Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Ağustos '12

 
Kategori
Öykü
 

Cuf... Cuff...

Kara tren gecikir, belki de hiç gelmez. Olur á gelmezse tren; vaziyet elbette kötü demektir. İşte o zaman yandı demektir, gülüm keten helva. Bin bir tatlı edası, nazı ve can alıcı dudaklı, yarin güzelim gözleri yollarda, sevgi dolu yüregi buruk, elleri bögründe kalır. Yar, yay esnekligi ile hop oturur, hop kalkar. Hasret ve özlem ile beklenen, büyük aşklar ile seven gönüllerde, Muhteşem Süleyman gibi sarvan salıp, tahta bagdaş kuran, dört degil on dört göz ile beklenen yar gelmez olur. Tek istedigi kara trenle gelecek olan, yari, bir mektup veya bir haberdir sadece. Olmazsa da olur, Muhteşem oldugu söylenegelen Süleyman gibi haremi, hurisi ve de Nuri’si. Canından çok sevdigi, gözünün bebegi yari, yeter de artar; O’nun acılar içinde biçare kıvranan daglanmış yüregini hoş etmeye. Ya kara tren, kömürü biter, arıza yapar, elde, belde, yolda, dagda kalıp, kurda kuşa yem olursa. Apaçilerin hiç rastlanmadıgı bu diyarda, yogunlugu careta carata kaplumbagalarının sayısına bir türlü indirilemeyen eşkıyalar , art arda sıralı vagonları durdurup, el koysalar ve gelmezse kara tren! Gönderilen, kutsal aşkların kargacık burgacık yazıldıgı, şairin cömertligine gelip, verdigi kızıl güllerin kurutularak, arasına kondugu mektuplar, titreyen yumuş yumuş ellere ulaşmaz olur. Yüregi gögsünü yırtıp, yerinden fırlamaz. Ah, O yare ne kadar da, yazık olur, degil mi?. Aynalarda saçlarını tarayan, aynanın içinde yarini arayan gelinlere, insaf edin ve kıymayın efendiler. Bırakın salını salını gelsin kara tren, bir o yanına bir de bu yanına takmazsanız da olur, şairin kızıl güllerini.

Tren gelir öterek
Kömürünü dökerek
Ben yarimden ayrıldım
Gözüm yaşım dökerek

Geldigi zaman da; yaz kış, gece gündüz demeden ne zahmetler, ne oflayıp puflamalar ve acı acı inlemeler eşliginde, nasıl aşıp, uzaklara ulaştıgı bilinmez. Yorgunluktan bitap düşmüştür. Ama ardında yüzlerce el sallanıp durmuştur. Üzerinde, kır çiçekleri, kalın mavi veya açık kırmızı çizginin yer aldıgı, özenle katlanmış onlarca mendil; hüzünlü mavi, kestane, ela, yeşil ve kahve rengi gözden akan, ipi kopan boncuk boncuk gözyaşı ile ıslandı. Elem dolu damlacıklar, O‘nu dehşetli kederlendirdi. Üzüntüden, tüm şevki kaçmış olsa da, gidecegi yerde de, yine yüzlerce el sallanıp, kendisini buyur edecekti. Bin bir kucak açılıp, sevilenler bagırlara basılıp, hasretlik giderilecekti. Duydugu yorgunlugun tadı, baklava kadar degilse de, en azından kazandibini aratmayacak kadar, şekerli olacaktı.
Tren geliyor tiren
dağlara dalıp giden
kara tren değil mi
yârimi alıp giden

Yolda öküzlerin durup, kendisine neden baktıklarını da anlayamıyordu. Ne var kardeşim, açıkta bir şey mi gördünüz. Yok, her tarafımız, kara çarşaflı, burkalı, dini oldukça bütün olan müstesnalar gibi kapalı ve üstelik kömür karası. O halde böyle bön bön bakmanın anlamı ne? Varın, gidin işinize, gücünüze.

Zengin çocuklarının ne ise de, fakir çocukları, harçlık olarak aldıkları demir paraları, neden tekerleklerinin altına koyup, ezdirirler diye düşünür ve bu çok da garibine giderdi. A be akılsız çocuk, o parayla gidip, kendine gazoz veya dondurma alsan, daha iyi olmaz mi? İş başa düşünce, yoksul çocukların paralarını da, içi acıyarak ezmek zorunda kalırdı.
Aynı zamanda demirden korkanlar da, kendisine binmiyordu. Bunu ilk duydugunda; gülmekten kendini alamamış ve tıssılayarak altına kaçırmış, ele güne karşı yapayalnız, böyle de olmaz ki, dese de, olan olmuştu. Korkak nasıl da bırakıp gitmiş, insafsız terk etmişti kendisini. Binmezsen, böyle kaçırırsın işte treni. Sevdigine kavuşamadan, dört duvar arasında, evde kaldın da, daha mı iyi oldu, sanki? Oh olsun demeye dili varmaz yine de, kendisi kara olsa da, yüregi aktı trenin. Daha ne mi olur, evde kalınca? Yaşamayanların bilemedigi korkuları yaşar, sessizlik korku verir, ödü kopar. Kimileri O korkagın ödünü, bir şeylere karıştırsa da, kendisi kara olmasına ragmen, böyle bir pislige karıştırmaz adını. Çeker bu tür bezlerden taragını, çünkü kalbi, Ararat’ın ulaşılamayan doruklarındaki karların beyazlıgındadır. Korkak kendi kendisi ile konuşur, bir cana hasret kalır, kırık, sineklerin kirlettiği aynalara koşar. Ya sev, ya terk et kadar agır olmazsa da, bundan sonraki yaşamı; işte kapı, işte sapından ibaret olacaktır. Rehber istemeyen, görünen köy, oldukça yakındır. Oysa korkmayıp, binse trene; tren hoş gelecek, odaları boş gelmeyecekti. Ley ley leylim ley gibi abuk sabuk, ipe sapa gelmeyen lakırtılar da edilmeyecekti!
Tren geliyor tiren
dağlara dalıp giden
kara tren değil mi?
yârimi alıp giden

Cufcuflamalar eşliginde geldigi zaman da; aheste aheste durur, aşınmış olan tekerleklerini çevirip, yılan kıvrımları ile akıp giden raylarda, olanca eşyayı, yüzlerce insanı ve yükte hafif, paha da oldukça agır olan, hani biz diyelim on, siz deyin otuz tane kalbin çizili oldugu aşk mektubunu, sırtladıgı gibi alıp, getirir. Yol boyu, başında bulutlar misali dumanı hiç eksik olmaz. Düdügünü acı acı öttürüp, amansız daglara yol ver deyip, destur ister. Dogrusu zor iş; aşması gereken dagdır, taştır, ovadır, ırmaktır, dere ve tepedir. İşlevi kolay olmadıgı gibi, üstüne üstlük rengi de karadır. Kendi kömürünü seçme gibi bir lüksü dahi yoktur. Tüm bu engelleri aşabilmek için, yine de sunulanı kabul etmek zorunda kalır. Kazanı kendi seçiminin dışında bir kömür ile, gönülsüz fokurdar. Başka bir istasyonda, farklı yükleri ve insanları yüklendigi gibi yeniden yollara koyulur. Cuf... cuf… cufff... Yol verin, bu kez de, bütün engelleri aşarak, gelmemezlik etmedi kara tren, karada ölüm yok, enseleri çok gerekli ise kaşıyabilirsiniz, ama karartmayın. Geliyor, kara tren.
Aydın Yılmaz


Amsterdam, 01 Agustos 2012

 
Toplam blog
: 102
: 447
Kayıt tarihi
: 17.12.10
 
 

Sevgili okuyucular; oluşturmaya çalıştığım bu blog vasıtası ile boş zamanlarımı değerlendirip, ço..