Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Kasım '09

 
Kategori
Tarih
 

Darbefobi: Bu toprakların hastalığı.

Darbefobi: Bu toprakların hastalığı.
 

Bu topraklar her devirde birilerinin birilerine entrika çevirmeleri ile meşhur olmuştur. Hattiler, Hititler, Urartular, Yunanlılar, Frygler, Lydialılar, Persler, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, çeşitli Beylikler, Osmanlılar ve Türkiye Cumhuriyeti... Asırlar ve asırlarca önce ne uygarlıklar bu topraklara yerleşmiş, asırlarca yaşamış ve sonra tarih sahnesinden silinip gitmişlerdir. Aslında bu uygarlıkların yaşayışları Anadolu topraklarının ne kadar köklü bir geçmişe sahip olduğunun en güzel kanıtıdır. Ama, diğer taraftan da bu kadar uygarlığın değişik nedenlerle tarihten silip gitmeleri, bu toprakların siyasi entrikalara ne kadar açık ve alışık olduğunu da kanıtlar.

Osmanlı'dan bir önceki Bizans İmparatorluğu kendi içindeki bir çok siyasal ve dinsel entrikalar ile kendi kendinin kurdu olurken, ondan sonra aynı topraklarda ortaya çıkan Osmanlı İmparatorluğu için de durum aynıydı ve onlar da kendi kendilerinin kurdu olup koskoca devleti içten içe oydular.

Birçok Bizans İmparatoru nasıl türlü entrikalarla imparatorluktan alaşağı edildiyse, birçok Osmanlı Padişahı da aynı şekilde padişahlıktan alaşağı edildi.

Derler ki Fatih Sultan Mehmet hekimlerin ona gün gün içirdikleri zehir sayesinde yavaş yavaş öldü. Bu konuda yazılmış bir şiir de vardır. Sonra, yani Fatih'ten hemen sonra Padişah olan II. Bayezid Yeniçerilerin isyanı sonunda tahttan feragat etmiştir. İsyandan ve tahttan çekilmesinden yaklaşık bir yıl sonra ölmüştür. Tahttan çekilmesinden hemen sonra eceliyle ölmesi biraz endişeyle karşılanmıştır. Bu nedenle bazı kaynaklar II. Bayezid'in da zehirlenerek öldürüldüğünü yazar. Padişah I. Mustafa "akli dengesi yerinde değil" denerek padişahlıktan hal'edilmiştir. Hem de iki kez. Padişah II. Osman, "Kapıkule Ocağı'nı kaldırayım" derken kendi tahttından olması. Padişah (deli) İbrahim hal'edilmekle kalmamış birkaç sonra da öldürülmüştür. IV. Mehmet avcı olarak da anılmakta olan bu padişah zamanının büyük kısmını avda geçiriyor diye devlet erkânı tarafından hal'edilmiştir. II. Mustafa hal'edilen bir başka padişah. III. Ahmet hepimizin çok iyi tanıdığı padişah. Tanımamızın sebebi de döneminde lâle dönemi denen bir güzel zaman diliminin yaşanmasıdır. Bilindiği gibi Lâle Dönemi adı çok sonra konmuş bir addır. Yani III. Ahmet döneminde bu adla anılan bir dönem asla olmamıştır. III. Ahmet Patrona Halil İsyanı sonucu Padişahlıktan hal'edilmiştir. Osmanlı Padişahı III. Selim o da Kabakçı Mustafa olayından sonra hal'edilen padişahlardan biri. Padişah IV. Mustafa, Alemdar Mustafa Paşa ve adamlarınca hal'edilen bir başka padişah. Padişah Abdülaziz "Vükela heyeti"nin kararı ile padişahlıktan azledilen bir başka padişah. Padişah V. Murat hal'edilip Çırağan Sarayı'na hapsedilen bir başka Osmanlı padişahı. Osmanlı'nın görkemli padişahı da hal'edilmekten kurtulamadı ve 31 Mart vak'ası ile padişahlıktan indirildi. Ve son Osmanlı padişahı Mehmet Vahdeddin. O da hepimizin bilidiği gibi Kurtuluş Savaşı'nın başarıya ulaşıp yeni bir Türkiye kurulunca bu yeni Türkiye'de kendisine yer verilemeyeceğini anlayıp yurt dışına gitti.

Osmanlı'da kaç padişahın hal'edildiğini yani darbe ile yıkıldığını sizlere yazdım. Bu darbeler çoğunlukla askeri darbeler olmakla birlikte arada sivil başıbozuk çetelerin var olduklarını da görüyoruz. Artık son padişahlara ise "Vükela heyeti" yani meclis kurulu kararı ile darbe yapılıyor.

Göstermek istediğim şudur: Bu topraklar darbelere alışıktır.

Oysa bütün padişahlar elbette Fatih Sultan Mehmet'e kadar olan padişahlar darbefobi içinde olmadan yaşamışlardır. Fatih Sultan Mehmet'in bu korkusu ona "kardeşlerinin katili" ünvanını da yapıştırmıştır. Darbefobi, yani darbeden korkma rahatsızlığı gitgide hastalığa dönüşmüştür. Bu nedenle de ben yazımın başlığını darbefobi olarak yazdım. Fakat, bütün bu korkular olacak olan darbeleri önleyememiştir. Bunun en önemli örneği de elbette II. Abdülhamit'tir. Biçare Abdülhamit padişahlığı süresince 33 yıl bir darbeye kurban gideceğinin korkusu içinde yaşadı. Bu ndenle de kaç askeri, sivili ve düşünce adamını sürgünlere gönderdi, hapislere attırdı ve gizlice öldürttü. Neleri sansür ettirdi. Ama, 31 Mart Olayı denen bir kurgulanmış entikayla o da darbeden kurtulamadı.

Cumhuriyet dönemi çok mu sakindi darbeler açısından? Elbette değildi. Daha Türkiye'de cumhuriyet ilân edilmeden meclisin başkanı olan Mustafa Kemal'in o meclis başkanlığından indirilmesi için az mı sivil darbe planları yapılmamıştı? Cumhuriyet ilân edildikten sonra bile Mustafa Kemal'e karşı devirme planları yapılmamış mıydı? Bu uğurda suikastlar bile planlanmamış mıydı? Mustafa Kemal'in en yakın arkadaşları onu nasıl devireceklerinin düşünceleri içinde değiller miydi. Fakat, Mustafa Kemal, Türk ordusunun çok saygın bir üyesiydi ve Türk ordusu bu vefasını ona her zaman, ondan taraf olmakla göstermişti. Bu nedenle de hastalık dışında hiç bir şey Mustafa Kemal'i deviremedi.

Mustafa Kemal'den sonra Türkiye'nin kaderini eline alan kişi İsmet İnönü oldu. İsmet İnönü her zaman ve her devirde sevilen ve sevilmeyen bir kişilik oldu. Ancak, Türk ordusu onun da arkasında yer aldı. Yoksa, İsmet İnönü'ye karşı da bir çok darbe planı sivil kanatlarca düşünüldü.

Bu arada bir çoğumuz Mustafa Kemal'den hemen sonra İsmet İnönü'nün başbakan olarak Türkiye yönetimine geldiğini düşünürüz. Oysa vekiller heyeti başkanı olarak Mustafa Kemal'den hemen sonra Fevzi Çakmak, Rauf Orbay, Ali Fethi Okyar, İsmet İnönü, Celâl Bayar, Refik Saydam, Ahmet Fikri Tüzer, Şükrü Saraçoğlu, Recep Peker, Hasan Saka, Şemsettin Günaltay gibi isimler, Adnan Menderes'in başbakanlığına kadar Türkiye Cumhuriyeti'nde başbakan olarak görev yapmışlardır. Bizler bütün isimleri atlayıp Mustafa Kemal-İsmet İnönü-Adnan Menderes üçlemesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin 1950'li yıllara kadar geldiğini düşünürüz.

Yazımın başında dedim. Bu topraklar darbelere her zaman alışıktır. O nedenle de her iktidar sivil ya da askeri bir darbe yapılacak mı diye korku içinde yaşar. Cumhuriyet döneminde bazı darbeler düşünülmüş olsa bile bunlar askeri güclerce bastırılmasını bilmiştir. Türkiye'nin her yanında çok değişik amaçlı başkaldırmalar, isyanlar olmuştur. Bütün bu başkaldırma ve isyanlar dönemin yönetimine karşı idi. İktidarı yıkmak içindi. Fakat, darbe geleneği 27 Mayıs 1960 tarihine kadar bastırılabildi. Bu tarihte ise Adnan Menderes bir darbeyle iktidardan uzaklaştırıldı. Oysa, Adnan Menderes darbelerden kokrkuyor fakat bunu açığa vurmak da istemiyordu. Öte yandan Türkiye'nin çağdaşlığından büyük tavizler vermeye de başlamıştı. Kemalizmin aydınlık yolundan ayrılma başlamıştı. Lâik düzen tehlikeye atılmıştı. Yakın tarih 27 Mayıs darbesini yeniden yazarken, aslında bu darbenin de ABD yanlısı ve ABD'nin izni ile yapıldığını yazmaktadır. Menderes'in Sovyetler Birliği ile yakınlaşmasını önlemek için böyle bir darbenin yapıldığı yazılmaktadır. Fakat, ben şu satırlara kadar darbelerin nasıl ve neden yapıldığını değil de bu topraklarda ne kadar darbenin yapıldığını yazmaya çalışıyorum. Bunu yazarken de aslında "Darbefobi" içinde yaşayanların bu korkuları nedeniyle darbeye daha büyük zemin hazırladıklarını da anlatmaya çalışıyorum. Bu Adnan Menderes için de böyleydi, Süleyman Demirel İçin de böyleydi, Necmettin Erbakan için de böyleydi ve Recep Tayyip Erdoğan için de böyle. Belki de korkunun üzerine gitmek korkuyu yenmektir düşüncesi ile hareket edip Türkiye'nin geleceğini hiç hesaba katmadan Türkiye'nin çıkarına olmayan davranışlarda bulundular ve bulunuyorlar. Nitekim, zaman geçtikten sonra kendilerini eleştiren akıllı politikacılar bazı konulada haksız olduklarını da itiraf etme erdemine kavuşuyorlardı.

27 Mayıs 1960, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerine karşı yapılan birer askeri darbeydi. Hep dönüp askerlere kızmaya da hakkımız yok sınıyorum. Türkiye'yi yönetenlerin basiretsizliğini hiç hesaba katmıyoruz. "Seçimle gelen seçimle gider" düşüncesindeyiz elbette, fakat seçimle gelenlerin de bu devlete ne büyük zararlar verdiğini ve bu zararların yeni bir seçim dönemini beklemeyecek kadar tehlikeli duruma vardığını da bilmek zorundayız. Bakınız Menderes dönemi Mustafa Kemal'in çağdaş Türkiyesi ile savaşa girmişti. Demirel dönemleri muhalefeti hiçe sayan bir diktatörlüğe ülkeyi sürüklüyor, muhalefetin sesini dinlemiyor ve ülkeyi kardeş kavgasına sürüklüyordu. Necmettin Erbakan ve Tansu Çiller dönemi devletin başına tarikat liderlerini çöreklendiriyordu. Çağdışı manzaralar Türkiye'ye yakışmıyordu. Elbette buna birilerinin uyarıda bulunması gerekiyordu. Türkiye bir hükümetle değil devletle yönetildiğinin bilincine varmalıydı.

Günümüz Türkiye'sinde de durum pek iç açıcı değildir. İktidar sahipleri geldikleri ilk günden beri bir "Darbefobi" hastalığı içindeler. Oysa, artık Türk halkı da değişti, Türk ordusu da değişti, dünya yapısı da değişti. Bugün Afrika'da ve Güney Amerika'da bile eskisi gibi her gün darbe yapan ordu yok. Fakat, darbefobisi Türkiye'ye büyük zararlar veriyor. Örneğin bu darbefobisi hükümeti olmadık sert önlemlere yönlendiriyor. Herkesin telefonları dinlenmeye başlanıyor. Ordu içinde Kemalist yapılanmayı ön plana çıkaran subaylar gözaltına alınıyor. Çağdaş ve Kemalist yazarlar, çizerler, üniversite öğretim elemanları, yılların büyük profesörleri olmadık suçlamalarla hapislere atılıyor. Basın yayın organları korkuyla susturuluyor. Muhalefet yapanlar vatan hainliği ile suçlanıyor. Sarıklı, takunyalı, cübbeli, tesettürlü, çarşaflı, şalvarlı insanlardan yeni bir Türkiye kurulmaya çalışılıyor. Çağdaş Kemalist Türkiye Cumhuriyeti bütün ilke ve devrimlerinden büyük bir hızla uzaklaşıyor. Türkiye Cumhuriyeti geri adım atıyor. Fakat, iktidar sahipleri "Korkunun ilacı korkunun üzerine gitmektir" düşüncesiyle ülkeyi ve kendilerini daha da çıkmazın içine sürüklüyor.

"Korkunun ecele faydası yoktur" demiş atalarımız. Darbefobi ile de fazla yaşanmaz. Bu korkunun en iyi tedavisi Mustafa Kemal'in çağdaş düşüncelerinden ayrılmadan, hür ve demokratik bir ülkeyi yaşatmaktan geçer. Hukuka saygı olmak, bütün düşüncelere saygı göstermek, gerici ve irticai faliyetlere izin vermemek, terörizme asla taviz vermemek şarttır. Çünkü, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda ortaya konmuş bir yol haritası vardır. Bizim ve bütün iktidarların görevi, bu yol haritasına harfiyen uymaktır. Bu yol haritasından ayrıldığımız dakikada bütün sistmimiz çöküyor. Bu sistemi demokratik yollarla çökertmek mümkün değildir. Ancak, bir devrim yapılırsa yeni düşünce sahipleri yeni rejimlerini de uygulamaya koyabilirler. Aksi durumda devletin bir kurumu olan hükümetlere devletin varolma ilkelerini yıktırmak gibi bir görevi hiç kimse veremez. Devlet, elbette kendisini koruyacak başka unsurlara da sahiptir.

Bu topraklar darbelere alışıktır. Bunu bilerek "Darbefobi" hastalığı içinde yaşamak zordur. İnsana olmadık hatalar yaptırı böyle bir durum.

Şimdi yeniden yazayım: Hiç kimse darbelerden yana değildir. Çünkü, hepimiz darbelerden çok sıkıntı çektik. Fakat, darbefobi içinde yaşayanların da, bu korkularını aslında kendi uygulamalarının yarattığını bilmeleri gerekiyor.

Darbefobi'nin ve darbenin en büyük ilacı Mustafa Kemal'in çağdaş görüşlerini savunmaktan geçer. İçişleri Bakanı "Açılım" adlı meclis oturumunda ne demişti "Herkese, ama herkese özgürlük". İşte işin özü budur. Ama, bu özde samimi olmak da şarttır. Örneğin yarın meydanlara öğrenciler, memurlar, işçiler, emekleiler çıkıp haklarını aramaya kalksalar; Kemalist Türkiye'nin haklarını savunmak için Kemalist dernekler sokaklara çıksalar bütün bunlara "Herkese özgürlük" anlayışı ile bakıp ses çıkartmayacak mıyız? Yoksa orada yürüyenlerin ellerindeki Türk bayraklarını bile toplayıp, yürüyenleri de dövecek ve göz altına alacak mıyız? Yoksa, "Herkese özgürlük" yanlızca teröristlere özgürlük olarak mı uygulamalarda kalacak?

Bizans'ı ve Osmanlı'yı aslında hep kadınlar yönetmişdir. Bu açılımda da ben kadın tarafın ağır bastığını düşünüyorum.

Kemalist, çağdaş, demokratik, hukuk, sosyal ve lâik Türkiye Cumhuriyeti'ne geriye dönün. Darbefobi hastalığından kurtulun.

 
Toplam blog
: 278
: 3275
Kayıt tarihi
: 26.05.07
 
 

İstanbul'un Kadıköy ilçesinde doğdum. Bir daha da Kadıköy'den ayrılmadım. İstanbul Üniversitesi, Ede..