- Kategori
- Gündelik Yaşam
Cinci hoca

Fotoğraf alıntıdır.
Hayat bazen iyi sürprizler yapar; hiç beklemediğimiz anda, olmasını çok istediğimiz güzel haberler alırız. Bazen de kötü olaylar başımıza gelir. Ağırlığını kaldıramadığımız “yoruldum artık” dediğimiz zamanlar olur. Atalarımızın çok bildiğimiz ve kullandığımız sözü var ya hani;” ne oldum deme, ne olacağım de”.
İstanbul trafiğinde cinci hocaya doğru ilerlerken her ikimizden de çıt çıkmıyordu. Bir dostumuz “ben gittim, siz de gidin” diyerek tavsiye etmişti bu hocayı. Daha önce deseler bize “siz şu tarihte cinci hocaya gideceksiniz” diye “hadi oradan” derdim. Hayatıma geri dönüp baktığımda o kadar çok “hadi oradanlar” olduğunu fark ettim ki …
Büyük ihtimalle ikimiz de aynı şeyi düşünüyoruz. “Biz bu noktaya nasıl geldik”.
İkinci bebeğimizi Çorlu’da hastane beğenmediğimiz için, Bahçelievler’de özel bir hastanede dünyaya getirdik. Daha yirmi günlükken yüksek ateş nedeniyle Çorlu’da bir hastaneye yatırdık. Bizim göremediğimiz bir yerde damar yolu bulmak için bebeğin 30 yerine iğne sokmuşlar ama yine bulamamışlar. Hemşireyi ayağımın altına alacaktım sinirimden…
Gece yarısı Amerikan Hastanesine götürdük. Ancak orada da ne teşhis ne de damar yolu bulamadılar. Allah’tan Mert’in doktoru Prof. Dr. Nurhan Gürses yetişti. Daha önce çocuk doktorlarının göremediğini daha muayene bile etmeden anladı. “Bebeğin göbek deliğinden mikrop kaptırmışsınız” dedi. Mete’nin kanında septisemi denilen ölümcül kan mikrobu çıkmıştı. Çocuğun bütün damarları hamur gibi olduğu için damar yolu bulamamışlardı. Mete’yi tedavi ettirirken Mert’i de aynı hastaneye astımının yine nüksetmesi nedeniyle yatırmak zorunda kalmıştık.
İki hafta yattıktan sonra çocuklarımız iyileşti. On gün içinde Çorlu’dan yine İstanbul’a kontrole giderken arka koltukta uyuyan büyük oğlumuz koltuktan kalkamadı. Çığlık çığlığa “bana dokunmayın, beni ellemeyin” diyordu. Yine hastaneye yatırdık. Mr çekildi.
Cerrah karşımda, hikayemizi dinledi. Anlattık.
Doktor “Yok” dedi “başka bir şeyler var”. Arabanın arka koltuğunda durup dururken bu çocuğun boyun diski nasıl kayar?
Biz eşimle yine şoktaydık. “Nasıl, boyun diski mi kaymış?”
Artık bizi daha çok da çocuklarımızı hastanede herkes tanıyordu. İki gece kaldıktan sonra, cerrah “bakın çok nadir rastlanan özel bir durumla karşı karşıyayız. Çünkü çocuğunuz diski bir gün içinde büyük oranda iyileşti” dedi.
Biz eşimle yine bakışıyoruz. Ne güzel sürpriz bu. Biz rüyada mıyız?
Bekleme salonunda beklerken mikrofondan bir ses “buyurun, içeri gelebilirsiniz” dedi.
Hiç dikkat etmedim, demek bekleme salonunda kamera varmış. İçeri ilk girdiğimde internetten daha önce araştırma yaptığım, videolarını izlediğim hoca, Salih Memişoğlu ile tokalaştık. Üzerinde takım elbise, kravat yok, 50-60 yaşlarında, tıraşlı, kendinden emin, arkasında birkaç belge vardı. Biri vergi ile ilgili diğeri diploma galiba.
“Nasıl yardımcı olabilirim size?” dedi.
Valla hocam bizim çocuklarımız üst üste çok kötü hastalıklar geçirdi. Çok üzüldük. Bir dostumuz “Hocaya götürün bir baktırın” dedi. Anlattık başımıza gelenleri.
Hoca sordu; “ana adlarınız, baba adlarınız?” Söyledik.
İbranice mi, Arapça mı bilmiyorum yukarı tavana bakarak gözleri açık konuşmaya başladı. Anladığım kadarıyla bir şeyler soruyordu ama cevapları biz duymuyorduk. O, hı hı diye seslerle karşılık veriyordu. Sonra döndü bana:
“Evladım senin bir adağın varmış.” “Gerçekten bir adağım vardı ama hastalık falan unutmuştum” dedim.
“Unutmaya gelmez, bir an önce kes onu. Kan aksın.” Demek ki neymiş yukarıya bir söz veriyorsan sakın unutma, sözünü tut, yaptığımız her şey, söylediğimiz her söz, ama her şey yazılıyor, ona göre!
“Size okuyan birileri var.” Nasıl yani. “Size birisi birkaç kez hatim indirmiş” dedi hoca. Ben “yok” dedim. Hoca ısrarla “var var” dedi. Sonra eşim, annesinin böyle bir şey yaptırdığı aklına geldi. Eşim “Amcanın oğlu yapmıştı böyle bir şey” dedi.
“Bir sure bile olsa kendiniz okuyun daha çok sevap kazanırsınız” dedi hoca.
“Peki hocam, biz de cin min var mı?”
“Hayır yok.”
“Peki başımıza gelen onca talihsiz olayın bir açıklaması var mı?”
“Sadece oturduğunuz mahalleden kaynaklanan nazar var. Bu yazdığım sureleri suya atın. Üç gün içindeki suyu için. Sizin hocalık bir durumunuz yok. Bir daha da hocaya gelmeyin.” İşte hocadan beklediğim sözler bunlardı. Şimdi hocayı çok takdir ettim.
Annelerin çocukları söz konusu olduğunda yapmayacakları hiçbir şey yok (bin bir gece dizisi örneği gibi, şu an burada olmamız gibi) bunu anlayabiliyorum ancak para, kadınlar için erkeklerin koyduğu yerden farklı bir yerde...
Eşim “hocam affedersiniz ama özellikle annem size sormamızı istedi; bebeğin altınlarını sakladığı yeri bulamıyor da, hoca bir baktırır mı acaba?” dedi. Kızardım, sıkıntıdan patlayacağım neredeyse. Cin sorunları bitti, iş saklı altınlara geldi.
Hoca “O zaman bütün definelerin yerini biz bilir, zengin olurduk. Olur mu hiç öyle şey, sorulmaz böyle bir şey” dedi azarladı kayınvalideyi ama arada biz de yedik zılgıtı.
“Hocam çok teşekkür ederiz. Borcumuz?”
“Borcunuz yok. Gönlünüzden bir şey koparsa verin yoksa vermeyin.”
E “eşek değiliz ya vereceğiz” tabi demedim. “Hoca helal edin” dedi. “Helal olsun hocam” dedik ve çıktık.
Hocayla konuşunca mı? O dualı suları içince mi? Evin orasına burasına sure kağıtları asınca mı? Parayı verince mi? Bilmiyorum ama o günden beri en azından hastane kapılarında sürünmüyoruz.
Ha bu arada kayınvalide de altınları buldu. Gece rüyasında görmüş…