- Kategori
- Anılar
Çocuk gibi yaşamak
ÇOCUK GİBİ YAŞAMAK
Çılgın, korkusuz bir çocuktum. Ne zaman ne yapacağı belli olmayan bir çocuk… Bazen kendimden küçükleri toplar, onlara çeşitli malzemelerle bebekler yapar, yaptığım bebeklere çeşit çeşit elbiseler dikerdim. O zamanlar “stilistlik” diye bir meslek yoktu; bu yüzden kimse yeteneğimi fark edip elimden tutmadı; şöhret olamadan yok oldum.
Bazen erkek kardeşlerimle futbol oynardım. Önceleri amacım oyunda hır çıkarsa kardeşlerimi güçlü çocuklara karşı korumaktı. Sonraları oyunun kurallarını öğrendikçe tutku olmaya başladı futbol bende. Bir süre sonra oyundaki çocuklar değil ama annem hır çıkardı. “Kızlar futbol oynamaz! Konu komşu kim bilir neler diyordur?” demeye başladı. Bu tarz karşı çıkmaların ardından uzun konuşmalar gelirdi hep. Bir süre sonra da futboldan soğudum.
Çocukça yaratıcılığım yeni bir eğlence bulmakta gecikmedi. Ağaçlara tırmanmak.
En büyük zevkim, şekerpare ağacının yere paralel uzayan dalına ayaklarımı çengel gibi yapıp baş aşağı,gözlerim kapalı dakikalarca asılı kalmaktı. İlk yakalandığımda bu oyuna da dedem yasak koydu.
Hiç zaman kaybetmeden yeni bir dost, bir oyun arkadaşı buldum kendime: Kavak Ağacı.
Bahçede tekti. Arsayı aldığımızda onu annem dikmişti. Çocuk aklımla dümdüz, göğe doğru kalem gibi uzanan bu ağaca tırmanırsam, başını kaldırmadan beni kimse göremez diye düşünüyordum. Tepesine doğru tırmanıp ellerim ve ayaklarımla bir noktasında kilitleniyor rüzgârla bir o yana bir bu yana sallanıyordum. Kimi zaman kuş gibi uçtuğumu bile düşünürdüm.
Bu zevkim de fazla uzun sürmedi. Ben ağacın tepesindeyken alttan geçenler görmüyordu ama yan apartmandakileri hesaba katmamıştım. İlk gören komşumuz Neslihan Teyze de kısa süreli bir şokun ardından anneme haberi uçurmuştu.
İşte yeni oyunum: Tek tuğla ile örülmüş iki metre yüksekliğinde on santim enindeki bahçe duvarının üzerinde düşmeden yürüyebilmek. Bunu da ilk gören anneannem oldu. Sanırım heyecandan şekeri yükseldi, bayılıp küt diye düştü.
Duvardan atlayıp anneannemin başına koştum çığlık çığlığa. “Ölme ne olur bir daha yapmam!” diye ona baygın haldeyken söz verdim. Kötü sonla biten bu Türk filmi ders oldu bana ve bir daha o duvarın üzerinde hiç yürümedim; ama uzunca bir süre rüyalarımda yürüdüğümü itiraf etmeliyim, hevesim geçinceye kadar.
Her küçük kız gibi benim de en büyük merakımdı topuklu ayakkabı giymek. Annemin gelinlik ayakkabılarını giyer tıkır tıkır girişteki karoların üzerinde yürürdüm. Annem her seferinde “çıkar o ayakkabıları ya senin ayağın kırılacak ya da ayakkabıların belleri.” derdi. Bu zevkim de limon tadı vermeye başlayınca yaptım ilk topuklu terliği. İplikleri biten tüm makaraları biriktirip çam ağaçlarından sızan reçinelerle yaptığım (o zamanda yapıştırıcı yoktu) yapıştırıcıyı aldım.Arkadaşlarımı toplayıp evimizin karşısındaki boş havuza götürdüm. Neden? Çünkü bu işin toprak yolda bir esprisi yoktu. Topuklu ayakkabılarımız ancak düz beton üzerinde tıkır tıkır ses çıkarabilirdi. Herkesin ayakkabı veya terliğinin topuk kısmına birer makara yapıştırdım. Hepsinin çok hoşuna gitti.Uzun süre havuzun içinde tıkır tıkır döndük durduk. Hatta evlerimize bile topuklu ayakkabılarımızla gittik. Ve…
Hayret! İlk kez hiç kimse karşı çıkmadı, eleştirmedi, kızmadı, bayılmadı.
Şimdi diyeceksiniz ki: “Bize ne senin çocukluğundaki yaramazlıklarından, yaptığın abuk subuk işlerden?”
Siz ne derseniz deyin. Benim asıl söylemek istediğim bambaşka bir şey. O gün için yaptıklarımın çoğu yaramazlıkmış gerçekten ama bugünden düne baktığım zaman hiç de öyle görünmüyor bana. Neden mi?
Israrla yeni bir arayış içine girmek: MÜCADELEYİ,
Her defasında yeni bir şeyler bulmak: YARATICILIĞI,
Azarlanıp, sindirilmeye çalışıldıkça: vazgeçmemek azmi,
Fırsat buldukça bir aptal kutusunun başında oturmamak, -daha doğrusu teknoloji yoksunluğu- SOSYALLEŞMEYİ…
Okul dışındaki zamanlarda dört duvar arasında değil sokakta olmak; insanları, hayvanları, bitkileri ve maddi manevi her şeyi onlarla tanımak, PAYLAŞMAYI ve SEVMEYİ öğretmiş bana.
Çok sık düşünürüm çocukluğumu. Ve iyi ki bu zamanda çocuk olmamışım derim kendi kendime. Şimdiki çocuklar için de üzülürüm, hiçbiri çocuk gibi yaşayamadığı için.