Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Temmuz '09

 
Kategori
Eğitim
 

Değişen ne var? Anlayamadım!

Değişen ne var? Anlayamadım!
 

Geçtiğimiz günlerde, aslında uzun zamandır beklenilen, ÖSS sınavındaki değişikliklerin haberini aldık. 2010 yılında yapılacak üniversiteye giriş sınavları iki aşamalı oldu ve her iki aşamada da okullarımızda uygulanan eğitim ve öğretim programlarıyla paralel sorular çıkacak… Buraya kadar olan gelişmeye çoğu kimsenin pek de itirazı yok. Bu uygulanacak yeni sınav sisteminde en fazla gürültü çıkarılan nokta; okul türlerine göre farklı katsayıların uygulanışının kalkması oldu. Yani, hangi okul türünde olursa olsun liseyi bitiren her üniversite adayı aynı katsayıya sahip olacak; aynı zamanda da, meslekî eğitim kurumlarında okuyan öğrenciler öğrenim gördükleri meslek dalının bir üst öğrenim kurumuna gitmek isterlerse, tercih edecekleri bu kurumlara ya sınavsız geçiş yapabilecek ya da tercihleri sırasında belli oranda bir ek puana sahip olacaklar. Gelecek yıl uygulanacak üniversite sınavlarının teknik detayları üzerinde durmak niyetinde değilim. Bu detayları ilgilenen herkes yerinde ve zamanında öğrenecek. Fakat ben yanlış anlamadıysam; üniversiteye girmek isteyen bir lise mezununun, hangi liseyi bitirirse bitirsin, üniversite sınavında karşılaşacağı şartlar aşağı yukarı bu ve bu şartlar sınava giren her genç için aynı… Bana kalırsa, eğitim sistemleri ne kadar değişirse değişsin; eğitimin içine ne kadar yeni eğitim ve öğretim teknikleri girerse girsin; insanın öğrenmesi, gelişmesi için gerekli olan ön şartlar hiçbir zaman değişmez ve hiçbir devirde değişmemiştir de… Değişimin görünen genel çizgisi dışında farklı boyutları üzerinde durmak istiyorum. Ama ondan evvel, sizi biraz gerilere götürmek istiyorum… Eğitimde ve öğrenmede değişmeyen ve hiç değişmeyecek köşe taşları ile ilgili birkaç örnek aktarayım size: Çok uzun yıllar evvel, daha okula gitmeden; asker bavulunu andıran küçük kırmızı bir bavulun içinde yaptığı resimleri, gazetelere baka baka benzeterek yazdığı yazı parçacıkları ve –olsun varsın resimlerine baksın- çantasına doldurduğu hikâye kitapları ile bir küçük kız hatırlarım. O küçük kızı uzun zaman oldu, hiç göremedim; ama duyduğuma göre kırmızı çantası siyah renk olmuş; çantasının içindeki beyaz kağıtlar, beyaz küçük bir ekrana dönmüş; fakat o, yine de yılmadan o çantayı taşıyormuş… Hafızam yanıltmıyorsa; 80’li yılların başı… Bir genç kız, doğu illerinden birinde -yine hatıralar oyun oynamıyorsa- ÜSS’ye giriyor. Onun üniversite sınavına girdiği yıldan bir yıl evvel, üniversite sınavlarının bir oturumunda “Genel Yetenek Sınavı” da varmış. Bunu duyan kızımız, kendisine “Genel Yetenek Sınavı Soruları” kitabı alıyor ve tamamıyla bitiremese de örnek yetenek sorularına bakıyor. Anladığım kadarıyla, üniversiteye özellikle hazırlanışı da bu bakışla kalıyor. Sınavlara hazırlanırken, mahrumiyet bölgesinde okuduğu için o yıllarda sadece üç büyük ilde olan dershaneye de gidemeden(!) üniversite sınavına giriyor. Bu arada, onun sınavlara girdiği yıl yeni düzenlemeler yapılan üniversite sınavında “genel yetenek” bölümü kaldırılıyor. O yılın sınavları iki aşamalı oluyor… Dershaneye gitmeyen bu kızımız sınava girdiği o yıl, iyi bir puanla iyi bir üniversite kazanıyor..

90’ ların başındayız. Çiçeği burnunda, idealist, genç öğretmen hanım güneydoğuda bir ilde başında Anadolu bulunan bir lisenin öğretmenidir. Lise iki Fen Bilimleri sınıfına giriyor: Öğrencilerin şaşkın bakışları arasında “sayısalım” diye bir ifade bilmem ben; hem makale yazacağız, hem deneme okuyacağız hem de “ders dosyası” tutacağız”, diyor… -Ama o hocam burası Fen… -Ben de lise ikide Fen Bilimlerindeydim… ……….. -Ama hocam test çözelim… -Bence şu kitabı oku, haftaya ondan sınav var… ………… -Hepsi tamam da hocam, bari makale yazmasak… - İyi de, siz bilim adamı olmayacak mısınız?

-Hı?!

Biraz daha zaman geçmiş, (90’lara devam tabii)… Öğretmen hanım, biraz batıya gelmiş. Bir meslek lisesinde bu sefer. Bana söylediğini unutmamışsam Ticaret’ti görev yaptığı okul. Lisenin hem düz lise hem de Anadolu kısmı var. Hoca hanım hala, “Anadolu’da” devam ediyor. İlk ders:

-Bu böyle olmaz… Derste ben deftere yazdırmayacağım..

Önce sessizlik… Sonra:

-Yaşasınn! (ve yanında alkış sesleri)

-Onun yerine ben anlatacağım siz not tutacaksınız…

Şaşkınlık, ”nasıl amaa?”

-Edebiyat dosyası hazırlayacaksınız… Ben anlatırken küçük kağıtlara not alın. Sonra bunları “şu şu bölümlere” göre dosyanıza geçirirseniz. Unutmadan, bu dosyalarınızı dört yıl saklayın. Böylelikle kendinizin oluşturduğu bir kaynağa sahip olacaksınız…

Yıllar içinde öğretmenini dinleyenler arasından (ve yalnızca Anadolu kısmından) İngilizce, Edebiyat, Coğrafya öğretmenleri çıkıyor! Galiba bir de Yüksek Hemşire. Aaaa, hani bu öğrenciler, “tuhaf öğretmenleri” yüzünden hiç test çözmemişlerdi…

Zaman su gibi akıp geçiyor. Öğretmen de öğrencileri de bayağı büyümüşler… Öğretmen bir ara düz lise ile “cebinde bol ek puanı” olan bir liseye aynı anda gidiyor; on beşer saat. Ve bakıyor ki; cebinde puan olmayanlar harıl harıl kitap okuyor; cebi dolu olanlardan bazıları uyuyor… Ay, uyuyanların arasından öğretmen çıkmasa bari…

Yakın zamanlardayız… Israrcı öğretmen hala zorla öğrencilerine kitap okutturuyor. Dosyalar mı? Onlar “portföy” oldu artık… Ne o? Bir de işin içine “edebî projeler” girmiş… Öğrenciler artık isyan ediyor ve ikiye ayrılıyorlar: Öğretmenleriyle kitap okuma, yazı yazma, dosya tutma ve proje yapma faaliyetlerine katılanlar bir grubu; test çözenler, anlatım bozuklukları kurallarını ezberleyenlerle uyuyanlar diğer bir grubu oluşturuyor…

Ve Haziran 2008’de üniversite sınavı yapılıyor. Sınavda gözcü olan öğretmenimiz, ön sırada oturan bir kız öğrencinin dudak kıpırdatarak bir paragrafı beş dakikada okumasını izlerken hazin hazin; içinden de iyi ki öğrencilerime ayda beş kitap okutmak için, onlarla kavga ettim diyor, tebessümle… Aklına bir de, “sınav sonuçları açıklandığında insanlar kendileri yerine; şu sistem denene kızacak” diye bir düşünce de takılmıyor değil, hani…

Sınav sonuçlarını medyadan duyuyoruz: Bir tarafta otuz bine yakın “sıfır çekenlerin” haberi; bir tarafta, iyi bir özel liseden mezun olmasına rağmen ÖSS birincisinin şu açıklaması:

-Eğitimimiz ezberci… Bize ezberletiyorlar. Yorumlayın, anlayın arkadaşlar…

……

Neyse… Bu liste böyle uzar, gider. Ne diyorduk? 2010’da Üniversite sınavı değişmişmiş. Ve değişikliklere şu veya bu sebepten; şu veya bu bahaneyle; şunlar veya bunlar memnun olmuş, itiraz etmiş; beğenmiş, beğenmemiş… Bence değişen hiç bir şey yok. Yalnızca, hayata karşı taktığımız at gözlüklerini ve herkesten sakladığımız “kolaycılık kepçesini” çıkaracağız, o kadar. Okumaya, yazmaya, yorumlamaya, düşünmeye ve terlemeye aday olacağız… Böylesi bir adaylığa razı isek; ”sistemlerin”, ”şekillerin” altında ezilmeden ve onların gözünün yaşına bakmadan hedefimize ulaşırız…

-Sistemler değişir. Ama öğrenmenin ve gelişmenin kuralları değişmez… Aklımızdan çıkarmayalım. Olur mu gençler?

Belki bu sayede kırk ülke ile birlikte katıldığımız “okuma-anlama” yarışmalarında otuz dokuzuncu olmaktan kurtuluruz…

Bir de unutmayalım; kimilerini katlayıp kimilerini katlamadan bir koşuya başlamak pek de adil değildi. Sizce de öyle değil mi? Hepimizin hayat yolu engelsiz olsun. Koşan, yorulan, terleyen ve “iyi olan” kazansın.

TÜM ÖĞRENCİLERİMİN TERCİH ETTİKLERİ BÖLÜMLERE GİREBİLMELERİNİ DİLİYORUM…

 
Toplam blog
: 191
: 769
Kayıt tarihi
: 21.07.09
 
 

“Yazı yazmak” bir Yürek Yolculuğudur. Okumak ve yazmak bana Edebiyat alanının kapılarını açtı… Ed..