Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Temmuz '12

 
Kategori
Öykü
 

Ramo Dayı

İçine gömülerek oturdugu bordo desenli, eskimeye iyiden iyiye yuz tutmuş, tek kişilik koltugun kenarlarına kıllı, titrek, nasırlı ve maviligi gözle iyice görülebilen damarlı elleri ile tutup, iri kıyım bedenini ileri dogru çekerek, yavaşça dogruldu. Kıvrım kıvrım kilolu bedenini ayakta tutan, yaşlı kemikleri sızım sızım sızlıyor, kır saçları dökülmeden kıvır kıvır kıvrılıyor, kırçıl kaytan bıyıkları sırma sırma sarkıyor, kalın dudaklarının ardında çogu çürüyüp, dökülmüş dişleri ile yogun düşüncelerin kol gezdigi başı yine inceden inceye zonkluyordu. Tam karşısındaki ikili koltukta oturan hanım, ince narin parmakları ile tiril tiril danteller ören, ela gözlerinin altı yumru yumru, yüzü çalakalem çizik çizik oldugu halde tam bir Kürt dilberi görünümündeydi. Şimdiye degin kendisinden hiç incinmemişti. “Minarede yer yer çatlaklar oluşsa da, ihtişamlı mihrabı, önüne geçilemeyen bir inatla dimdik ayakta tutmaya” çalışan, kırk beş yıldır kahrını çeken, çetrefilli dünyasını her alanda O’nunla paylaşan, güzel gözlerinin üstünde hilal kaşları oldugu halde, bir gün olsun söylemedigi, yumurtlamadıkları halde, tavuklarına hiç bir zaman kış demedigi, türünün çok güzel bir örnegi bu kadın Ramo Dayının eşi, Ruken hanımdı.

Yetmişli yaşlara geldikleri halde, hayat; başkaları için toz pembe oldugu söylenen yüzünü, kendi hallerindeki bu iki insana, her nedense, kısa bir an için de olsa “cee” diyerek ortaya çıkarmadı, hep saklı kaldı. Yaşamın pembemsi çehresini sobelemek“ onlara hiç nasip olmadı. Belki de bir gün “Elmaa... elmaa...” diye bagırsalar bu da mümkün olurdu. Kendilerince sonucun nafile olacagıni sezinlediklerinden, bu meyvayı sadece yemek ile yetindiler. Bagırıp, çıgrışmak gibi bir eylemleri hiç olmadı. Belki de; gül tenlerinde yareleri onlar istedi.
Babası Fevzi yıllarca önce, Kızıltepe ilçesine baglı köylerinde, köy agası Sümüklü Muro ile canına tak eden ırgatlıga isyan edip, aradaki köprüleri yakmıştı. Ardından pılısını pırtısını toplayıp, bir at arabasına istifleme yükledigi eşyalarını, karısı ve oglu Ramo ile solugu, şiir gibi bir kent olan Mardin’nin tarihi Şar Mahallesinde aldı. Fevzi, geçmişin derin izlerini taşıyan Şar Mahallesinde iki ay kadar işsiz gezdikten sonra, Mardin’deki bir köylüsü vasıtası ile bir gümüş atölyesinde iş buldu. Oglu Ramo ve karısı Döne’den oluşan çıtır çıtır çekirdek ailesini, telkari sanatını maharetli elleri ile kısa bir zamanda ögrendi. Gümüş işçiligi yaptıgı halde, O sanatını altın bilezik yapıp, koluna taktı ve bununla geçimini sagladı.

Ramo’nun gençligi de çocuklugu gibi yoksulluk içinde debelenmelerle geçti. Ortaokuldan sonra okula gitmedi. Babasının tüm dayatmalarına kulak asmadı ve herhangi bir zanaatkarın yanına girip, çıraklık yaparak ailesinin yükünü hafifletme yolunu hep elinin tersi ile itti. Askerlik zamanı gelip, çatmıştı. Kapısını tak tak takırdatarak çalan askerligini, zorunlu oldugu için, uçara ve kaçara mahal vermeden, olur olmaz anlarda boncuk boncuk terleyen geniş anlının akı ile bilfiil yaptı. Askerlik öncesi bir arkadaşının ısrarı ile yurt dışına gitmek gayesi ile iş ve işçi bulma kurumuna yazılmıştı. Askerden döneli iki hafta gibi bir zaman geçmişti ki, babasının sıkıcı bakışları altında aylak aylak dolanırken, cehennem sıcagının hissedildigi bir yaz günü, postacıları düz taban Mısto kah kasketini düzelterek, kah çantasının askılığını çekiştirerek ve ayaklarını yere sürüyerek, yüzünde fark edilir bir mutluluk ile evlerinin alt tarafı kırılmış avlu kapısında, elinde bir mektubu sallayarak girdigini gördüler. Bu sırada baba Fevzi gümüş karalarını elinden çıkarmak için ugraşıyordu. Mısto, “Fevzi abe... Fevzi abe... senin o aylak oglun nerede? Müjdemi isterim. Ramo’ya yurt dışı kagıdı geldi. Anne Döne avluda dolanmakta olan allı pullu bir horozu el çabuklugu ile yakalayıp, postacı Mısto’nun müjdesini verdi. Mısto bir an şaşırıp kalsa da, sevinçten tüm yüzüne kan yürüdü. Mısto horozunu ters çevirip, ayaklarından tutarken, kendi ayaklarını da yeniden sürüyerek uzaklaştı. Horoz bagırtıları Döne’nin kulaklarını tırmalarken, O biricik oglu Ramo’nun da, yaban elde keskin olmasa da bir baltaya sapa olacagını düşünmeye koyuldu. Bu biricik oglunun kurtuluşuydu

Kısa sürede yapılan hazırlıkların ardından Ramo sıra sıra dagların ardındaki, dag yoksunu, büyük bir ova olan Hollanda’nın yolunu tuttu. Günler, haftalar ve aylar tren vagonları gibi birbirini kovalarken, Ramo Dayı Hollanda’lı olalı bir yılı geçti. Annesi Döne Mardin’de oglu için hummalı bir gelin adayı arayışına girdi. Sonuçta uzak akrabaları olan ve iki yıl kadar önce Mardin’de bulundukları Şar Mahallesine taşınan, Hüso’nun kızı Ruken’de karar kılıp, agırlıgını da koyarak kocası Fevzi’yi ikna etti. Hüso’nun hanımı Fato bu işe çok seviniyordu. Damat Hollanda’da Almancıydı. Dolayısı ile kızının gelecegi parlaktı. Ramo’ya en kısa zamanda ulaşıldı ve haber verildi. Ramo itiraz etmedi ve yelkenleri suya indirdi. Ne de olsa evlenme yaşı gelmişti. Bu saatten sonra “armudun sapı, üzümün çekirdegi” demenin ve kılı kırk yarmanın hiç bir anlamı yoktu. Ruken’i hayal meyal de olsa hatırlamıyor degildi. Güzelligi, ela gözlerindeki parıltı kendisinin de kulagına ulaşmıştı. Alan razı, veren razı olduguna göre, tez elden gerekli olan ve akla gelen bütün hazırlıklara başlayabilirlerdi.

Ramo çok geçmeden dügün yapmak üzere memleketine geldi. Anlı şanlı, dillere destan bir Almancı dügünü yaptı. Tarihi Şar Mahallesi üç gün üç gece büyük bir şölene tanıklık yaptı. Hafızalarda iz bırakan dügünlerinin ardından Mardin’de bir hafta daha kaldıktan sonra, birlikte Hollanda’ya geldiler.

Ruken Hanım uzun yıllar Hollanda’ya adapte olmakta zorluk çekti. Ailesinden ayrı olması kendisini çok üzüyordu. Ne var ki yapılacak bir şey yoktu. Ramo’yu da çok sevmişti. Bir dedigini iki etmiyordu. O da bu ilişkinin agızlarının tadı ile yürümesi için elinden geleni yapıyordu. Ramo’nun gözlerinin içine bütün sevecenligi ile bakıyor, işe gittigi zaman ise eşini dört gözle bekliyordu.

Ramo yogun çalıştıgı için lisan kurslarına pek zamanı olmuyordu. Ruken’den daha kıdemli olmasına ragmen Hollandaca konusunda pek bir ilerleme gösteremiyordu. Söz konusu Hollandaca olunca, birbirinden komik anısı gözlerinin önünde canlanıyordu. Lisan kurslarında kendilerine; iyi anlamadan hemen “evet” veya “hayır” dememeleri sıkı sıkı tembih ediliyordu. Aksi halde hiç istemedikleri durumlar ile karşı karşıya gelebilirlerdi.

Ramo Dayı ve Ruken Amsterdam’da ikamet ediyorlardı. Ruken Hanımın dayısı Haydar kendilerinden yüz kilometre ileride bulunan Enschede şehrinde kalıyordu. Her hafta dayıları Haydar ile telefonda düzenli olarak görüşüyor, memleket ve akrabaları ile ilgili haberleri paylaşıyorlardı. Haydar dayıları hafta sonu kendilerini evine davet edince, Ramo bunun Ruken için de iyi olacagını düşünerek, memnuniyetle kabul etti. Hafta sonuna iki gün vardı. Ramo akşam üzeri iş dönüşü, Ruken ile çarşıda buluşup, Haydar dayıları için bir iki hediye aldı. Haydar evli ve çoluk çocuk sahibi olduğu halde ailesini henüz Hollanda’ya getirmemişti. Bu ziyaret Haydar için de iyi olacak gibiydi.

Apar topar çok uzakta olamayan tren istasyonuna geldiler. Ramo tren bileti almak üzere sıraya girdi. Sıra kendisine geldigi zaman oldukça heyecanlıydı. İlk defa çiçegi burnunda eşinin yanında, Hollandacaya ne kadar da iyi hakim oldugunu ispatlayacaktı. Daha önce lisan gerektirecek, yabancılar polisi, belediye ve kuruluşlarla olan işlemler için tanıdıkları bir tercümanı beraberlerinde götürmüşlerdi. Gişe görevlisine parmakları ile iki kişi olduklarını işaret eden Ramo, ardından da Enschede diye mahcup bir edayla meramını anlattı. Ruken de bir yandan kocasına bakıp, ona gıpta etti. Gişe görevlisi “iki kişi gidiş dönüş mü?” diye sordu. Ramo “evet… evet…” diyerek dogruladı ve parasını verip, biletlerini usulca dar gişe camının altından çekiştirerek aldı. Verdigi onca paradan geriye verileni çok azımsarken, biletlerin bu denli pahalılıgının şaşkınlıgi ile bozuntuya vermeden Ruken Hanımı peronlara dogru çekiştirdi.

Haydar yegenini ve eşini istasyonda karşıladı. Yalnız başına yaşasa da, görenleri hayret ettirecek kadar düzenli olan mekanında, misafirlerine bütün içtenligi ile ev sahipligi yaptı. İki günlük misafirligin ardından Ramo Dayı ve Ruken Hanım evlerine dönmek üzere istasyona gelip, bilet almak için gişeye yanaştılar. Ramo Dayı gelişlerinde oldugu gibi yine iki parmagın gösterip, bu kez Amsterdam kelimesi ile kurdugu cümleyi renklendirip, zenginleştirdi. Gişe memuru “gidiş geliş mi” diye sordu. Ramo Dayı bildigi iki kelime olan evet ve hayırdan başını da aşagı dogru bütün iyimserligi ile egerek, ilk kutsal kelimeyi büyük bir lütuf ile agzından çıkardı. Bu kez olsun belki biletlerin ucuz olur diye  düşünürken, umudu yine sıg sulara düştü

Tren biletlerinin pahalılıgı Ramo Dayının kafasına takıldı. Kendisinden biraz daha kıdemli olan arkadaşı Seyfo’ya ara sıra Türkçe gazeteleri okumak maksadı ile ugradıgı kahvehanede elinde biletler ile yanaştı.
“Seyfo sana bir şey sorabilir miyim. Hanımla geçen hafta Enschede’ye gidip geldik. Gidiş ve geliş biletleri bana çok pahalı geldi. Şu biletlere bakar mısın, normalde tren biletleri bu kadar pahalı mı?” Seyfo ceketinin iç cebinden yavaşlatılmış hareketlerle gözlügünu çıkardı ve yine aceleye gerek duymadan uzun uzadıya biletlere baktı.
“Ramo’cugum bu biletler pahalı degil. Normal, çünkü her dört bilet de gidiş gelişli biletler. Öyle sanıyorum ki istasyonda sana gidiş geliş bileti diye sorduklarında, sen de anlamadan “evet” demişsin. O yüzden de biletler sana pahalıya mal olmuş.”
“Evet, haklısın Seyfo. Öyle dedigin gibi her iki defasında da evet dedim. Anlaşılan bu onaylama bize biraz pahalıya mal oldu. Oysa ilk gün lisan kursunda anlamadan bu iki sözcügu kullanmanın bazen başımıza hoş olmayan durumları getirebileceği konusunda uyarılmıştık. Sanıyorum boş bulundum.“ Seyfo çehresinde büyük bir gülümseme ile çayını höpürdederek yudumladı ve geçecek olan yılların kendisinin Ramo Dayı olarak nam salmasını saglayacak olan arkadaşının sırtını, dostça sıvazladı.

Seyfo'nun gölgesine sıgınırcasına sandalyesini iyice yanaştırdı. Kan kırmızısı çayına bir şeker atıp, mahcup bir eda ile önündeki gazeteye tüm dikkatini vererek, pek de iç açıcı olmayan memleket haberlerini okumaya koyuldu.

Bordo desenli koltugundan iki adım uzaklaşıp, dakikalarca ayakta durdu. Bir hayli derin düşüncelere daldıgı belliydi. Yıllar akan bir su hızı ile geçerken, O da zorunlu olarak merdivenini alıp, yetmişlere dayamıştı. Merdivenin hafiften sanki titrer gibi oldugunu hissedip, sag tarafına baktıgında; Ruken Hanımın bir elinde çay bardagı, diger eliyle kendisini dürttügünü fark etti. Kendisine geldi. Düşünceleri dagıldı. Merdivenin titremesi durdu ve büyük bir hazla yudumladıgı çay çok lezzetliydi.
 
 
 
 
 
 

 
Toplam blog
: 102
: 447
Kayıt tarihi
: 17.12.10
 
 

Sevgili okuyucular; oluşturmaya çalıştığım bu blog vasıtası ile boş zamanlarımı değerlendirip, ço..