Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Eylül '13

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Çupur (Çupırê) Yaylası -1 -

Sıcak yaz günlerinde bunalan çalışanlar, hafta sonunda bir yerlere gitmenin hesabını yaparlar. Bu şekilde kavurucu sıcaklardan kaçan insanlar, şehrin çevresindeki her subaşına, her çeşmenin etrafına, her ağaç altına, her kaya gölgesine kendilerini atıverirler. Şehir çevresinde ve yakınlarında bulunan her akarsuyun, her pınarın ve her serin olan yerde piknik yapan, aileleriyle vakit geçiren insanlara rastlamak mümkün.

Hemen her hafta sonu bizler de birkaç arkadaş toplanarak, sıcaklardan kaçmak ister ve nerede güzel ve sulu, serin bir yer varsa, pikniğe gitmeye çalışırız.

Yine geçen hafta sonu, Pazar sabahı bir araya gelerek; “ bu defa nereye gidebiliriz?” tartışmasına girdik. Nihayet Çelikhan-Zerban bölgesine gitme kararı aldık. Yola çıkmadan Çelikhan ilçemizin Acar Gazetecilerinden olan, Çelikhan gazetesi ve haber sitesi sahibi Mustafa ALOĞLU kardeşimizi arayarak, bizleri katılmasına istedik. Ancak Çelikhan’ın en önemli ay ve günleri olan bu günler Tütün kaldırma mevsimi olmasından dolayı, Aloğlu aramıza katılmayacağını söyledi. Hak vererek, anlayışla karşıladık ve hatta “Gerekiyorsa bizler de yardımına gelelim!!” gibisinden bir espri de yaptık.

Çelikhan ilçemizi geçip, Pınarbaşı -Zerban bölgesine varıp, suyun başına gittiğimizde; hiç beklemediğimiz, ummadığımız kadar büyük bir kalabalıkla karşılaştık. Suyun başına genellikle aileler yer aldığından, bizim kalabileceğimiz yerin olmadığına kararına vardık.

Beş arkadaşla aramızda bir süre yaptığımız istişareden sonra, başka yere gitme kararı aldık. Vakit hayli ilerlemişti. Aynı yerde ikamet eden ve yanımızdan geçen bir gence; çevrede başka subaşı ya da pınar bulunup bulunmadığını sorduğumuz da;  “hemen şu yoldan giderseniz orada bir pınar var, oraya gidebilirsiniz” diyerek, bize dağlara doğru bir kuru dere kenarından geçen yolu işaret etti. Artık buraya kadar gelmiştik, geriye dönemezdik. Mecburen yola girdik. Kuru dere ilerledikçe, yol gittikçe zorlaşıyordu. Zerban’dan yaklaşık 3 km. gittikten sonra, gerçekten yolun alt tarafında dereye doğru bir pınar ve önünde hayvanların su içmelerine yarayan uzunlamasına bir kaç havuz ve etrafında bazı ağaçlar vardı. İlk defa gittiğimiz yerlerdendi, çevreyi tanımıyorduk. Suyun olmadığı, etrafın ağaçsız, kuru, çorak dağların yükseldiği bir yoldaydık. Beyaz kayalıkların bulunduğu dağlardan ve kurumuş bir dere yatağından başka bir şey görülmüyordu. Kuru Dere de belirli aralıklarla yapılmış devasa beton duvarlar yapılmıştı. Bu kuru dere de böylesine setlerin yapılmasına ilk önce bir anlam veremedik. Kendi aramızda kritikler yaptıktan sonra, kışın dağlardan gelen yoğun yağan kar ve yağmur sularının oluşturduğu selleri engellemek, en azından hızını düşürebilmek ve sakinleşmesini sağlamak amacıyla yapıldığı kanaatine vardık.

Pınarın başına vardığımızda, gerçekten su akıyordu ve de soğuktu; ancak pek oturmaya müsait değildi. Çünkü pınarın-çeşmenin etrafı rakı ve bira şişelerinden geçilmiyordu, çevrede kesif bir çöp kokusu vardı. Hele sineklerden hiç durulacak gibi değildi. Görünen o ki ahaliden kimseler buraya oturmaya gelmiyordu. Galiba, sadece bira ve diğer içki çeşitlerini içenlerin uğrak yeri gibiydi. Doğrusu, hem üzüldük oturamadığımız için, hem de üzüldük böylesine güzel bir yerin sarhoşlar tarafından işgal edilmesine, yoksa orada oturmanın, piknik yapmanın keyfine diyecek olamazdı.

Kuru Dere’de yapılan beton setler hakkında yaptığımız kritiklerde de haklı çıkmıştık. Pınardan-çeşmeden yaklaşık 1000 metre ilerideki tek köy gibi görünen ve 3-5 evden oluşan Çamlıyayla (Arî orte ) adlı yerde, rastladığımız Yusuf Amca bizlere; “kışın buralar çok çetin geçer, 3 metreden fazla karlar yağar, biz de 5 ev buradayız, ancak kışın gideriz. Şu gördüğünüz dağlardan kışın çığlar düşer, aşırı yağışlar olur ve seller akar, yollar kapanır, hayvanlar dâhil kimseler yerinden kıpırdayamaz. İşte bu sellerle gördüğünüz şu Kuru dere, metrelerce yükseklikte dolu dolu akar, bu suyun yıkıcı ve deli-dolu akmasını engellemek için, böyle belli aralıklarla beton duvarlar yapılmıştır,” demesinden anlıyorduk.

Yusuf Amca’nın ısrarlı şekilde bizleri evine davet etmesi, kırsal kesimde, yaylalarda yaşayan insanların misafirperverliğini ve kadirşinaslığını bizlere gösteriyordu. Parası pulu olmasa da, içinde yaşadığı dağlardan daha büyük olan yüreği ve yumuşak kalbiyle, bizleri mahcup ediyordu. İkram ve izzetiyle, kararlı kendinden emin tutumuyla,  karşısındaki bizleri ezip geçiyordu. İnsanların yaşamakta zorlandığı bu coğrafyada, yüreği bu derece engin, gözü tok, bonkör ve zengin olan; elleri nasırlaşmış, beli bükülmüş Yusuf Emmi, yorgunluktan şekiz köşe şapkası bile yana düşmüştü. Zenginlerin moda diye giydiği, ama Yusuf Amcanın tarlada, bağda, bahçede, tütünde ayaklarını korumak için giydiği çizmeli bu insanları görünce; şehirdeki hayatın ne kadar boş ve anlamsız olduğunu anlamamak mümkün değildi.

…Devam edecek.

Kerim baydak

 
Toplam blog
: 1022
: 214
Kayıt tarihi
: 06.11.12
 
 

Kerim BAYDAK 01.01.1961  ADIYAMAN  doğumlu.. 2003 yılında Anadolu Üniversitesi  İşletme Fakultesi..