladı , görünürde tuvalet yok. Sonra , bakkal dükkanına benzer , küçücük bir mekanın içine hücum başladı. Meğer , WC buradaymış. Zaten , içeriden yayılan pis kokulardan da anlaşılabiliyor , biraz yaklaşınca. Üstelik ; ücreti de 10 Mısır Poundu , yani bir milyon liradan da fazla. Bu hat , yoğun turist barındıran Hurghada , Safaga ile Luksor ve Aswan arasındaki tek iletim hattı. Henüz , turizm adına yapılacak çok şeyler olduğunu seziyorum Mısır’da.

Yüreklerimizin sık sık darbelendiği , sollamalarla Kena şehrine varıyoruz. Nil nehrinin bereketi de kendini hissettirmeye başladı. Çöller , kurak , çıplak dağlar bitti ama , yoğun yerleşimle birlikte , ilerlediğimiz yolda , sağlı , sollu sefalet manzaraları başladı bu kez. Çöplüklerin içinde , barakalar , eğreti çadırlar ve üzerlerindeki perişan kıyafetleri ile hayata tutunmaya çalışan insanlar. Oysa , Nil nehri ve kıyıları o kadar güzel duygular uyandırıyor ki ; palmiyeler ve hurma ağaçları ile. Memnon Heykellerinin önünde duruyoruz. Firavun III. Amenofisin , tapınakların girişindeki , 18. metre yüksekliğindeki , tahtta oturan heykelleri bunlar.Binlerce yıldan beri , Firavun mezar ve tapınaklarını koruduğuna inanılıyor.

Boşalan otobüslerden çıkanlar , bu kez , karavan-WC ile karşılaşıyorlar . İlk dakikalarda , Memnon Heykelleri tuvaletten çıkanları bekliyor , sonra da , önünde poz verenlerle dolup taşıyor.

Toparlanıp , Nil nehri üzerinden , motorlu bir tekne ile karşı kıyıya geçiyoruz. Ben , Nil ve Mısır’ın sembolü feluka ile geçmeyi isterdim halbuki. Karşı kıyıya yaklaştıkça , navanda , tef , ud gibi enstrümanlardan oluşan bir müzik sesi geliyor kulağıma. Beyaz yerel kıyafetleri ile çalgıcılar bizi karşılıyor. Hemen arkadaki bir restorana alıyorlar bizi , açık büfe yemek için. Masaların arasında dolaşan satıcılar ne kadar bulaşık ve yüzsüz ise , restoranın garsonları da , müşterilerine o kadar soğuk ve ilgisiz.Yine de , Nil nehrinin ( her ne kadar , üzerinde zaman zaman , sıcaktan şişmiş olarak yüzen hayvan leşleri , çöp adaları görsem de ) kıyısında yemek yemenin dayanılmaz gururu , olumsuzlukları bertaraf edebiliyor.

Buradan krallar Vadisine geçiyoruz. Eski Mısır inanışına göre, güneşin batışı ölümü temsil ettiği için , bu bölgeye Batı Bölümü deniyor. Biz , Krallar Vadisi’nin tümünü gezmenin , çok zaman alacağı ve gezi amacı dışına çıkılacağı için ; Ramses 6 , Satptah ve Ramses 1 ‘in mezarlarını ziyaret ediyoruz.

Doğu yakasında ise Kraliçeler Vadisi var , ancak , çalışmalar nedeniyle kapalı. Rehberimiz , Deniz isminde üniversite öğrencisi genç bir kız. Büyük bir gayretle , bilgilendirmeye çalışıyor. Firavunlar arasındaki çekişmeleri , iktidar hırsı için dölken kanları , oyunları , brbirlerinin eserlerini tahrip ederek , izlerini silmeye çalıştıklarını anlatıyor. Kralar Vadisi , bildiğim , okuduğum kadarı ile , saltanat ve iktidar gücü yanında , her zaman tedirgin , huysuz , bu nedenle de, kıyıcı Firavunların , ölüm sonrasında da , hazinelerinin yağmalanması , lanet öyküleri , mezarları açanların uğradığı belalar gibi , hatta Erich Von Daniken’in Tanrıların Arabaları kitabında anlattığı , pek çok bilinmeyene ev sahipliği yapıyor. Piramitlerin inşasında kullanılan tonlarca ağırlıktaki taş blokların , Nil nehrinin taşma mevsimlerinde , altlarına konan , ahşap paletlerle kaldırılıp , piramit inşaatında kullanıldığı , bir türlü inandırıcı gelmiyor bana. Krallar Vadisinde de , dev kaya mezarlarının , mükemmel bir işçilikle açılmasının , o günkü bilgilerle ne denli mümkün olabileceğini düşünür dururum , 1973 baskılı Tanrıların Arabalarını okuduğum zaman.

Sırada Haçepsut Tapınağı var. 35 asır önce , Mısıra en zengin dönemi yaşatmış , kocası ve üvey kardeşi olan II. Tutmois’i öldürdükten sonra , oğlunun gerçekleştirdiği kanlı bir ayaklanma ile iktidarını kaybetmiş , esrarlı bir şekilde ortadan kaybolurken de ; “ beni bekleyin , dönüp intikamımı alacağım “ demişti. Usulden olmamasına rağmen ilk defa , Mısır’da Firavunluğunu ilan eden Haçepsut’un mezarı 1997 ‘deki saldırıdan sonra , Mısır turizmini , bitirecek noktaya gelmişti. Şimdi , Polonyalılar tarafından restore ediliyor. Tapınak dışında etkileyici duvar resimleri var. Bana , yıllardır Haçepsut ( H atchepsuth ) ismi , iktidar hırsını , Katerina’yı , Habsburg Hanedanından Maria Theresa ‘ yı anımsatır.

Karnak Tapınağı , etkileyici azameti , dev sütunları ile sarıp sarmalıyor insanı. Aradan , onlarca yüzyıl geçmesine rağmen , bu medeniyetin torunları ile mi karşılaşıyorum , Karnak Tapınağının sütunlarının çiş kokan gölgelerinde diye düşünmeden yapamıyorum.Gerçi , bizlerde , Osmanlı torunları olarak , pek atalarımızın eserlerine saygı gösterdiğimizi söyleyemeyiz. Sultanahmet Meydanında bulunan , Hiyeroglifli dikilitaş’ın kardeşi de burada. İ.Ö 1550 III. Tutmosis tarafından , zaferlerinin anısına yapılan ve üzerinde Tanrı Amon-Ra’ya sunulan kurbanları anlatan dikilitaş , bölge Romalıların eline geçince , kırılıp , dökülerek , İstanbul’a getirilmiş ve 390 yılında şimdiki kaidesi üzerine dikilmiş.

Mısır inancında bok böceğinin bereket ve mutluluk getireceğine inanılır. Rehberin bu bilgisi üzerine , hemen herkes , bir köşede duran bok böcüğinğn etrafında üçer tur atarak , tavaf eylediler , taleplerini ilettiler.

Pazarlama atraksiyonları faslında da, büyük bir mağazaya soktular bizi. Papirus kağıdının yapım aşamaları , filan derken , elimde üç papirus tablo ile çıkıyordum mağazadan. Bir Ankh , bir ölüm yolculuğu gemisi ve eşimin balık burcunu simgeleyen figür.

Gün bitmek üzere , otobüs Hurghada’ya doğru yola koyuldu. Biz , gezerken , şöförümüz dinlenmiş olmalı , yine aynı direksiyon cambazlıkları ile otelimiz Fort Arabesk ‘ e kazasız belasız getirdi .

Mısır tarihi , bitip tükenmez bir umman , ben de bugün umman hakkında , pek bir şey bilmediğimi anladım , Mısır ‘ ın ünlü birası Stella’ya sığındım

22.01.1999 ( HURGHADA - GİFTUN ADALARI )

Bugün , Hurghada’nın önlerinde yer alan küçük adalar topluluğuna Giftun Adalarına gidiyoruz. Teknelerin kalkacağı islelelere varmak için , büyük bir otelin bahçesinden geçiyoruz. Bakımlı bahçenin çimleri üzerinde papatyalar gibi , saçılmış peçeteler gözüme çarpıyor . Yörede trurizm önce bu yörede başlamış anlaşılan , zira otel ve turistik tesisler daha mütevazi ve sevimli . Giderek , tüm sahilleri kaplayan , devasa bloklar oluşmuş ve hızla da oluşmakta. Tur organizatörleri ile tekne sorumlusu Araplar , bağırıp çağırmaya , sonra da , yandaki teknenin kamarasının içinde döğüşmeye başladılar. Bu gerginlikler esnasında da , tavuk gibi , kırk defa saydılar bizi. Bizim , yerel rehberimiz , sonunda , bir sandalyede çöktü kaldı uzun süre. Kızıldeniz tertemiz , mavi , zamanla sığlaşan sularının harika görüntüleri arasında ilk mola yerinde demirledik. Tekneden denize atlayanların tenlerindeki güneş yağı , bir anda denizin üzerinde , yağ tabakası oluşturdu. Ortalık yatıştıktan sonra , şnorkelle bir dalayım dedim , fakat sular hala , az önceki insanlardan yediği şoku atlatamamış olmalı , net görüntü vermiyor. Arap personel , yüzsüzce , mayolu , bikinili kadınlara sokulup , akıllarınca yarenlik etmeye çalışarak , abuk-sabuk gevezelikler yapıyorlar.

Tekne , mola yerinden hareket etmeden önce , Mısır’lı bir aileyi aldılar tekneye. Karı , koca , 3 çocuk , herhalde bir de kayınvaldenin ithali, tekneyi bayram yerine çevirdi. Çocukların boğuşma ve bağrışmaları , yedikleri çikolataları minderlere , hatta kadınların mayolarına bulaştırmalarına rağmen , ebeveynlerinin ikazına uğramadılar.Geleneksel Arap vurdumduymazlığının tipik ölçüsü olmalı.

Yemek faslı başladı. Bir tabak pilavın üzerinde bir balık kuyruğu düşmüş benim kısmetime. Ömrümde ilk defa karşılaştığım , pilav- balık kombinasyonunu reddederek , pilava yumuldum sadece. Şövenizm burada da kendini gösterdi , Arap aileyi , tepeleme porsiyonlarla yemeğe boğdu , mürettebat.

Başka bir yere ulaşmak üzereydik ki ; kadınlardan bir çığlık yükseldi. Denizin üzerinde iri iri insan pislikleri yüzüyor . Önce gelen teknedekiler , henüz farkında değiller , bunların aralarında yüzdüklerinin. Neyse , kaptan uzaklaşıp , daha sakin bir yere demirliyor. Sabahtan beri , mercan kayalarını görür , dalar , keyifle seyreylerim diyorum , ama yok. Çıplak adalar , denize iniyor doğrudan.

Hurghada önlerinde , denizin içindeki bir fenerin yakınlarında durdu tekne. Hava soğuduğu için , kimsenin denize girmeye niyeti yok , ben de fırsattan istifade dalarım diye düşünerek atladım , fenere kadar yüzdüm , ama yine mercan kayası göremedim. Tekne demirlemediği için , yavaş da olsa sürükleniyor.Canım çıktı dönüşte yüzerek tekneye binmek için.

Akşam , pek istemesem de , “Alf Leila Wa Leila “ isimli eğlence kompleksine götürüyorlar. Çok büyük , kapsamlı , binbir gece masallarını anımsatan bir atmosferde , uçan halı , Cleopatra ve dans eden atlar animasyonlarını izleyip , bizi toparlıyor ve otele getiriyorlar.

23.01.1999 ( HURGHADA - KAHİRE )

Saat 01.15 ‘de uyandırılıyoruz yine. Bugün hayli uzun yolumuz var. Saat 03.00 ‘de yola çıkabiliyoruz. Herkes uykuya devam ediyor , kaldığı yerden.Ben , bir şeyler görürüm umuduyla ; gözlerim fıldır fıldır . Hurghada’nın kuzeyine tırmanırken , rüzgar santraları görüyorum. Zafaran’ı geçiyoruz. Sağımızda , Süveyş Körfezi boyunca ilerliyoruz. Molalar , tuvalet kuyrukları , nargile kokuları , hiçbir kurala uymayan şöförün , dümdüz uzanan yolda , viraja girerken o yöne sinyal vermesi gibi enstantaneler arasında ilerliyor , Abu Darag deniz fenerini geçiyoruz.İsrail milislerinin bir gecede , Mısır topraklarına girip , radarları , anten tesislerini söktüklerini hatırlıyorum. Bitmek tükenmez hırsların , kavgaların süregeldiği topraklar , Yahudilerin ulus olma süreçlerinin başladığı topraklar , daha nice kanlı kapışmalara sahne olacak diye düşünmeden yapamıyorum. El Sakna’dan sonra Süveyş Kanalı ile yollarımız ayrılıyor ve Kahire’ye doğru , batı yönünde gidiyoruz. Kahire’ye yaklaştıkça , sanayi tesisleri , çimento fabrikaları başlıyor. Küçük bir kulübenin yanında , üzerindeki entariyi sıyırıp , çömelmiş , yaşlı bir Arap , önünde akan trafiğe aldırmadan , bir eliyle kavradığı küçük ibriğine abanarak , hacetini görüyor. Kahire , günün telaşına başlamış bile. Elbette ; 17 milyon nüfuslu , ülkenin güneyinden devamlı göç alan , alt yapı sorunları altında ezilmiş bu şehir , miskin bir hayat tarzını bağışlamıyor. Sabahın erken saatlerinde , bir yerlere gitme telaşındaki insanların yüz ifadelerini inceliyorum , dalgın , çökmüş ve yorgun görünüyorlar. Kahire Müzesinin bulunduğu Tahrir Meydanında trafik kilitleniyor. Çelişkiler şehri Kahire , bir yanda çok uluslu şirketlerin gökdelenleri , diğer yanda Nil nehri üzerinde akıp giden poşet ve çöp yığınları ile.

Bayram tatili olduğu için , Kahire , diğer şehir ve Arap ülkelerinden de turist almış olmalı. Kahire Müzesi korkunç kalabalık.Rehber , ikide bir , kaybolmamak için , gruptan ayrılmamak gerektiğin ikaz ediyor. Müzede , ancak , İngiliz , Fransız , Osmanlı hatta Roma yağmalamalarından geriye kalan eserler sergileniyor. Tutankamon Mumyası , antik Mısır objeleri , lahitler , insanı zaman tünelinin ta diplerine götürüp bırakıyor.

Giza’ya piramitler grubunun bulunduğu bölgeye giderken , rehber parfüm imal ve satışı yapılan büyük bir binaya sokuyor kafileyi yine. Ben , Arap’ların genetik ticaret yeteneklerini merak ettiğim için , ilgi ile dinliyorum görevlileri. Neticeyi merek ettiğim için , hiç ilgim olmadığı halde , bir parfüme talip oluyor gözüküyor.Uçuk bir fiyat istiyor. İlerliyorum , ta otobüse adam göndererek , istediğim fiyatı kabul ettiğini bildiriyor. Evet , genetik ticaret mantıkları dumura uğramamış , bu coğrafya insanlarının.

Kahire’nin dışına çıkarak , Giza bölgesine geliyoruz. Çölün ortasındayız , ancak , kumdan çok , toz var ortalıkta. Kumlara yayılmış piknik yapan Arap aileler , saf tutup namaz kılanlar , üç kağıtçılar , fotoğraf çekme bahanesi ile makineyi alıp kaçanlar , deve turu yaptıranlar , deve fotoğrafı çektirenler. Bir karmaşa içinde şaşırıp bunalıyor insanlar , neden sonra sakinleşince , yanı başlarındaki Keops , Kefren ve Mikerinos’un azametinin farkına varabiliyorlar. Piramitler , ilk okul kitaplarından bu yana hep düşündürmüştür beni , 1973 yılında da , Erich Von Daniken’in “ Tanrıların Arabaları “ kitabı ile , onulmaz şüpheler girdabına sürüklemiştir. Antik Mısır’ın gizleri btmez. Ancak ; Keops piramidinin çevresini , yüksekliğinin iki katına böldüğümüz zaman , büyük bir hassasiyetle ( pi ) sayısını vermesi , iç odalarda radar veya benzeri araçların kullanılamaması , piramitin ağırlığının 10 üzeri 15 değerinin dünyanın ağırlığına eşit olması , Tutankamon’un mezar odasından çıkarıldıktan sonra , vadiyi koyu bulutların kaplaması , mezarı bulanların tümünün esrarengiz ölümler , yz yıllardır , scincefinction meraklılarına , bitip tükenmez malzemeler oluşturmaktadır.

Hele , yüzü Doğu’ya bakarak , gün doğumlarında Güneş Tanrısı Ra’yı selamlayan , 73 m. uzunluğunda , 20 m. yüksekliğinde , yüz genişliği 5m. olan Giza Sfenk’sinin sonu gelmez gizleri çözülmeyi beklemektedir, Belki de ; Antik Mısır’ın gizleri çözülemeden , birileri yaşadığımız dünyayı resetleyecek ve bizleri bu dertlerden kurtaracaklardır , kimbilir ?

Kaosun içinde bunalmaktansa , otobüs parkının sessizliğinde piramitleri ve sfenksi izleyip fotoğraflamayı tercih ediyorum. Piramitlerin içine girmedim , anlaşılmaz alerji ve enfeksiyon oluştuğuna dair duyumlar almıştım.

Rehberler , program aralarına reklam filmi sokar gibi , bizleri de , arada , para harcamamız , harcadığımız paraların onlar adına komisyona dönüşmesi için , mağazalara sokuyorlar. Hayli iddialı bir hediyelik eşya mağazasındayız , şimdi de. Eşimi , bu ticaretten uzak tutma becerisini , az hasarlarla da olsa gösteriyorum.

Kahire’den Hurghada’ya 7.5 saatlik yolumuz var.Akşamın uykusuzluğu , günün dinamizmi , otobüste çıt çıkmaması şeklinde tezahür ediyor.

24.01.1999 ( HURGHADA - İSTANBUL )

En çok arzu ettiğim , o ölçüde de , hayal kırıklığına uğramaktan korktuğum , denizaltı ile gezinti turu var bugün. Hurghada’ya ilk geldiğim saatlerde , otelin hemen önündeki denizde gördüklerime , başka yerde rastlayamadım henüz. Zaman zaman , otel yönetiminin tanzim ettiği bir platoya hayran kaldığım tereddütleri oluşmuyor değil. Denizaltı güzergahının trafiğinde , bakir mercan kayaları göremeyeceğim endişesi buradan kaynaklanıyor. Sinbad adı verilen denizaltı Finlandiya’da yapılmış. Suyun 22 m. altına inebiliyor. Geniş camların önünde oturarak , deniz dibini temaşa etmek mümkün. Ne var ki; endişelerimde yanılmıyorum.Aynı hat üzerinde, mekik dokuyan denizaltı , etrafında değil mercan , kaya bile yok. Doğallık yerini , güzergah boyunca oluşturulmuş , hazine sandıkları dipte yatan korsan cesetlerinden oluşmuş , çocuksa senaryolara bırakmış. Kısa gezi bitiyor , iskeleden çıkıyor , ilk defa da kafileden ayrılıyoruz. Satıcılar , sanki paralayacaklar bir şeyler satmak için , eşimi sıkı bir şekilde muhasaraya alıyorum , kaptırmamak uğruna. Bir mağazadan , Tutankamon’un ve Antik Mısır mitlerinin objelerinin biblolarından alıyorum. Bir minibüs kiralayarak otele dönüyorum. Hain, serin rüzgar esiyor , ama ; ben hedefini biliyorum mercan kayalarının üzerindeki anemonlar , anellidalar ile son kez hem hal olmak için , yine titreme pahasına cennetime dalıyorum.

Akşam üzeri toparlanıp , havaalanına transfer oluyoruz. Kalkış saatine kadar , buradaki kitapçıda oyalanıyor , bana , bu geziyi , ulaştıklarımı , ulaşamadıklarımı hatırlatacak iki , güzel kitap alıyorum. Uçak yine dolu , yine gürültülü . İniyoruz , bavulları bekleme seremonisinden sonra , herkes taksi kapma derdine düşüyor. Bir kaç gün içinde kurulan dostluklar , nedense , taksi kapma , en önde gitme gibi ilkelliklerle eriyip , tuz-buz oluveriyor.

Kaldığım otel; Fort Arabesque Hotel Safaga Road , Abu Makhadeg Bay Hurghada

Gezi toplam harcaması ; 1700 $

 
Toplam blog
: 80
: 6572
Kayıt tarihi
: 04.03.07
 
 

Hayatın anlamı; anlamlı yaşamaktır. ..