Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ekim '13

 
Kategori
Siyaset
 

CHP dosyasını açıyoruz. CHP’yi İttihatçılar, İttihat-Terakki'yi Emanuel Karasu mu kurdu (4)

CHP dosyasını açıyoruz. CHP’yi İttihatçılar, İttihat-Terakki'yi Emanuel Karasu mu kurdu (4)
 

İngiliz elçi'nin çekilen arabasının benzeri bu olsa gerek


İngiliz elçinin arabasının koşumları çıkararak, kendilerini atların yerine koşan ve elçiyi taşıyanları, anlayışlarıyla öğrenmek gerek. (1) Bunları bilmeden tarihimizi doğru öğrenmek mümkün değildir.

Bu arada arabası çekilen İngiliz büyükelçi Lowther, olup bitenlere çok şaşırır ve Jön Türkleri, (*)

-“Politik tecrübeden yoksun, aralarında birlik bulunmayan iyi niyetli çocuklar topluluğu” (2) olarak nitelendirir.

...

Bir olayda içerisinde bulunan son noktayı doğru olarak değerlendirebilmek için, yaşanan süreçleri çok detaylı olarak öğrenebilmekle mümkündür. Bu nedenle, biraz geriye gidiyoruz.

Gidiyoruz ki,

Yaşananlar; Akıllısının aklına ibret, delisinin deliliğine bereket olsun!

Önce İttihat ve Terakki’yi kuran ( ve parası ile) destekleyen EMANUEL KARASU’yu tanıyalım;

2. Abdülhamit tahtından indirilmiş ve Selanik’e sürülmüştür. 2. Abdülhamid’in tahtından inmesi için tebliğe gidenlerin arasında, Selanik Mebusu (Yahudi) Emanuel Karasu’da vardır. Sabık Sultan yanında bulunan (büyük ihtimalle Teşkilat-ı Mahsusa bugünkü MİT elemanı) Yüzbaşıya yaşadıklarını anlatmaktadır.

“EMANUEL KARASU - ABDÜLHAMİD HİKAYESİ

Süvari Yüzbaşısı Debreli Zünnun Abdülhamit’ten nakille şunu da anlatmıştı:

“Bana en çok dokunan, bu mason taslağı Yahudi’nin olmuştur. Yıldız’a gelen mebuslar heyetinde Emanuel Karasu’yu hiç unutamıyorum. Bu suretle Makam-ı Hilafete hakaret edilmiştir. Yahudilerin, Hazreti Peygamber zamanından beri sadr-ı İslam’a ve Makam-ı Hilafete karşı duydukları kin ve nefret cümlenin malûmudur. Ben Osmanlı tahtında iken, Siyonistlik davası için bir gün huzuruma beynelmilel Yahudi teşkilâtının kurucusu Teodor Hertzel ile Hahambaşı gelmişlerdi. Bunları Yıldız Sarayı’nda kabul etmiş ve maksatlarını dinlemiştim. Her ikisi Yahudiler için bir yurt dileğinde idiler Bunun için de Kudüs’ü gösteriyorlardı. Hatta utanmadan o Teodor Hertzel: ‘Zat-ı Haşmetpenahileri’ne arzederim ki, Kudüs için her kaç milyon altın tensib buyurursanız, derhal takdime amadeyiz,’ demez mi? Kan beynime sıçramıştı. Düşün ki Yüzbaşı, makam-ı saltanatımıza bu iki Yahudi, rüşvet teklifi cesaretinde bulunmuşlardı.

-“Terk etsin burayı, vatan para ile satılmaz,’ diye bağırmıştım.

İşte bundan sonra Yahudiler, bana düşman oldular. Şimdi burada Selanik’te çektiklerim, Yahudilere yurt göstermeyişimin cezasıdır.” (3)

Anlaşılması adına konuyu biraz daha açıyoruz;

...Herzl, o günün Yahudi Hahamı Moşe Levi ile birlikte bir heyet halinde Yıldız Sarayı’nda Sultan Hamit’in huzuruna çıktılar. Filistin topraklarında yerleşmeleri için ‘hak-i payınıza yüz sürerek… Ferman-ı Hümayunlarına bir mukabele-i şükran olmak üzere beş milyon altın hediyelerinin lütfen kabul buyrulmasını arz ve istirham eyleriz,’ diye Sultan Hamit’e rüşvet teklifinde bulunmuşlardı… Sultan Abdülhamit bunları sükûnetle dinledikten sonra huzurundan defolup gitmeleri için mabeyincisine emir vermiş, derhal dikte ettirdiği bir fermanla Yahudilerin Filistin’e hicretlerini men etmişti. (4)

 ‘’18 Mayıs 1901 tarihide ‘Arminius Vambery’ adlı Macar Yahudisi Filistin satın almak için Sultan Hamit’e muazzam bir meblağ teklif etmiş ve derhal Saray’dan kovulmuştur 23 Temmuz 1902 tarihinde Theodor Herzl Filistislin’i Padişahtan istemiş. Sultan da Memalik-i Şahane’nin her yerinde Yahudilerin ikamet etmekte olduklarını, eğer İsrailoğullarının yeryüzünde barınacak bir yerleri yoksa, Türklüğün asaletine iltica ediyorlarsa, Irak, Suriye, Hatta Anadolu’da bile oturabileceklerini fakat Yahudilerin ‘Filistin’e yerleşmelerinin mevzu-u bahis olamayacağını bildirmesi üzerine Sultan Hamit’e 5 milyon altın teklif etmiş, derhal huzurdan kovulmuştur.” (5)

...

 Yahudiler bir müddet sonra

"Toplanıp tekrar bir kongre yaptılar ve şu karara vardılar: Siyasî mücadele yolları ile Sultan Hamit’i tahtından düşürüp işi başarmak...

..‘ilk iş Emanuel Karasu’nun İttihatçılara verdiği para ile başlar. Emanuel  Karasu, İtalyan Bankası’ndan aldığı 400.000 liralık altınları dört teneke içerisinde Mitroviçalı Necip Draga isminde zengin bir adama vermiş ve o da bu parayı İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bir uzvu olan merhum Eyüp Sabri Bey’e (Çorum Mebusu) verdi. Bu para 31 Mart’ın yaratılmasına sarf edildi.(6)

Emanuel Karasu, müteaddit defalar, ‘Sultan Hamit’e 5 milyon altına yaptıramadığımız işi biz İttihatçılara 400.000 liraya yaptırdık,’ diye övünmüştür.’ (7)

“Selanik’te ‘Rizorta’ Farmason locasının oynadığı roller çok mühimdi. Çünkü bu locanın başında Karasu vardı. “

...

 “Selanik’te Posta İdaresi Başkâtibi Rifat Bey vefat etti, Talât Efendi başkâtipliğe tayin edildi,

"...Selanik’te Masonlar, Talât Bey’i içlerine alıp Mason yaptılar Masonluğun birkaç derecesine terfi ettirip kendisine derhal 10 İngiliz Lirası aylık tahsis etti. Bu işleri organize eden, Makedonya Rizorta locasının üstadı olan Emanuel Karasu idi. Yardımda daha ileri gitti. Zihneli Said Bey ismindeki zât ile Frenk mahallesinde bir handa avukat yazıhanesi açarak Talât Bey’i de bu işe iştirak ettirip avucunun içine aldı. “ (8)

Geçen zaman içerisinde şartlar olgunlaştırılr ve (düzmece) 31 Mart Vaka'sı gerçekleştirilir...

“Rıza Tevfik Bey’in 31 Mart günlerinde mahkeme huzurunda söylediği şayan-ı dikkat sözler:

"...Hâkim Bey, Allah bizi affetsin, günahımız çok büyüktür 31 Mart uydurma ihtilâli hazırlandığı zaman ben Talât Bey’e bundan tevakki (sakınma) edilmesi lazım geldiğini söyledim. Beyhude yere kardeş kanının dökülmesinin ne büyük Cinayet olduğunu anlattım. Bunun fena aksülameller doğuracağını da hatırlattım.

Aldığım cevap şu oldu:

-‘Ne yapalım Rıza Bey, Cemiyet’in paraya ihtiyacı var, bu ihtiyacı ancak Yıldız Sarayı’nın zenginliği ve oradaki hazine karşılayabilir’

İmparatorluğu parçalatan kuvvet, şimdi katiyetle söyleyebiliriz ki, Siyonizm ve şer vasıtası olan İttihatçı Masonlardır.   

Çünkü İngiltere, ‘hilafetin lağvını’ ve İmparatorluğun çökmesini istiyor. İttihat ve Terakki Cemiyeti de Yıldız Sarayındaki hazineyi yağma etmek istiyor, bunun için bir ihtilâl lazım, o da 31 Mart.

...

 “Birçok müzakerelerden sonra şu karara varıldı: Meşrutiyetin ilanında olduğu gibi, askerî bir isyan tertip edilecek, fırsattan istifade Yıldız’daki servete el konacak. Padişahın Viyana bankalarındaki altınlarına da zorla muvafakati alınıp, bunlarla memleketin muhtaç bulunduğu askerî, idarî tenkisat yapılıp memleket gülistanlık olacak.

Hazırlanan plan gereğince askeri isyanın tatbikinde işe hocaların da karıştırılması, taassubu körükleme bakımından müessir olacağı için onların da bu işte maşa olarak kullanılması derpiş edildi.       

...

31 Mart faciası Taşkışla’da başlamış ve orada söndürülmüştür Avcı taburlarının belki on misli Taşkışla’da hassa efradı vardı.

1325 (1909) senesi Mart ayının 12. Cuma (takvime göre Perşembe’ye denk geliyor. C.Y.) günü her zaman olduğu gibi askerleri Cuma selamlığına götürmüştük. Avdette Taşkışla’ya geldiğimizde her koğuşta sarıklı sakallı birtakım hocalar bulduk. Bunların selamlığa gitmeyip kışlada kalmış olan erata vaaz verdiklerini gördük. Sebebini sorduk, hassa ordusu kumandanlığının emri ile askerlere dini öğütler vereceklerini söylediler.

 “Burada dikkate değer bir nokta var: Bu emirden kışlada mesul kumandanların hiç haberleri yoktu. Nizamiye kapılarındaki nöbetçiler emirsiz kuş bile uçurmazken, bu hocaların girip çıkmaları mürettep facianın çok ustaca tertiplendiğinin en bariz delilidir

Kimin verdiği belli olmayan bir emirle marş çalınıyor Yine borazan, acı acı her bölüm adile toplanma borusu çalıyor, kışlanın askerleri kışla avlusunda toplanıyor... Yine borazan ‘Paşa geldi’ borusu çalıyor, ‘Hazır ol, selâm dur! Kumandası veriliyor, önde bir paşa, maiyetindeki zabitlerle beraber avluya geldiler Heyet ihtiram vaziyeti aldı. Padişahın marşı çalındı, erat ‘Padişahım çok yaşa” diye bağırdılar, ‘Rahat dur!’ kumandası verildi. Paşa askerlere hitaben Şevketlü Padişahımız Efendimizin Ferman-ı Hümayunlarını okuyacağını, bunu can kulağı ile dinlemelerini söyledi. “

“Matbaada yaldızla basılmış, üzerinde Padişahın büyük tuğrası bulunan fermanı ‘paşa’ okumaya başladı. Bizler yakınında olduğumuzdan fermanı görüyor ve gayet vazıh duyuyorduk. Bu fermanda özet olarak şöyle deniliyordu:

"...irade ediyorum, düşmanla çarpışırken onları daha iyi görebilmeniz için yeni bir başlık giyeceksiniz, bunda dinî hiçbir mahzur olmadığına dair şeyhülîslam’dan fetvasını da aldım, ulü’l-emre itaat vaciptir

Paşa bir paketten yeni bir başlık çıkardı, bu başlık Enveriyye biçiminde önü siperli bir başlıktı. Paşa başındaki fesi çıkarıp yeni başlığı giydi, mızıka bir marş çaldı, erat paşanın önünden merasimle geçtiler Merasim bitince heyet çekilip gitti.

Fermanın başında bütün paralarda görülen Padişahın tuğra-yı hümayunu, altında da Halife-i Müslimîn Sultan Abdülhamit’in imzası vardı.”

 “Meğer fermanı okuyan paşa ve maiyetindeki zabitler, sahte üniforma giydirilmiş isyanı hazırlayan ve tertipleyen mühim şahsiyetlerdi. İçlerinde Cemiyet’ten tanıdığım Bahaeddin Şakir, Mithat Şükrü Bey’lerle Ömer Naci Bey vardı.

Fermanı okuyan bir ‘paşa’ydı, bu fermanın sahte olup suni bir isyan maksadi ile tertiplenmiş olduğu akla gelmezdi.

“Fakat o günün dinî taassup ve inançlarına göre Müslüman’a şapka giydirmek barut fıçısına ateş atmak gibi bir şeydi.’ (9)

...

Şimdi konumuza tekrar dönüyor ve bir akademisyen gözü ile “Halk Fırka”sının üzerine inşa edildiği Kuvayı Milliye cemiyeti'ne anlamaya çalışıyoruz.

“...Devleti savaşa sürükleyerek dağılmanın eşiğine getirmekle suçlanan İttihat ve Terakki Partisi’nin önde gelen kişileri yurt dışına kaçıyor, kalanlar partinin feshini kararlaştırıyordu. Böylece yıllardan beri ülke yönetiminde egemen olan İttihat ve Terakki Partisinin açık siyasal işlevi de sona erdiriliyordu. Bu durumdan yararlanan İttihat Terakki karşıtları devlet aygıtlarına kendi yandaşlarını yerleştirirken, azınlık unsurları da özlemini çektikleri, kendilerine yakın hissettikleri bir devletle birleşme ya da ayrı bağımsız devletlerini kurma çalışmalarını başlatıyorlardı. (10) Yazının devamını aşağıda okuyabilirsiniz.)

www.canmehmet.com 

Devam edecek...

-Jön Türkler’den İttihat-Terakki’ye; Halk Fırkası’ndan Cumhuriyet Halk Partisi’ne,

-Ve Mustafa Kemal Paşa’nın Masonluk ve İttihatçılarla ilişkisi

Resim; http://www.africanseer.com/world/9789-earl_spencer_makes_21m_selling_off_family_jewels_through_christi.html

Açıklamalar;

(*) Jön Türkler ve İttihatçılar hakkında düşünür ve tarihçilerin yorumları;

Profesör Hikmet Özdemir; “Bir siyasi tavır ve okul olarak İttihat ve Terakki bir vatanseverler hareketidir. Bilindiği gibi İttihat ve Terakki 1789 Fransız İhtilali’nin etkisindedir. Bir bakıma onların dönemi 1839'dan beri sürdürülen Osmanlı Yenileşmesi’nin son evresidir fakat çok dramatik bir gerçektir ki, İttihat ve Terakki Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş sürecini hızlandırmıştır.

Bununla birlikte Balkan Savaşı’nda, Trablusgarp’ta ve Dünya Savaşı’nda vatan toprakları için İttihat ve Terakki’nin önderleri ve kadroları gözlerini kırpmadan hayatlarını ortaya koymuşlardır ve canlarını vermişlerdir. 1920’de Sevr Antlaşması’yla birlikte Balkan ve Dünya savaşlarının kahramanlar kuşağından sağ kalabilenler bu defa Atatürk’ün önderliğinde Türk İstiklal Savaşı’na katılmışlar Türk ulusunun milli devletinin Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda ve inşasında aktif görevler üstlenmişlerdir" .

-“Profesör Sina Akşin ise İttihatçıları şöyle anlatmıştır;

-“İttihat ve Terakki mekteplilerin siyasal örgütüydü. Sözü edilen mektepler 1827’de açılan Tıbbiye, 1834’te açılan Harbiye ve 1859'da açılan Mülkiye’dir. Bu okullarda ilk kez çokça denebilecek sayıda, düzenli olarak yeni adamlar yetişmeye başladı. Yeni adam demek çağcıl (modern) adam demekti. Yani ortaçağcıl olmayan özgür kafalı insanlar. Bu insanlar böyle bir dönüşümden sonra topluma bir ölçüde yabancılaşmış oluyorlardı. Başta onları yetiştiren devlet kendilerini bağrına basmıyordu. Fakat devlet onlara gereksinimi olduğunu bildiği için yine de onları yetiştirmek, yetişince onlara belirli görevler vermek zorunluluğunu duyuyordu. Çünkü batmakta olan imparatorluğun ancak onların çatışmalarıyla ayakta kalabileceğinin farkındaydı. Devlet kerhen de olsa onlara tahammül etmek durumundaydı”

Profesör Metin Heper ise Jön Türk hareketi ve İttihat ve Terakki ile başlayan Türk milliyetçiliğini şöyle izah ediyordu; “Osmanlı Padişahlarının önce Osmanlılığa sonra Osmanlı-İslamcılığa sarılarak imparatorluğun bütün unsurlarını hanedanlık şemsiyesi altında tutmak için gösterdikleri büyük çabalara karşın, gayrimüslim unsurlar Osmanlıcılık, Türk olmayan Müslümanlar da Osmanlı-İslamcılık formülünü reddettiler. Bu nedenle ülkeyi dağılmaktan kurtarma sorumluluğu geri kalan Türklerin omuzlarına yüklendi. Bu durum Türkler arasında daha önce bulunmayan bir ulusal bilinç duygusunun geliştirilmesini zorunlu kıldı. Ulusal bilinçten kaynaklanan ulusal birliğin Türkleri bir arada tutabileceği ve böylece imparatorluğun artakalan topraklarını savunabilecekleri düşünüldü” .

“..Jön Türkler ve İttihat ve Terakki hareketleri üzerine derinlemesine araştırmalar yapan Erik-Jan Zürcher’in de açıklıkla belirttiği gibi Kemalist Devrim’in Altı Ok’unu oluşturan ilkelerin temelleri devrimden on yıllar öncesinde atılmaya başlamıştır. Mesela zaten Türk toplumsal yaşantısına yabancı olmayan ancak Osmanlı İmparatorluğu döneminde kısmen gölgelenen laiklik akımının yeniden oluşması ve güçlenmesinde Ahmet Rıza, Abdullah Cevdet ve Ziya Gökalp gibi aydınların büyük katkıları olmuştur . Türk milliyetçiliği ise Kemalist Devrim öncesinde özellikle elitler arasında oldukça gelişmiş ve kendini güçlü bir şekilde ortaya koymuş bir akımdır. İsmail Gaspıralı, Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp gibi düşünürler Kemalist milliyetçiliğin resmen kabulünden çok önce onun temel motiflerini eserlerinde kullanmışlardır. Devrimcilik veya İnkılapçılık ilkesi; Kemalist ideolojide İttihat ve Terakki komitacı devrimciliğinin ötesinde bir anlam kazansa da, İttihatçıların reformizminden fazlasıyla etkilenmiştir . İttihatçıların Fransız pozitivizmi etkisinde oluşturdukları Halkçılık ilkesi ve Devletçilik anlayışı da muğlaklığına rağmen Kemalist Devrim’e önemli ölçüde ilham kaynağı olmuştur...

“...Cumhuriyet Halk Partisi ve Türkiye’nin modernleşmesini incelemek isteyenlerin muhakkak ki öncelikle Jön Türkler ve İttihat ve Terakki geleneğini incelemeleri ve Kemalizm’in doğuşunu ve sınıfsal kökenlerini bu dönemde aramaları gerekmektedir...” Yazının tamamı için bakınız; http://ydemokrat.blogspot.com/2009/11/jon-turkler-ve-ittihat-ve-terakki.html

Kaynaklar;

(1 ve 2) Jön Türklerin İngiliz Büyükelçisinin Arabasını Çekişleri; Jön Türklerin İngiliz muhabbeti yüzünden sergiledikleri bir diğer çirkin davranış da, 31 Temmuz 1908’de ülkesinden İstanbul’a dönen İngiliz Büyükelçisi Lowther, trenle Sirkeci garına gelince, burada onun arabasının atlarını çıkararak onların yerine kendileri koşan Jön Türklerin arabayı Beyoğlu’ndaki İngiliz Büyükelçiliğine kadar çekmeleri olmuştu. Temmuz 1908 Jön Türk ihtilali sonucu, bu ihtilali bastıramayan Sultan II. Abdülhamid, basına bir ilan vererek 24 Temmuz 1908’de Meşrutiyeti yeniden ilan etmek zorunda kalmış, ardından İstanbul’da şenlikler başlamıştı. Bu şenlikler sırasında yukarıdaki araba çekme olayı yanında, bir kısım Jön Türklerin de İngiliz Büyükelçiliğe tezahürat yapmaları bir diğer çirkinlikleri olmuştu. Araba çeken Jön Türklerden Ahmet İhsan’ın hatıralarında yazdıkları: “1908 Temmuzunun 23. Günü İstanbul’da bulunmayan İngiliz Sefiri Lowther’in şehrimize döndüğü zaman Sirkeci istasyonunu baştanbaşa doldurmuştuk. Büyükelçiyi candan ve gönülden alkışlıyorduk. Nihayet coşkun gençler Büyükelçinin arabasını çeken atları söktüler, arabayı kendi kollarıyla çektilerdi. Bu fıkrayı yazmaktan maksadım. Meşrutiyetin ilanına kadar Türk aydınlarının siyasi meylini ve düşüncesini göstermek içindir.” (Ahmet İhsan, Matbuat Hatıralarım, C. I,  Ahmet İhsan Matbaası, İstanbul, 1932, s.33 ) büyükelçi Lowther. Olup bitenlere çok şaşırmış, Jön Türkleri “Politik tecrübeden yoksun, aralarında birlik bulunmayan iyi niyetli çocuklar topluluğu” olarak nitelendirmişti. (M. K. Anderson, The Eastern Question, Macmillan Company, New York, 1966, Sahife;276 )

Almanların Çirkin Teklifi: Gençleriniz Bizim Büyükelçisinin de Arabasını Çeksinler

“Meşrutiyetin ilan edildiği günlerde Alman Büyükelçisi Baron Biberştayn da İstanbul’da değildi. Büyükelçi Almanya’dan dönmeden önce Alman Büyükelçiliği Baştercümanı Osmanlı Hariciye Nezaretine gelerek. Büyükelçileri Sirkeci garına gelince gençlerin onun arabasına da çekmelerini istedi. Hariciye Nazırı Tevfik Paşa ona verdiği cevapta, İngiliz Büyükelçisinin arabasını gençlerin, kendisinin teşviki olmadan kendi istekleri ile çektiklerini, gençlerin isterlerse Biberştayn’ın da  arabasını çekebileceklerini söyledi. Büyükelçi gelince arabasını çeken olmadı. Büyükelçiyi yalnızca küçük bir meraklı topluluğu seyretti. (Galip Kemali Söylemezoğlu, Hariciye Hizmetinde Otuz Sene, C. X Maarif Basımevi, İstanbul, 1955, s. 128)  (Alıntı; GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE TARİHİMİZİN ARKA BAHÇESİ, Süleyman KOCABAŞ, Sahife, 13-14 Dipnotları)

(3) Hüsamettin Ertürk, “İki Devrin Perde Arkası”, sahife, 45; “Osmanlının tasfiyesi”, Cengiz Yazoğlu, sahife, 242

(4) Mustafa Turan, Taşkışlada 31 Mart Faciası, Akyurt Neşriyatı, İstanbul 1964, s.10

(5) Age, s.10; (Dipnot; Israel Kohen, The Zionist Movement, Frederik Muller, Londra, 1945, s.77.)

(6) Age, s.13;

(7) Osmanlının Tasfiyesi, Cengiz Yazoğlu, sahife.150

(8) A.g.e. sahife, 150

(9) Mustafa Turan, Taşkışlada 31 Mart Faciası, Akyurt Neşriyatı, İstanbul 1964,  sahife, 63

(10) Yrd. Doç. Dr. İhsan Güneş, http://atam.gov.tr/mudafaa-i-hukuk-cemiyetinden-halk-firkasina-gecis/ Savaşın galibi kimi devletlerin söz ve davranışları, mütarekenin uygulanma biçimi bu unsurlara güç veriyordu. İşte bu ortamda asker ve sivil aydınların öncülüğünde, Wilson ilkelerinin Türklere tanıdığı haklardan, çağdaş milliyetçilik anlayışından daha ötesi millî haklardan yola çıkılarak, Osmanlı Devletinde yeni bir hareket başlatılmıştır. Hareketin içinde bulunan kişilerin kültür düzeylerine, siyasî görüşlerine, hareketin başlatıldığı bölgenin özelliklerine göre anlam kazanan bu hareket “Müdafaa-i Hukuk” hareketi idi. Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından bir ay sonra başlayan “Müdafaa-i Hukuk” hareketi, başlangıçtaki bölgesel niteliğini 1919 yılının ikinci yarısında bırakmaya başlamıştır. Karadeniz Bölgesiyle Doğu Anadolu’da kurulmuş olan Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin çabasıyla toplanan Erzurum Kongresi’nde Doğu Anadolu’daki cemiyetler “Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adı altında birleştirilmiştir. Batıdaki cemiyetler ise Balıkesir ve Alaşehir Kongreleriyle bir çatı altında toplanmaya çalışılmıştır2. Amasya Tamimi çerçevesinde toplanan Sivas Kongresi’nde ise ülkedeki “Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirilmiş”, cemiyetin kuruluş bildirisi cemiyetler kanunu gereğince Sivas Valiliğine bildirilerek, bu örgüte yasal-lık kazandırılmıştır. Dernekler yasası gereğince resmîlik kazanan örgüt bir bildiri yayınlamıştır. Bu bildiride Anadolu ve Rumeli’deki tüm “Müdafaa-i Hukuku Milliye”, “Millî ve Vatanî Cemiyetler” ve “Reddi İlhak Heyetleri’nin” “Hukuk-u milliye ve menafi-i Osmaniyeyi” savunmak üzere “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” (ARMHC) adı altında birleştikleri bildirilmektedir. Cemiyetin şimdilik idare merkezinin Sivas’ta olduğu, fakat ülkenin her yanında şubeler açacağı da vurgulanmaktadır. Müdafaa-i Hukuk cemiyetleriyle başlayan millî hareket, Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya geçmesinden sonra, onun desteğiyle, giderek güç kazanmıştır. Sivas Kongresi’nden sonra ise tüm millî hareketin odak noktasını Heyet-i Temsiliye dolayısıyla da Mustafa Kemal Paşa oluşturmuştur...”

(...)Devleti savaşa sürükleyerek dağılmanın eşiğine getirmekle suçlanan İttihat ve Terakki Partisi’nin önde gelen kişileri yurt dışına kaçıyor, kalanlar partinin feshini kararlaştırıyordu. Böylece yıllardan beri ülke yönetiminde egemen olan İttihat ve Terakki Partisinin açık siyasal işlevi de sona erdiriliyordu. Bu durumdan yararlanan İttihat Terakki karşıtları devlet aygıtlarına kendi yandaşlarını yerleştirirken, azınlık unsurları da özlemini çektikleri, kendilerine yakın hissettikleri bir devletle birleşme ya da ayrı bağımsız devletlerini kurma çalışmalarını başlatıyorlardı. Savaşın galibi kimi devletlerin söz ve davranışları, mütarekenin uygulanma biçimi bu unsurlara güç veriyordu. İşte bu ortamda asker ve sivil aydınların öncülüğünde, Wilson ilkelerinin Türklere tanıdığı haklardan, çağdaş milliyetçilik anlayışından daha ötesi millî haklardan yola çıkılarak, Osmanlı Devletinde yeni bir hareket başlatılmıştır. Hareketin içinde bulunan kişilerin kültür düzeylerine, siyasî görüşlerine, hareketin başlatıldığı bölgenin özelliklerine göre anlam kazanan bu hareket “Müdafaa-i Hukuk” hareketi idi. Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından bir ay sonra başlayan “Müdafaa-i Hukuk” hareketi, başlangıçtaki bölgesel niteliğini 1919 yılının ikinci yarısında bırakmaya başlamıştır. Karadeniz Bölgesiyle Doğu Anadolu’da kurulmuş olan Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin çabasıyla toplanan Erzurum Kongresi’nde Doğu Anadolu’daki cemiyetler “Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adı altında birleştirilmiştir. Batıdaki cemiyetler ise Balıkesir ve Alaşehir Kongreleriyle bir çatı altında toplanmaya çalışılmıştır. Amasya Tamimi çerçevesinde toplanan Sivas Kongresi’nde ise ülkedeki “Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirilmiş”, cemiyetin kuruluş bildirisi cemiyetler kanunu gereğince Sivas Valiliğine bildirilerek, bu örgüte yasallık kazandırılmıştır. Dernekler yasası gereğince resmîlik kazanan örgüt bir bildiri yayınlamıştır. Bu bildiride Anadolu ve Rumeli’deki tüm “Müdafaa-i Hukuku Milliye”, “Millî ve Vatanî Cemiyetler” ve “Reddi İlhak Heyetleri’nin” “Hukuk-u milliye ve menafi-i Osmaniyeyi” savunmak üzere “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” (ARMHC) adı altında birleştikleri bildirilmektedir. Cemiyetin şimdilik idare merkezinin Sivas’ta olduğu, fakat ülkenin her yanında şubeler açacağı da vurgulanmaktadır. Müdafaa-i Hukuk cemiyetleriyle başlayan millî hareket, Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya geçmesinden sonra, onun desteğiyle, giderek güç kazanmıştır. Sivas Kongresi’nden sonra ise tüm millî hareketin odak noktasını Heyet-i Temsiliye dolayısıyla da Mustafa Kemal Paşa oluşturmuştur.

 
Toplam blog
: 1117
: 1768
Kayıt tarihi
: 29.08.06
 
 

Ticari ilimler akademisindeki öğrenciliğim sırasında, bir kamu iktisâdi kuruluşunda başladığım ça..