Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

09 Temmuz '11

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Çocuk nasıl oluşuyor?

İzmir’de hava acayip sıcak; uzun zamandan beri ilk kez bizi şaşırtmıştı oysa! İlkbahar ile yaz arasını anlamamız mümkün değilken, yani nasıl anlatsam: İlkbahar kreasyonları vardır, özenip alırdık lakin giydin, giydin alır almaz, birkaç gün bekledik mi yaz bastırıverirdi; yine ille de giyeyim diye tuttursak da, o günün yaşattığı rahatsızlıktan ötürü o giysiyi hep nefretle anardık!

Bu yıl, ilk kez bahar geliyorum derken lafı fazla uzatmadı da, yaza devretme konusunda biraz asabiyet yaptı!

“Ohhh! İyi ki yaptı!” diye mutlu, mesut yaşarken bizler, şaşkınlığımızı ifade ederken “Tuh maşallah” nidası eşliğinde orta parmağımızın en orta boğumunu bulduğumuz en sert yerlere üç kez tıklatırken baharın mı asabiyeti geçti, yaz mı pek üstüne gitti, bilinmez, beynimiz sulanma kıvamına geldi!

Bunun Ağustos’u, “Pastırma sıcakları” falan var; yemin ediyorum, cinnet noktasına geliyor insan!

Böyle bir yapış yapışlık, nefes alayım diyorsun, ne mümkün! Sanki oksijen kendini denizlere atmış, “Bana ne, bana ne diye omuz silkiyor”!

Tut saçından sürükle vaziyetleri yani; lakin adı üstünde “oksijen”, neresinden tutacaksın da, dizlerinin üstünde “Tövbe” ettireceksin!

******

Ciddiyim, cinnet noktasına geliyoruz, lakin öyle bir ince ayar var ki; tam gözünün döndüğü anda bir esinti çıkıveriyor!

Hatta, bazen minik bir yağmur bulutu ziyaret edebiliyor…

Tam da tatiline denk gelenler lanet okurken, bizler “Yarabbi şükür” diyerek şükranlarımızı sunuyoruz!

******

Şöyle garip bir düşünce vardır: Deniz kenarında yaşayanlar her daim denize giriyor sanılmaktadır!

Hani sanki yaz geldi mi altlarında mayoları tam tekmil, her an denize atlıyorlar sanılıyor!

Yok böyle bir şey!

Üç tarafı denizlerle çevrili olsa da Türkiye, kıyı kentlerinde yaşayanlar denizin iyodunu içlerinde hissetse de, “Cup” diye denize atlamaları, hani her sıcaklandıklarında, yazlık yerlerde evleri yoksa, tatil yerlerine ulaşmadılarsa pek de mümkün değil!

Karadeniz bir nebze korumaktaydı “Cup” diye denize atlamaları, son yıllarda ne oldu, bilemiyorum! Tanıklığımın üstünden yıllar geçmiş; şöyle bir parmak hesabı yapayım dedim de… Neredeyse el parmaklarım yetişmedi de, ayak parmaklarıma başlamak üzereydim!

******

Henüz ilkokul öğrencisiyken, üç yaş büyük bir arkadaşımız vardı; annesi ilkokul öğretmeni… Selma, hem bizden büyük olması, hem de annesinin mesleğinin bir yansıması olarak pek bir “Abla” formatındaydı.

Bir yaz günü öğle sonrası evlerine gitmiştik; öyle pek sık gitmediğimizi peşinen söylemeliyim! Hani, bizim ev susayan, sohbet etmek isteyenlerle dolardı da, Selma’lara ilk kez gitmiştik sanıyorum! Diğer zamanlarda parkta buluşuyorduk…

(İçimde ukde kalan bir şeyler varmış demek ki; yoksa bu detaylara girmenin ne manası var?)

Oturduğumuz yere kolonya serpiştirdi…

Sıcağa iyi gelir diyerek…

Aaaa, hakikaten bir serinledik, bir iyi geldi…

Bir de Selma bütün “ben bilirim” edasıyla yaptı ki; annem yapsa güler geçerdim, o yaşlarda Selma yapınca serinliği damarlarımda hissettim!

Böylelikle başladı benim yattığım yatağı ıslatma maceram!

Kolonya dediğin anında uçup gidiyor; oysa su daha kalıcı!

Islat kızım yatağını!...

Annem dövünüyor: Ciğerlerin üşüyecek!

“Selma öyle yapıyor ama”!

Kızım, o kolonya, seninkisi su!

“Ha kolonya, ha su”!

******

Eski yataklar ya pamuktandı, ya da yünden; ne yataklar eskittim ben bu yüzden!

Birkaç fıs ilk başta iyi geliyor, sonra on beş- yirmi fıs, yetmiyor, maşrapa ile dökesi geliyor insanın!

O bile kuruyor bir-iki saat sonrasında; ayak ve kollar ıslak çarşaf arayışındayken uyumak ne mümkün!

Pat sağa at, pat sola; kurumuş bile mübarek!

******

Selma’nın bana miras bıraktığı bu sulu sepken yatak dışında bir de “yatak” ile bıraktığı bir başka durum vardır!

Yine sıcak günlerin birindeydi, parkta birkaç kız az sonra öğle yemeği için evlere dağılmak üzereydik ki: Flaş! Flaş! Flaş!

Selma bize “Çocuğun nasıl oluştuğunu” en anlaşılır biçimde anlattı!

Aman yarabbi!

Yok canım, artık daha neler!

******

Öğle yemeğimizi yedik, annemin ritüeli olarak öğle uykusuna yattık ki, kız kardeşim ve ben ille de “Anneeee, yanına gelelim mi?” diye bir ağızdan tutturduk!

Eee, kıyamaz tabii ki; “Gelin kızlar!” deyince birimiz bir yanını, diğerimiz öbür yanını kuşattık!

“Anneee”

“Hııı?”

“Selma bize dedi ki…”

“Ne dedi?”

“Yalan söyledi anne, bizi çok korkuttu!”

“Yani?”

“Anneeee, çocuk böyle oluyormuş! Yalan değil mi anne, sen söyle!”

******

Bu yazıyı okuyanlar, sizden ricam, lütfen, aynı durumda olsanız ne derdiniz diye bir- iki dakikalık düşünmeniz….

******

Annem dedi ki: Selma doğru söylemiş.

“Ama anneeee… Nasıl olur?”

“Çok kötü bir şey bu!”

“Eğer ki” dedi annem, “bir kadın ve adam birbirini seviyorsa, kötü bir durum değildir bu!”

“Ama anneeee!” diye bağrıştık kız kardeşimle, nasıl olabilir yani? İğrenç bir durum!

“Doğanın kanunu bu!” dedi annem, hiç unutmuyorum!

“Doğanın kanunu olduğu için birbirini seven insanların canı acımaz!”

******

Çok sıcaklarda gözümün önündeki denize girememem pek eksi bir durum olsa da, yatağıma serpelediğim sular anında kuruduğundan dozunu pek fazla arttırsam, hatta lıkır lıkır döküp de, yatakları pespaye hale getirsem, buna rağmen ciğerlerim, böbreklerim ne hale gelmiştir diye endişelenmesem de, kıyı şeridinde doğup, kıyı şeridinde büyümekten…

Kıyı şeridinin anne ve babası tarafından dünyaya getirip, yetiştirilmemden dolayı pek mutluyum!

Selma’nın ailesi nereliydi?

Neyse, unutmuş gitmişim!

Bana bıraktığı “Yatak ıslatma” halen devam etmekte, “Çocuğun olma konusundaki” verdiği “Korkunç” bilgiler annem tarafından bertaraf edildiğinden dolayı, en fazla Selma’ya konuyu çabuklaştırmasından dolayı teşekkür edebilirim!

Anneme bir alkış istiyorum elbet!

O bilgiler doğrultusunda ben ve kız kardeşim cinsel birliktelikten çok korkabilecekken, anemin “Doğanın kanunu” ve “Birbirini seven kişiler arasında keyifle yaşanan bir şeydir zaten!” dedi diye normal bir yaşam sürüyoruz!

******

Ne diyordum?

Kıyı şeridinde yaşayanlar her istediklerinde denize giremiyorlar elbet, pek berbat bir durum çarpıcı sıcaklarda; yüz elli adım ötende deniz var, giremiyorsun!

Ne güzel, aynı zamanda, denizine her istediğinde giremesen de, o hava, su, iyot ile beslenen anne ve babanın çocuğusun!

Başka türlü nasıl bu konuları “dövülmeden, ağzına acı biber sürülmeden” konuşasın?

******

Bu kadar detaydan sonra yazıyı bağlamamı beklemiyorsunuz, umarım!

Yani, ben bağlarım da, fazla uzun olur, okuyamazsınız vallaha!

Hani… Tadında bırakmak gerek bazı şeyleri…

Keyifli bir hafta sonu geçirin lütfen; artık denize mi girersiniz, kebap mı yersiniz, ya da yani… Aman… Ne bileyim? Hatta bana ne?

Keyfiniz yerinde olsun da, nasıl olursa olsun!

 
Toplam blog
: 1269
: 1343
Kayıt tarihi
: 18.09.07
 
 

İzmir, 1963 doğumluyum. Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce bölümü mezunuyum ve özel bir şirkette ..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara