- Kategori
- Anılar
Çiçek pasajı

Yetmişli yıllar... Yüksek öğrenim yılları... Okulda yatılıyım. Evimiz İstanbul’da ama ben yalnızca hafta sonları gidiyorum eve. Okulda kalıp ders çalışmayı yeğliyorum. Dersler oldukça ağır; bütün zamanımız derslikler ve kütüphane arasında geçiyor. Yemekhane ve yatakhane zamanlarımız ise en özgür olduğumuz zamanlar... Bu yoğunluk, bölümlere göre değişiyor tabii.. Açıkçası, bazen imreniyoruz diğer bazı bölümlerdeki arkadaşlarımıza. Gençlik var, gezip tozmak istiyoruz. Dünyaya ders çalışmaya mı geldik diye isyan ediyoruz.
Bir gün kantinde oturmuş çaylarımızı içerken bir arkadaşımız öneride bulundu: “Bu hafta sonu hep birlikte Çiçek Pasajı’na gidelim.” dedi. Hemen oracıkta kimlerin gideceği, kimlerin gitmeyeceği kararlaştırıldı. Yalnız pazartesi önemli bir sınav vardı, Çiçek Pasajı işi iki hafta sonraya ertelendi. Hafta sonları eve gidiyorum ya, ben ilkin çekimser kaldım. Sonra verdim kararımı..O hafta sonu bizimkilerle konuşup, bir hafta sonrası için eve gelemeyeceğimi söyleyecek, ben de arkadaşlara katılacaktım.
Kim bilir ne güzel bir gezme olacaktı.. Benim ailem de Antep’te, İzmir’de, Konya’da oturuyor olsaydı ya.. Bütün gezmeleri kaçırıyordum şu eve gitmeler yüzünden.. Kim bilir ne harika çiçekler vardı pasajda.. Renk renk.. boy boy çiçekler.. Mis kokulu...
*****
Yemekte konuyu açtım. Önümüzdeki hafta gelmeyecektim eve. Bir hafta sonu da arkadaşlarla gezmeye gidecektim, ne vardı ki bunda. Sordular... söyledim.. Otobüs, vapur, tünel, Beyoğlu.. ve Çiçek Pasajı.. Annem, babama baktı: “Ben karışmam, baban bilir” dedi. Babam “Tamam, gidersin...” dedi. Sevindim. İzin alınmıştı işte.. O çok sevdiğim çiçekleri görmek neyse de.. arkadaşlarımla bir hafta sonu gezmesi daha cazip geliyordu işte..
Okula dönme zamanı gelince babamla sözleştik. Fransızca yayınlar Hachette kitabevinde satılırdı hep. Yalnızca orada bulabileceğim bir kitaba ihtiyacım vardı. Biraz pahalıydı kitap. Babam o an için yeterli parasının olmadığını, haftaya cumartesi okula geleceğini, beni de alıp Hachette’e götüreceğini ve bana o kitabı alacağını söyledi. Daha sonra Karaköy'de beni vapura bindirip, kendi işine gücüne bakacaktı. Çiçek Pasajı işi ise, Pazar günüydü zaten.
*****
Cumartesi babam beni okuldan aldı, Beyoğlu, İstiklal Caddesi’ndeki Hachette’e götürdü. Kitabı aldık. Babamla işimiz bitmişti. Ben okula dönecektim, o da kendi yoluna gidecekti.
“Acıkmışsındır, sen okula dönmeden önce bir şeyler atıştıralım.”dedi.
“Olur, şu köşedeki büfeden tost alalım” dedim.
“Ben tost yemem, seni lokantaya götüreceğim” dedi.
“Ee götür o zaman baba, patron sensin” dedim.
Taksim anıtı yönüne doğru İstiklal caddesi boyunca yürüdük. Babam bir yerde durdu. İlginç bir mekan.. Aşağıya inen merdiven basamakları..
Gel arkamdan, diye işaret etti. Merdivenlerden indik. Bodrum katta bir kapı. Kapıdan girdik. Loş ışıklar.. Sigara dumanı.. Masalarda şair, yazar kılıklı adamlar.. Kiminin başında beresi, boynunda kaşkolu.. ufaktan demleniyorlar. Tank gibi şişman bir kadın, masaların arasında dolaşarak akordeon çalıyor. Çok hoş bir ezgi yayılıyor tavanı basık mekanın içinde. Birkaç hippi turist, yemeklerini yerken, fıçı biralarını yudumluyor. Garsonlar vızır vızır dolaşıyorlar.
Bize de bir masa gösterdiler, oturduk.
“Balık yer misin?” diye sordu babam.
“Olur, yerim.” dedim, ama iyice de ter bastı beni. Babam dışarıda simit yemekten bile hoşlanmazdı, hep evde yemek yemeyi yeğlerdi, başına saksı mı düşmüştü de gelmiştik buraya!..
“Balığın yanında ne içersin?” diye sordu.
“Ayran..” dedim.
“Olmaz, balıkla yoğurt.. ayran olmaz.. Bira içelim, istersen birer duble rakı da olabilir, dedi.
“Sağol baba, ben bir kola alayım o zaman” dedim.
Biraz ısrar faslından sonra her ikimiz de kola içmeye karar verdik. Balıkları beklerken sordu:
“Nasıl burası? Güzel değil mi?”
“Hayır baba, güzel değil.”
“Neden? Nesini beğenmedin?”
“Bilmem ki.. meyhaneye benziyor!”
“Ne benzemesi?! yahu... meyhane zaten burası!..”
“Sahi mi baba? Şimdi biz meyhaneye mi geldik? Peki ya sen?.. sen sevdin mi burayı?
“Hayır, sevmedim!”
“Aşk olsun baba.. neden getirdin o zaman beni buraya?”
“Çok merak ediyordun ya, görmeni istedim.”
“Nasıl yani?”
“Etrafına iyice bak kızım!.. Burası Çiçek Pasajı!”
Anlattı sonra... Meğer Çiçek Pasajı, Beyoğlu’nda tarihi bir meyhaneymiş. Annem bilmezmiş burayı, o nedenle ses çıkarmamış bana. Babam da ses çıkarmamış, çünkü ben kafaya koymuşum bir kere.. gelip görecekmişim.. Arkadaşlarımla.. Üstelik, “hadi ya.. oyun bozanlık mı yapacaksın, iç işte iki kadeh!” dediklerinde de muhtemelen içecekmişim. Sonra da içkiye alışık olmadığımdan kim bilir ne rezillik çıkaracakmışım.. Bir genç kıza hiç de yakışmayan durumlara düşecekmişim... İşte böyle... O anlattı, ben dinledim.
“Ama baba, haksızlık etme şimdi bana.. sen de ısrar ettin, bira ya da rakı içmem için.. Yalan mıydı yani ısrarın. Beni mi sınıyordun?” diye sitem ettim.
“Hayır kızım, içmek isteseydin, engel olmayacaktım..” dedi.
“Ne fark edecekti ki?” diye sordum, "yine zom olmayacak mıydım?"
“Çok şey, fark ederdi, dedi, küfelik bile olsan seni vururdum sırtıma, annene götürürdüm: ‘Al kızını, kafasına bir kova su dök, küfelik oldu’ derdim. Sakın şunu unutma... Ben senin babanım!”
*****
O zaman verdiğin dersi hiç unutmadım babacığım..
Seni de asla unutmayacağım!..
Yerinde rahat uyu.