Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

13 Nisan '15

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Ders 4- Kur’ân’ın isimleri -2-

Ders 4- Kur’ân’ın isimleri -2-
 

www.envarulkuran.com


Kur'ân'ın isimlerinden devam ediyoruz. Bölümler çok uzun olduğu için parça parça yayınlamak zorunda kalıyorum. Böylece daha rahat takip etme imkânı da doğmuş olur. Faydalı olması dileğiyle...

Tülay Hergünlü

 

"Rûh:

Ruh; bir beden için anlam kazandıran değerdir. Beden için can’ın, ruh’un anlamı neyse, hayat için Kur’ân’ın anlamı da işte odur. İçinde Kur’ân’ın olmadığı bir hayat, kendisinde ruh’un bulunmadığı bir cesede benzer. Kur’ân, hayat için bir ruh mesabesindedir. Kur’ân’ın yirmi bir ayetinde, “Rûh” kelimesi geçer. Beş tanesinde “Vahiy” manasında geçer.

Şura Sûresi 52. ayet: “İşte böylece sana katımızdan bir Rûh vahyettik.” Nahl Suresi 2. ayet, Mü’min Suresi 15. ayet, Mücadele Suresi 22. ayet, Kadir Suresi 4. ayette “Rûh” kelimeleri, “Vahiy” manasında kullanılır.

Kur’ân’ın adının Rûh olması, O’nun insana, hayat sunması anlamı nedeniyledir. Enfal Suresi 24. Ayet, tam da bu noktada belirleyicidir. Rabbimiz buyuruyor ki; “Allah’a ve peygamberine sizi, size hayat verecek şeye davet ettiği zaman, davetine icabet edin.” Davet eden Allah’tır. Davet ettiği yer, bize hayat verecek olan değerdir. İşte o Kur’ân’dır. Rûh diye isimlendirilmesinin sebebi, bize hayat verecek olması nedeniyledir. Kur’ân’a, “hayat kitabı” denmesinin ne kadar isabetli olduğu buradan çıkar. Çünkü Kur’ân’ın bir adı, Rûh’tur. Rabbimiz, hayata anlamını kazandıran bir misyonla, kitâbını buluşturur.

Akşam ve sabah namazlarından sonra Haşr Sûresi’nin son ayetleri okunur. Son 3 ayet.  Yapabilirseniz 18.ayetten başlayarak okumakta büyük yarar var.

“Ey iman edenler! Allaha karşı sorumluluğunuzu bilin. Takvalı olun, duyarlı olun ve her can yarını için neyi takdim edip hazırladığına bir baksın. Allah’a karşı sorumluluğunuzu bilin. Allah sizin neler yapmakta olduğunuzdan haberdardır. Sakın ha! Allah’ı unutanlar gibi olmayın. Allah da bu adamlara kendilerini unutturur. Bu adamlar, işte yoldan çıkmış adamlardır. Cehennemlikler ve Cennetlikler asla bir olmayacaklardır.”

“Mahşer sabahı Cehennemlikler ve Cennetlikler asla bir olmayacaklardır” diye Kur’ân’da bu anlamda beş-altı ayet vardır. İşte bu ayetlerden bazıları;

Kalem Sûresi:  “Biz Müslümanları mücrimlerle bir mi tutacağız? Size ne oluyor? Ne beter bir hüküm veriyorsunuz?”

Diyorlardı ki, biz dünyada Allah’ın seçtiği kullarız. Öbür âlemde eğer olursa, “eğer Rabbime döndürülürsem, buradan daha iyi bir karşılık orada bulacağım” diyor. Kehf Sûresi’nin 36. Ayeti. Bir de Fussılet Sûresi 50. Ayette var; “Ben bu son saatin gerçekleşeceğine inanmıyorum. Ola ki Rabbime döndürülürsem, O’nun katında benim için daha güzel şeyler var” diyor Mekkeli müşrikler. Orada da da hatırlı olacaklarını hesap ediyorlar. İnanmadıkları âlem eğer bir ihtimal varsa bile orada da biz hatırlı olacağız yanılgısını taşıyorlar. Onlara cevaptır bu ayet: “Cehennemlikler ve Cennetlikler asla bir olmayacaklardır.”

İşte Casiye Sûresi 21. ayet: “Habire kötülük işleyen adamları, iman edip Salih Amel işleyenlerle, hayatlarını ve ölümlerini eşit mi tutacağız? Böyle mi zannediyorlar? Ne kadar da kötü bir hüküm veriyorlar.”

Haşr Sûresi 20. Ayette; “Başaranlar cennetlik olanlardır.” Buyuruyor Rabbimiz.

Haşr Sûresi 21. Ayette buyuruyor ki Rabbimiz: “Biz eğer bu Kur’ân’ı bir dağın üzerine indirseydik, dağı şöyle görürdük; boyun bükmüş, paramparça olmuş, Allah’a duyduğu derin saygıdan dolayı. “

Boyun bükmek, bir irade göstergesidir. İradesi olmayan boyun bükmez.

Bu şu demektir: Kur’ân, dağa inse, dağı canlandırır ve onu saygılı hale getir.

Kur’ân, cansız gördüğünüz dağa inseydi, dağı canlandırırdı ve o dağ, Allah’a duyduğu derin saygıdan dolayı boyun büker, paramparça olurdu. Siz gelin Kur’ân’ın, kendi hayatında kılını kıpırdattırmadığı adam tipini düşünün. Kur’ân, adamın milimetresine müdahale edemiyor. Akşama kadar Kur’ân okuyor, zerresi tınmıyor. Çünkü Kur’ân’ı niye okuduğunu bilmiyor, okuyor, anlamıyor; anlıyorsa da hayatını onunla şekillendirme gibi bir duygunun sahibi değil.

Kur’ân, ruhtur; hayata anlamını kazandıran asıl değerdir. Onun için ismi “Rûh” diye belirlenmiştir.

El Beyan, El Beyyine

Beyan; mesaj demektir. Apaçık hakikatleri ortaya koyan kaynak demektir. Siz bakmayın milletin, Kur’ân zordur, anlaşılmaz demesine. Kur’ân, mübîn kitaptır. Apaçık ve açıklayan kitap demektir. Kur’ân, iddia edildiği gibi, bir labirent gibi karmakarışık bir beyan değildir. Beyan olmak açık olmayı gerektirir. Apaçık bir hakikattir. Ama O’na hakikatin açık belgeleri gözüyle bakanlar için bu böyledir. O’ndan istifade etmek gibi bir irade beyan etmeyen adam için tabii ki zordur.

Kur’ân, ölüler kitabı değildir. Gezen ölüleri hayat sahibi kılsın diye bu Kitâbullah, böyle bir dizaynla bize gönderilmiştir. Kur’ân, beyandır. Apaçık kelimeler, apaçık hakikatler, Kitâbullah’ın mesajlarını oluşturmaktadır. Açılacak ve okunacaktır. Başka çıkar yolu yoktur.

Zikir, Zikra, Tezkire;

Hatırlama, hatırlatma: çok yerde geçer. “Kur’ân, bir hatırlatmadır. “

Biz bir şeye hatırlatmak manası vereceksek ya da birine yaptığımız bilgilendirmeye hatırlatmak diyeceksek, hatırlatmak önceden bildirilmiş olmayı gerektirir. Önceden bildireceksiniz ki ikinci yaptığınız bildirim hatırlatma olsun. Hatırlatmak için öğretmiş olmak gerekir.  Kur’ân kendisine Zikir, Zikra,  Tezkire diyor. Peki, ne zaman bunlar bize öğretildi de şimdi bunun adı Zikir, Zikra, Tezkire dir.

Fatır Sûresi: “Öğüt almak ve gerçeği görmek isteyenler için, size bir öğüt ve bir ömür vermedik mi?” Bir ömrümüz var. Ne zaman bildirildi de şimdi bunlara hatırlatma deniyor? Bunların bize bildirildiği zaman, fıtratımızın yoğrulduğu zamandır. Yani Kur’ân’î hakikatlerin, “hatırlatma” adıyla anılmasının sebebi, fıtratımıza Rabbimizin, onları önceden yüklemesidir. Fıtratımızla Kur’ân’î hakikatler asla çelişmez, çatışmaz. Eğer siz Kur’ân’î bir hakikati, abartmadan, kırpmadan,  olduğu gibi bir fıtrata sunarsanız, o fıtrat, bu hakikatleri yadırgamaz. Şimdi din diye anlatılan şeyler Allah’ın fıtrata yazdığı ve Kitabullah’ın ortaya koyduğu arılıkta, durulukta değil. Din diye hikâye, masal, efsaneler anlatılıyor. Sonrada bunlara inanılmasını istiyor. Sonra o tür sunumlara karşılık millet diyor ki, “din buysa ben bundan değilim.” Yolcu yanlış gidiyor da kabahati yolda buluyorsan, aldanıyorsun. Yolcu, yani bunu anlatan yanlış yapıyorsa, anlatılan şeyin ne suçu var? Siz fıtrata doğrudan seslenin. Kırpmadan, abartmadan. Olduğu gibi hakikatleri muhatapların fıtratına sunun, o hakikatlerle, o fıtrat, birbirini asla yadırgamayacaktır.

Bizim Kur’ân’ı okumamız, gerçeği hatırlamamız içindir. Biz, Kur’ân’î hakikatlerle gerçeği hatırlarız.  Hem Kur’ân aynı zamanda insanlık tarihinin ve peygamberler tarihinin bir özetidir. Biz Kur’ân’ı okumakla aslında hem Tevrat’ı, hem İncil’i hem Zebur’u hem Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar ne kadar peygamber gelmiş ve onlara ne kadar hakikat tebliğ ettirilmişse, Kur’ân okumakla, o insanlık tarihinin ana kilometrelerini hatırlıyoruz demektir. Kuranın iki bin küsur ayetinde kıssalar var. Kıssalar insanlık tarihinin özetlenmiş halidir. Kur’ân okuyanlar, insan tarihini, insanı okurlar. İnsanla ilgili en önemli değerleri, hatırlarlar ve hayatlarında onları uygulamaya gayret ederler. Onun içinde Kur’ân’ın bir adı, Zikir’dir, Zikra’dır, Tezkire’dir. Gerçeği hatırlatan en önemli değerlerdir. Hem insanlık tarihini bize hatırlatır hem bizi fıtratımızla buluşturur. Böyle önemli bir misyonu vardır.

Hak:

El Hâkk: Kur’ân’da 247 defa geçer. Her geçtiği yerde Kur’ân manasına gelmiyor. Bazı yerlerde Hak, hakikat manasında, bazı yerlerde Allah’ın ismi olarak kullanıyor. El Hâkk olan Allah’ü Teâlâ, El Hâkk olan Kur’ân ile insanlara hakkı ve hakikati öğretmek gibi bir amacı gütmüş. Hakk’ı konuşmak istiyorsanız, Kur’ân’ı konuşmak zorundasınız. Yunus Sûresi 32. Ayette buyurulduğu gibi : “Ne yani haktan öteye şaşkınlıktan başka ne kalır?” 

El Mev’iza;

El Mev’iza;  Öğüt demektir.  Kur’ân’da dokuz yerde geçer. Bunların altı tanesinde kelime, Kur’ân’ın ismidir.

Nahl Sûresi 125. ayet: “Sen Rabbinin yoluna hikmetle yani içi dolu hakikatleri aktararak, en güzel öğütleri kullanarak davetini yap. (zorlamayla, dayatmayla,  tehditle değil, davetle. ) “davet et, çağır. “ Allah herkesi, Daru’s Selam’ a davet ediyor. “Sonrada isteyen herkesi o mustakîm yola ulaştırıyor.”

İnsan eğer istiyorsa, hidayet onun yanına gelir; Allah’ın izniyle.

“Allah’ın yoluna  en güzel öğütle davet et. “ En güzel öğüt, Kur’ân-ı Kerîm’dir.

Zümer Sûresi 23. Ayet; “İşte Allah, sözün en güzelini,  bu kitap olarak indirmiştir.”

Sözün en güzeli, En Güzel’in sözüdür. En güzel öğüt de En Güzel’in öğüdüdür. Allah’ın öğrettikleriyle öğüt. Allah’ın öğretmediklerini insan fıtratıyla örtüşecek zannetme. Öğüt verecekseniz, öğüdünüz Kur’ân’ınız olsun. Kaf Sûresi 45. Ayet; “Kur’ân’la insanlara gerçeği hatırlat.” Peygamberimizin (SAV) 23 yıl boyunca yaptığı buydu; Vahyin hakikatlerini anlatmak...

Şifa:

Şifa; Kur’ân’da dört defa geçer. Üç tanesinde Kur’ân’ın adı olarak gelir.

Yunus Sûresi 57. ayet, İsra Sûresi 82. ayet, Fussılet Sûresi 44. Ayet: “Ey insanlar. Rabbinizden size bir öğüt gelmiştir.”

“Kalplerdekine dair Kur’ân, şifadır.”

İnançsızlık hastalığının şifasıdır Kur’ân. Yüreğindeki o bozuk gel-git leri düzeltmeye dair bir sunumdur, Kur’ân. Yüreklerdeki boşlukları doldurur. Mana boşluğunu doldurur.

İndiriliş amacının dışında başka taraflara yönlendirmek, Kur’ân’ın indiriliş maksadına hizmet etmez. Kur’ân’ı indiriliş gayesine uygun yerlerde okuyup, orada ona hizmet etmezseniz bu defa acaba Kur’ân’ı nerede nasıl kullanmalıyız sorusunu, yanlış cevaplandırırsınız.  Kur’ân aklımıza sadece cenazelerde geliyor. Hz. Peygamberin bir kez bile bir mezarda Kur’ân okuduğu görülmemiştir. Bir rivayet kırıntısı bile yoktur. Peygamberimiz hiç bir zaman gelen bir ayet için “bu ölüler için gelmiştir, gelin bu ayeti ölülere tebliğ edelim” dememiştir.

Zuhruf Sûresi 44. ayet: “Bu kitaptan sorgulanacaksınız. “

Rahmet:

114 defa geçer. 12 tanesi Kur’ân’ın ismidir.

Hüdâ:

Hüdâ; Yol gösteren, demektir. Kur’ân’da seksen beş yerde geçer. “Bütün insanlara Kur’ân, yol göstericidir.” Kur’ân, hem insanlar için hidayet kaynağıdır, hem de özel olarak muttakiler için de hidayet kaynağıdır. Bakara Sûresi’nin hemen başında şöyle söylüyor. “Kur’ân, muttakiler için bir hidayet kaynağıdır.”

Adam zaten muttaki olmuş, bunun bir daha hidayet kaynağına ne gerek var diye soruyorlar. Şampiyon olmak için nasıl ki antrenman şarttır, şampiyon kalmak içinde antrenman şarttır. Kur’ân, bir adamı hem muttaki yapar hem de onun muttaki kalmasını sağlar. Her muttaki’nin Kur’ân’dan beslenmeye ihtiyacı vardır. Ben oldum bittim diyen adam, esasında bitiktir. Hiç bir şey olmamıştır. O zaman her kes her an ve her zamanda Kur’ân’ın hidayet kaynağı oluşuna, ondan beslenmeye ihtiyacı vardır. Hiç kimse bunu ötelenmiş bir hakikat olarak erteleyemez. Kur’ân, hem insanlar için hidayettir ama özellikle de muttakiler için hidayet kaynağıdır. Her yeni gün O’nun yol göstericiliğine her muttakinin ihtiyacı vardır

13. El Büşra:

Kur’ân, bir müjde kaynağıdır. Müjdeler Kur’ân’dan referans alıyorsa anlamlıdır ve doğrudur. Kur’ân, Allah’ın müjdesidir. Müjdelediği insanların öbür âlemini Cennet diye tarif eden kitaptır. Müjdenizi Kur’ân’dan almaya gayret edin. Ucu cennette açılan yol, Kurân’ın sunduğu yoldur."

Prof. Dr. Mehmet Okuyan.

 

Devam edecek… 

 
Toplam blog
: 516
: 1080
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

1955 Ankara doğumluyum. Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi mezunuyum. İstanbul'da uzun yıllar..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara