Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

21 Ocak '12

 
Kategori
Bebek - Çocuk
 

Çocuk Olmak Zor!

Çocuk Olmak Zor!
 

  • “Şu zamanda çocuk olmak zor!”
  • Sanırım son yıllarda en fazla kullandığım cümlelerden birisi bu cümle oldu. Bu cümleyi sık kullanmamdaki neden, çocuk olmanın zorluklarını fazlasıyla içselleştirmiş olmamdan kaynaklanıyor olsa gerek. Belki de bir baba olmanın huzursuzluğudur diye de düşünüyorum. Ama en nihayetinde, hemen yanı başımda duran bir kız çocuğum var ve ona baktıkça, gündelik yaşamına gözüm takıldıkça, sanki ona haksızlık ettiğimi de düşünüyorum. “Seni neden dünyaya getirdik?” diye de kendi kendime sorduğum çok olmuştur.
  • Kızım! Daha dün gibi hatırlarım doğduğu günü. Kucağıma alışımı ve yaşama gözlerini açtığı ilk anlardaki şaşırmışlığını, ağlamalarını, çıkardığı sesleri… Heyecanlı bir andı. Sanırım hayatım boyunca unutamayacağım ender anlardan birisiydi kızımı o ilk kucağıma alış anı.
  • Ya sonra…
  • Daha henüz üç yaşındayken eğitim denen o cangılın içerisinde buldu kendisini. Sabahın kör bir saatinde uykudan zoraki uyanmalar, aceleyle hazırlanmalar ve koştur koştur bir halde servise yetişme çabası. Ve sonra, gerisin geri, yine o servislerle karanlık çöktüğünde eve gelmeler.
  • Aradan geçti on yıl. Ve bu on yıla dair belki de anlatacağım en fazla şeylerden birisi, her sabah erkenden kalkan kızımın, koştur koştur servise yetişme telaşı. Henüz daha çocuk… El kadar! Ve henüz daha o haliyle tempolu bir yaşamın parçası olmuş durumda.
  • Sabahın saat 08.00’i ve akşamın saat 16.00’sı okulda. Akşam saat 17.00’de ancak evde olabiliyor ufaklık. Akşam yemeği ve sonrasında, yaklaşık üç saat süren ders çalışma aktivitesiyle baş başa kalıyor. Ve saat 22.00 sıralarında uykuya geçiyor.  Ve devrisi gün, bir önceki günün tekrarı… Taa ki hafta sonuna kadar devam eden rutin bir hayat.
  • Antalya Belediyesi Çocuk Korosunda müzik eğitimi alıyor kızım. Üç yıl oldu. Şarkı söylemeyi seven bir çocuk…
  • Koro çalışmaları için Cumartesi günlerini sadece o işe ayırıyor. Tabi müzik sadece bir günlük alınacak bir eğitimle gelişip, pekişecek bir faaliyet değil. Hafta içi akşam saatlerinin bir kısmını da, müzik eğitimine ayırıyor. Notaları öğreniyor. Şarkıları kural ve kaidesine göre söylemenin çabasına girişiyor.
  • İnsanın herhangi bir spor dalı ve sanatın herhangi bir dalıyla uğraşması kadar güzel bir şey olamaz sanırım. Öyle ki kızımın da yaşamında müzik ve şarkı söylemek önemli bir yere oturmuş durumda. Lakin ona eşlik etmek durumunda kalanlar ben ve tabii ki annesi oluyor.
  • Ben ki, uzun zaman önce, İstanbul’da yaşadığım dönemlerde müzikle yakından ilgilenmiş ve şehir değiştirdikten sonra müzikle arama mesafe koymak zorunda kalmış birisi olmama rağmen, kızımın, her akşam üzerinde çalışmış olduğu şarkıları ondan dinlemek zorunda kalıyorum. Yatmadan önce yaklaşık bir saatlik müzik çalışması oluyor bizimkisi. Tabii yorucu da oluyor. Her akşam tekrar ve tekrar aynı şarkılar üzerinde çalışmak, iyice pekiştirmek, ezberlemek… Adeta zihinde bir şartlı refleks haline dönüştürme çabası.
  • Müzikle arama mesafe koymuş olan ben, kızım sayesinde bir anlamda, yeniden müzikle ilgilenmek durumunda kalıyorum.
  • “Neden müzikle arana mesafe koydun?” diye soranlara ise, söyleyecek pek de fazla bir şey bulamıyorum doğrusu. Sanki bir kırgınlık hali benimkisi… Belki de yeri ve zamanı tam oturtamamış olmak. Ve sonra adım adım müzik denen o büyüleyici dünyadan uzaklaşmak…  Kimi zaman da üzülürüm o büyülü dünyadan uzaklaşmış olmaktan dolayı. Zira arkada verilmiş onca emek söz konusu.
  • Kızım için ise durum farklı. Müzik hususunda onu destekleyen bir ailesi var en azından.
  • Daha yakın zaman da, birkaç hafta önce Yeni Yıl Konseri verdiler Antalya Kültür Merkezinde. O denli hoşuma gitti ki… Bir an için daha o ilk doğduğu ana takıldı zihnim. Nereden nereye? Geride bıraktığı on yılda, önündeki bir sürü engeli aşmış. Sosyal yaşama aktif bir halde dahil olmuş. Belki gurur verici bir durum var ortada ama yine de ben, baştaki sıkıntımı buraya taşımayı uygun görüyorum.
  • “Çocuk olmak zor bu zamanda.”
  • Evet… ilk bakışta sosyal hayata dahil olması, eğitim süreci içerisinde aktif bir çaba sarf ediyor olması güzel görünüyor. Ama bu güzelliklerin yanında, katlanılan stres ve sıkıntıların, kazandırdıklarının yanında çok daha önemli bir yere sahip olduğunu düşündüğümden, çocuk olmanın zorluklarına dikkat çekmeye çalışıyorum. En azından gündelik yaşamın herhangi bir noktasında dahi, dilediğince özgür bir davranışı sergileyemiyor çocuklar. Tembellik mi? Bu zamanda öyle bir şansları dahi yok çocukların. Tembel olmanın, aylak davranışlara bürünmenin bedeli çok daha ağır bir şekilde geriye dönüyor.
  • Kimi zaman kızıma haksızlık ettiğimi de düşünürüm. En azından özgürlüklerinin kısıtlanmış olmasından ötürü bu haksızlığı yapmış olduğuma kanaat getiriyorum. Tabii direkt olarak bizlerden, yani ebeveynlerden kaynaklı bir durumda değil. Bir düzen, sistem sorunu! Çekirdek aile diye tabir ettiğimiz, anne, baba ve çocuk üçlüsünden ortaya çıkmış ve nispeten orta gelir düzeyindeki ailelerin tamamında, böyle bir genel yaşam biçimi vardır. Anne ve babanın sabah işine yetişme telaşı, okul çağındaki çocuğun okula yetişme telaşı… Ve akşam bir sofra etrafında toplanmalar… Çocuğun ders çalışması ve ebveynlerin bu duruma iştirak etmesi… Başkaca ekstra olan ise çok da fazla bir şey yok. Sanırım evlenmek, bir aile sahibi olmak ve çekirdek aile kavramı da bu zamanda bu yaşam biçimi etrafında ifade buluyor.
  • “Kızıma haksızlık yaptığımı düşünüyorum” demiştim. Bu haksızlığın direkt ebeveynden olmadığını da bir önceki paragrafta ifade etmeye çalışmıştım. Evet… Ortada bir düzen, sistem sorunu var. En azından bütün ebeveynlerin ortak bir tavrı söz konusu ki, çocuklarını popüler kültürün kirli yüzünden korumak kaygısı… Ne kadar koruduğumuz ise meçhul. En azından benim için böyle. Popüler kültürün kirli yüzünden korumak adına da, ister istemez, sıkı bir zıtlaşmanın da tam orta yerinde bulabiliyoruz kendimizi.  En azından müzikle uğraşan bir kızım var ama, halen o niteliksiz, içeriksiz şarkıları dinlemekten kendisini alamıyor. Yani adına müzik denen ama tümüyle bir gürültü yığını haline dönüşmüş olan abur cuburlara karşı çocuklarımızı nasıl koruyacağımızın da cevabı yanıtsız kalıyor bir anlamda. Öyle ki, bir ebeveyn olarak tavır aldığınızda, zıtlaşmanın, kutuplaşmanın tam orta yerinde kendinizi bulabiliyorsunuz.
  • Televizyonun hemen hemen hiç izlenmediği bir aileyiz. Çok nadiren televizyon izlemek durumunda kalıyoruz. En azından ben, belki gece uyku tutmadığında televizyonun karşısında kendimi buluyorum. Oysa kızım “Muhteşem Yüzyıl” denen diziyi izlemek istiyor. Zira sınıfındaki ve okuldaki diğer birçok arkadaşı “Muhteşem Yüzyıl” müptelası olmuş durumdalar. Bir anda, bulunduğu ortamda ötekileşme denen o itici hali yaşayabiliyor.
  • Veya henüz daha ilköğretim çağındaki çocukların cebinde birkaç bin lira değerinde olan cep telefonlarının ve diğer elektronik cihazların bulunması… Pek tabii ki bu durum feci bir çarpıklığında ifadesi haline dönüşmüş halde. Öğretmenin binbeşyüz lira maaş aldığı bir zamanda, öğrenci o maaş kadarlık bir aleti keyfince kullanabiliyor. İster istemez ilkeli davranmak adına çocuğunuzu bu gibi popüler kültürün kirli yüzü haline dönüşmüş araçlardan ve aktivitelerden geri çekme çabası, işte o kutuplaşma, zıtlaşma dediğimiz gerçeği de bir anlamda önümüze koymuş oluyor.   
  • Peki nasıl aşılır bu durum?
  • Çok zor bir soru. “Nasıl aşılır?”. Sanki İstanbul trafiği gibi bir şey. Tuhaf bir benzetme oldu ama gerçek bu. Bir düzen, sistem sorunu olduğunu söylemiştim. Her şeyde olduğu gibi, çocuk ve ebeveyn iletişiminde de, benzer çarpıklıklar diz boyu bir hâle dönüşmüş durumda. Düzenin var olan ne kadar çarpıklaşmış, kronikleşmiş sorunu varsa, çocuk ve ebeveyn iletişiminde de, düzenin çarpık halinin iz düşümlerini görmek mümkün.
  •  
 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara